Klasik filolog ve eskiçağ tarihçisi Oğuz Yarlıgaş: Gençler umutlarını tüketmesin, umudun tükendiği yerde hayat olmaz

Umut Ataseven, Independent Türkçe için klasik filolog ve eskiçağ tarihçisi Oğuz Yarlıgaş ile konuştu

- Sayın Hocam, toplum nazarında hep bir merak konusu uyandıran bir alanda çalışmalar yürütmekte ve karanlıkta kalmış sorulara yanıt aramaktasınız. Bu bağlamda öncelikle ilginizin nasıl ve ne zaman bu alana doğru yönelmeye başladığını, özetle mesleğinizi nasıl seçtiğinizi sormak isterim. 

Teşekkür ederim. Aslında bizim toplum eskiçağ tarihine pek meraklı değil, ama son yıllarda ilginin arttığını söylersek herhalde yanlış olmaz.

Benim bu alana ilgim çocukluktan başlıyor açıkçası. Her zaman arkeoloji ve tarihe merak duydum. Genel olarak okumaya da meraklıydım, tabi küçükken hep romanlar okudum, örneğin aklıma şimdi ilk gelen Christian Jacque'ın Ramses serisi, bu kitapları 2-3 günde okurdum. Arkası da geldi tabi.
 

Dr. Öğ. Görevlisi Oğuz Yarlıgaş - Medeniyet Üniversitesi.jpg
Dr. Öğ. Görevlisi Oğuz Yarlıgaş (Medeniyet Üniversitesi)


Popüler kültürün de üzerimde çok etkisi oldu. Bizim kuşaktan pek çok kişi gibi Indiana Jones yahut o dönemler çok popüler olup 3-4 haftada bir gösterilen Star Gate gibi filmler beni çok etkiledi yalan söyleyemem.

Benim için iş çok sonraları, üniversite ile ciddiye bindi. Eski Yunan Dili ve Edebiyatını seçmem hasbelkader değildi belki ama arkeoloji yahut tarih bölümlerini seçemediğim için böyle bir tercihte bulunmuştum.

Bizim liseden mezun olduğumuz sene, imam hatip ve meslek liselerine alan barajı getirildi. Ticaret lisesinde okuyordum ama muhasebeci veya bankacı olmak istemediğime emindim. Babamı genç yaşta kaybettiğimiz için annem ve diğer akrabalarım -çocuğun en azından bir mesleği olsun, para kazansın- diyerek beni ticaret lisesine kaydettirmişlerdi.

Bu alanda başarılıydım da ancak başkasının parasının hesabını tutmakla uğraşmak istemedim bir ömür boyu. Zaten her zaman okumayı, dil öğrenmeyi seven, tarihe, arkeolojiye meraklı bir adamdım. Kendimi bankada hayal edemiyordum.

Neyse, alan barajı getirildikten sonra bir plan yaptım, İngilizcem her zaman iyiydi, ancak mükemmel değildi. Hazırlığı olan bir bölümü yazıp orada İngilizce okuduktan sonra tekrar sınava girip Latin dili yahut Eski Yunan dili okumayı aklıma koydum.

Sultanahmet Ticaret Lisesi'nden mezun olduğum sene Afyon Kocatepe Üniversitesi, 2 yıllık Turizm Otelcilik bölümünü kazandım. İngilizce hazırlıklı bir bölümdü. Burada bir yıl okuyup geri döndüm ve sonraki sene yabancı dilden sınava girip yanlış hatırlamıyorsam 100 soruda 90 doğru cevapla sınavda derece yaptım.

Ancak alan dışı barajına takıldığım için İngiliz Dili ve Edebiyatı gibi bölümleri seçebilmem mümkün değildi. Bugün düşünüyorum da eğer öyle bir şansım olsa kesin büyüsüne kapılıp seçer, pek rağbet görmeyen Klasik filoloji bölümlerine yönelmeyebilirdim. İyi ki baraj gelmiş!

İşte bu şekilde, sıralamada Hititoloji ve Latin dilinden sonra üçüncü tercihime, İstanbul Üniversitesi Eski Yunan dili ve edebiyatına yerleştim. Burada çok başarılı bir öğrencilik hayatım oldu. Tarihte çift anadal programına da başladım. İkisinden de mezun oldum ve Eski Yunan dilinde yüksek lisansa, bitirdikten sonra da doktoraya başladım.

Burada asistan olmayı bekledim uzun süre. Ardından ÖYP programı açıldı, puanlarım yüksekti ve eskiçağ tarihi kadrolarına başvurdum, zaten klasik filolojide meşgul olduğum konular eskiçağ tarihinin alanına göbekten bağlıydı.

Yüksek lisansta bir tarihçi olan Ksenophon'u çalışmış, doktora programında da Eski Yunan demokrasisiyle ilgili bir konu almış, onu yürütüyordum. 2011 yılında ÖYP'de ilk tercihime, Medeniyet Üniversitesi Eskiçağ Tarihi ABD'na Araştırma görevlisi oldum ve dünyalar benim oldu. İşte kısaca mesleğimi seçmem ve bu mesleğe adım atışım bu şekilde oldu. 
 

Oğuz Yarlıgaş'ın verdiği bir seminer.jpg
Oğuz Yarlıgaş'ın verdiği bir seminer

 

- Peki, sizin için öncelikle klasik filoloji, ardından da eskiçağ tarihi ne anlam ifade ediyor? Aslında tam anlamıyla bir tanım yapmak zor olsa da bu alanların önemini merak etsem, cevabınız ne olurdu?

Klasik filoloji, eskiçağ tarihi ve arkeoloji aslında bir bütündür. Antik dünyaya, Antik dünya derken Klasik Batı'yı kastediyorum, ancak bu üç alanın işbirliğiyle nüfuz edilebilinir.

Klasik filoloji size Eski Yunan ve Roma'nın dilini, kültürünü ve o dönemin dünyasını öğretir, Eskiçağ tarihinde devletlerin ve toplumların tarihlerini tanırsınız, (klasik) arkeoloji ise bu dönemden günümüze kalmış maddi kültür kalıntıları vasıtasıyla hem bireylerin hem toplumların hem de devletlerin serüvenlerini daha iyi yorumlamamıza yardımcı olur.

Bu alanlarda yer alan araştırmacıların tüm bu sahalarda kendilerini geliştirmesi, sağlıklı araştırma yürütebilmeleri için olmazsa olmazdır.


- Çalışmalarınızda, özellikle yüksek lisans tezinizde "Ksenophon'un Anabasis'inde Söylevlerin Yeri"  ve doktora tezinizde ise "Principatus Döneminde Roma Devletinin Anadoluda Oluşturduğu Sınır Boyunca Konuşlandırılan Lejyonlar" başlıklarıyla yaptığınız çalışmaların  Antik Yunan ve Roma'ya ilişkin konular üzerine eğiliyor olması bu konudaki yapılan çalışmaların yetersiz kalmasından dolayı mı ileri gelmektedir? 

Şimdi buna biraz geniş bir cevap vereyim, durumu genel olarak açıklamaya çalışayım. Eskiçağ tarihi Türkiye'de, Avrupa ve dünyadan çok farklı konumlandırılıyor. Eskiçağ tarihçisinin Yunan'dan Roma'ya, Mısır'dan Mezopotamya'ya, paleolitikten Bizans'a kadar her alanda bir fikri, bilgisi olması gerektiği düşünülüyor.

Doğrusunun bu olduğu sanılıyor. En azından ben Türkiye'de böyle bir genel hava görüyorum. Halbuki bir Eskiçağ Tarihi uzmanı, alanda çalışmaya başladıktan sonra Batı veya Doğu, yani Önasya eskiçağ tarihi alanlarından birini kendine seçmeli.

Bu da yeterli değil; ardından örneğin benim gibi Batı Eskiçağ tarihini çalışmaya başladıysa, bu alanda hangi döneme ve hangi konuya odaklanmak istediğini de belirlemeli. Ekonomi mi çalışacak, tarihçilik mi çalışacak, din mi çalışacak, yoksa ordu mu çalışacak, önce buna karar vermeli.

Eski Yunan ve Roma Tarihi bir derya. Genel hatlarıyla her konuya hakim olabilir, birkaç ders kitabı okursanız tarihsel olaylarla ilgili bilgi edinebilirsiniz. Ancak belli konulara hakimiyet geliştirmek için, örneğin sırf Roma askeri tarihinin kaynaklarına vakıf olmak için yıllarınızı vermeniz gerek.

O dönemle ilgili kaynaklara hakim oldunuz, bu sefer modern çalışmalar var. Kendinizden önce çalışma yapmış kişileri görmezden gelerek hareket edemezsiniz. Onları da dikkate almalısınız. Bu da yıllar demek. Ancak böyle bir hakimiyet sonrasında konunuzla ilgili uzman olabilirsiniz.

Bu uzmanlığı da sözgelimi Eski Yunan ve Roma tarihinin her alanı için geliştirmeniz mümkün değil. Böyle davranmayan kimse eskiçağ deryasında kaybolmaya mahkumdur, eskiçağ tarihi bir girdap olur, sizi içine alır, kaybolup gidersiniz. Uzmanlık geliştiremez, sığ sularda dolaşmaktan öteye gidemezsiniz. Bence önce bunu bir anlamak gerekir. 
 

Eskiçağ Araştırmaları Merkezi için verdiği online konferans.jpg
Yarlıgaş'ın Eskiçağ Araştırmaları Merkezi için verdiği online konferans


Şimdi gelelim benim hikâyeme. Yüksek lisans konumu, benim ilgi alanlarımı bilen Hocam Vedat Çelgin bana önermişti. Daha doğrusu bana çalışma konusu olarak önerdiği konulardan biri Eski Yunan Tarihçiliğiydi.

Ben de Ksenophon'a odaklandım önce. Sonrasında araştırdıkça Anabasis'e yoğunlaştım. Sonrasındaysa Anabasis'in ne amaçla yazılmış olabileceği, neden böyle kurgulandığı üzerine çalışmaya başladım ve literatür araştırmaları sonrasında özellikle söylevleri ve söylevleri veren karakterleri merkeze oturtarak bu sorulara cevap verilebileceğini düşündüm ve nihayetinde ortaya böyle bir çalışma çıktı.

Doktora sürecindeyse yine şanslıydım, Eskiçağ tarihinde sevgili Hocam Mustafa Sayar'ın bana önerdiği birkaç konu arasında Roma Ordusu'nun Anadolu'daki mevcudiyeti de vardı. Gerekli araştırmaları yaptıktan sonra konuya dair derli toplu bir araştırma olmadığını yahut mevcut çalışmaların 20'nci yüzyılın başından kaldığını ve ortaya yeni çıkan bulgulardan yoksun olduğunu gördük.

Bu nedenle kendime böyle bir konu seçtim. Yüksek lisansım dolayısıyla özellikle Eski Yunan klasik çağına, doktora çalışmam dolayısıyla da özellikle Roma imparatorluk dönemine dair bilgimi artırdım. Bu benim için iyi oldu ancak ben bana soran, tavsiye isteyen ve yolun başındaki arkadaşlara özellikle yüksek lisans ve doktora konularını bir bütün olarak görmelerini tavsiye ediyorum.

Yüksek lisansta çalıştığınız konunun ait olduğu dönemi, doktora seviyesinde çalışacaksanız, dönemi halihazırda biliyor oluyorsunuz. Hangi kaynakları okumanız gerektiğini, bu döneme dair hangi modern uzmanları öncelikle gözden geçirmeniz gerektiğini biliyorsunuz.

O yüzden yüksek lisans ve doktora konuları birbirlerini tamamlayacak şekilde seçilebilirse, doktora bittiğinde hangi alanda çalıştıysanız o alanın hakimi olabiliyorsunuz. Ayrı ayrı dönemler seçerseniz, iki kat daha fazla efor sarfetmeniz, yüksek lisanstan sonra doktoraya sıfırdan başlamanız gerek. Bu da özellikle doktora çalışmalarınızı uzatacaktır.


- Bilhassa sizi kendine çeken, bütün diğerlerinden ayrı olarak en çok zevk aldığınız çalışma konusu hangisi olmuştur? 

Ben yüksek lisansımı da, doktoramı da severek ve benimseyerek yaptım, her iki konu da bana yakındı. Şu anda kendimi askeri tarihe vermeye çalışıyorum. Kendimi bu alanda geliştirmek ve Roma askeri tarihi dendiğinde akla gelen isimlerden biri olmak istiyorum.

Bu esas uzman olmak istediğim alan. Bunun dışında Eski Yunan tarihine, erken Roma ve imparatorluk dönemi Roma'sına dair kaynakları ve çalışmaları çok zevk alarak okuyorum.

Bir yandan da geç antik döneme dair kaynakları sıraya alıyorum, zaman buldukça bu konuda kitaplar okuyorum. Geç antik dönem benim için nispeten yeni bir alan. Klasik filoloji kökenli olduğum için bu dönemler bende biraz eksikti. Eksiklerimi kapatmaya çalışıyorum o yüzden. 


- Eskiçağ tarihi çok geniş sahalar üzerine bilgi üretimi yapabiliyor, bir arkeolojik malzeme üzerinden bölge ve döneme ait sosyo-ekonomik analizler dahi gerçekleştirilebiliyor; yine aynı şekilde filolojiyi de bu saha içerisine almak mümküdür. Bu hususta vardığınız en ilginç sonuçlardan birini sorsam, kısaca en ufak bir bulgudan en çok nelere kadar vardığınızı söyleyebilirsiniz? 

Öyle vardığım çok önemli bir sonuç var mı bilmiyorum, böyle iddialı laflar etmek için sanırım daha çok gencim. Ancak aklıma genel örnekler geliyor tabi.

Eskiçağ tarihi uzaktan baktığınızda kronolojisi tam görünür, şu tarihte şunlar olmuş, şu savaşlar yaşanmış, şunlar galip gelmiş. Bunları görürsünüz. Ancak biraz daha derine indiğinizde tamamen bir bulmacayla, pek çok parçası eksik bir yapbozla karşı karşıya olduğunuzu anlarsınız.

Genel kronoloji tablosundaki bazı tarihler dahi, modern tarihçiler tarafından önerilen ve literatürde yerleşmiş tahminlerdir ve zamanla genel kabul görür olmuşlardır. Elimizde bulunan ve pek çok parçası eksik bu yapbozu bir araya getirebilmek için her geçen yıl var olan bilgilerimizin üzerine yenilerinin eklendiğini ifade edeyim.

Arkeolojik kazılar, epigrafik ve numismatik bulgular, çok sık değilse de arada bir ele geçen papirüsler yahut mahzenlerde çürümekten kurtarılan yeni elyazmaları, ki bu çok daha az rastlanır bir durumdur, antikçağdaki bazı olaylara bakışımızı değiştirecek, bazı olaylarla ilgili bilgilerimizi artıracak türden yeni kanıtlar sunarlar.

Örneğin tüm antikçağ boyunca ve özellikle ortaçağdan rönesansa, 19'uncu yüzyıla kadar Ksenophon'un objektif bir anlatım sunduğu düşünülür, Ksenophon'un verdiği bilgiler el üstünde tutulurdu. Ancak 19'uncu yüzyılda Mısır'da bir papirüs bulundu ve bu papirüste Ksenophon'la aynı döneme dair bilgiler veren bir başka tarihçinin kayıtlarına rastlandı.

Bu tarihçinin aynı olaylara dair anlatılarının antik dönemde saygın tarihçiler tarafından Ksenophon'unkilere tercihen kullanıldığı ve Ksenophon'un bazı olayları muhafazakâr bir aristokrat olarak yanlı şekilde aktardığı anlaşıldı. Günümüzde Ksenophon'a bakış bu nedenle oldukça değişmiştir. 

Bir başka örnek de yapboz tamamlamaya dair. Roma lejyonlarını herkes bilir. Lejyon tarihçelerini çıkarmak tam bir bilgi avıdır. Kaynaklardaki bilgi kırıntılarını Akdeniz dünyasının çeşitli yerlerinde ele geçen asker yazıtları, numismatik ve papirüs verileriyle birleştirmeniz ve lejyonların görev yaptıkları kışlaları, seferleri ortaya çıkarmanız gereklidir.

Bazı lejyonlar cumhuriyet döneminde kurulmuş, değişiklikler geçirerek 5-6 yüzyıl varlıklarını sürdürmüşlerdir; ancak bu tarihleri boyunca kendilerine dair net bilgilerimiz pek azdır.

Örneğin efsanevi 9. Lejyon bir anda tarihten kaybolup gitmiştir. Bir gün Akdeniz'in bir köşesinde yeniden ortaya çıkacak bir mezar yazıtı, lejyonun kaderine ışık tutabilir. Küçük bir sikke üzerindeki kısacık bilgiler, lejyonun görevleri hakkındaki bilgilerimizi değiştirebilir. 


- Sizi en çok etkileyen yahut hayatınızın bir dönüm noktası olarak kabul edebileceğiniz hocalarınız kimlerdir? Bu kişilerin ne gibi yararlarını gördünüz? 

Hocalar bakımından çok şanslıyım. Klasik filoloji bölümünde tüm hocalarımız bizleri sonuna kadar desteklerdi, halen de destekliyorlar. Yüksek lisansı, rehberliğinde yaptığım Vedat Çelgin, eşi Güler Çelgin, Eski Yunancayı bana ilk öğreten Emel Karayel, hepsine minnettarım.

Öte yandan Erendiz Özbayoğlu, Bedia Demiriş ve Çiğdem Dürüşken de hayatımda önemli etkileri olan isimler. Özellikle kariyerimin gelişimi bakımından Çiğdem Hocamın katkısı son derece önemli olmuştur. Genç yaşta bizlere güvenip Eski Yunanca ve Latinceden çeviri yapmamıza imkân tanımış olması ve sonrasında üzerimize daima kol kanat germesi, bizler için çırpınması ve öğrencilerinin iyi yerlere gelmesi için çaba sarfetmesi, hepimizin hayatını olumlu etkilerken bizlere de iyi örnek oldu.

Öte yandan yüksek lisansta danışmanım, doktorada da tez izleme komitesindeki hocalardan biri olan Vedat Bey'in de metodolojik açıdan çok katkısı oldu. O da, eşi Güler Hanım da hiçbir zaman desteklerini esirgemediler, sağolsunlar.

Doktora aşamasında tez danışmanım Mustafa Sayar'dı. Mustafa Bey'i lisans döneminden beri tanıyordum, derslerini almıştım ancak 2012 yılından itibaren çok daha yakından tanıma şansım oldu. Hoca dünya çapında bir bilim insanıdır ve öğrencilerini desteklemekten, onların ufkunu genişletmekten hiçbir zaman geri durmaz.
 

Prof. Dr. Mustafa Hamdi Sayar.jpg
Prof. Dr. Mustafa Hamdi Sayar


Bazen sayfalarca kitap okuduğunuz, saatler haftalar harcadığınız halde yakalayamadığınız bakış açısını bir hoca size beş dakikalık bir konuşmayla kazandırır. İşte Mustafa Bey de öyle bir hocadır.

Mustafa Bey'le mesaimizde Türkiye'nin çeşitli yerlerinde, sahada eskiçağ tarihi çalışmayı öğrendim. Dünya'ya açıldım. Tüm dünya ile irtibatı olan birinin yanında asistan olmanın avantajlarını sonuna kadar yaşadım.

Doktora çalışmamın öncesinde ve bu çalışmalar sırasında Almanya'da bulundum. Tüm bu kapıları bana açan da danışmanım Mustafa Bey'di. Hoca o kadar yoğun çalışır ki, aynı odada çalışmamıza rağmen bazen onu günlerce göremediğim, gördüğüm zamansa araya girip konuşamadığım olurdu.

Şimdi, Medeniyet Üniversitesi'nde o günleri biraz özlüyorum açıkçası. Medeniyet Üniversitesi'ine geçmeden önce az da olsa tanıdığım ama nasıl biri olduğunu pek bilmediğim, teşvik-i mesaiyle beraber ise daha önce böyle tanıyamamış olduğuma, hatta yüksek lisans, doktora danışmanım olmadığına hayıflandığım bir isim de Turhan Kaçar'dır.

O da tıpkı Çiğdem Hanım gibi yorulmadan öğrencileri için çırpınan, bilgili ve donanımlı biri. Dediğim gibi hocalar açısından çok şanslıyım! 
 

Prof. Dr. Turhan Kaçar.jpg
Prof. Dr. Turhan Kaçar

 

- Alanınız ile alakası olması zaruri olmaksızın, önerebileceğiniz, yaşamınızda etki yaratan 3 kitabın isimlerini rica edebilir miyim? 

Kitap önerisi olarak değil de hayatımda beni etkileyen kitaplardan bazılarını söyleyeyim. Lise edebiyat öğretmenimiz sayesinde tanıştığım ama o zamanlar çok bir şey anlamadığım, çok içine giremediğim Homeros'un destanlarının sonradan hayatımda çok başka bir anlamı oldu.

Klasik Filoloji dünyasının adeta kutsal kitabıdır bu destanlar. Dönüp dönüp okuduğum ve çok sonraları anlamaya, zevkine ermeye başladığım kitaplardır.
 

Mazlum Beyhan.jpg
Mazlum Beyhan, Rus edebiyatının unutulmaz eserlerini Türkçeye kazandırdı


Öte yandan Dostoyevski kitapları da beni hep çok etkilemiştir. Özellikle Mazlum Beyhan'ın çevirileriyle o kitapları alıp bitirmeden rahat edemediğimi hatırlıyorum.

Rus romanlarının o karamsar ortamı karakterimi de etkiledi büyürken. Bunun dışında Türk eEdebiyatını da çok sever, okurdum. Şu anda pek vakit bulamıyorum ne yazık ki. Ama pek çok kişi gibi Orhan Pamuk'un yeni kitabını heyecanla bekliyorum.
 

Orhan Pamuk AA.jpg
Orhan Pamuk / Fotoğraf: AA


Pamuk'un Cevdet Bey ve Oğulları kitabını da ilgiyle okuduğumu hatırlıyorum. Kendisi çok çeşitli şekillerde eleştiriliyor, bu romanı Thomas Mann'ın bir kitabından arakladığı bile ifade ediliyor ancak yakın dönem Türkiye tarihine tanık olmuş bir ailenin birkaç kuşağını anlattığı bu roman bence Türkçenin en iyi eserlerinden biri, yıllar geçtikçe değeri daha da iyi anlaşılacak türden bir kitap. 
 

 

- Peki, ya 3 sinema filmi…

Popüler kültürle aram çok iyi. Bağımsız sinemayı da bir ara çok takip ettim. Şu anda ikisini de boşladım maalesef, arada vakit yaratmaya ve bağımı koparmamaya çalışıyorum. Lise yıllarında Mehmet Açar'ın, Alin Taşçıyan'ın yazılarını takip etmek için her ay çıkan Sinema dergisini genellikle bir ay geriden takip ederek sahaftan alırdık böylesi daha ucuza geldiği için.
 

Alin Taşçıyan.jpg
Sinema yazarı Alin Taşçıyan


Lisede öğrenciyken kıt paramızla Çemberlitaş Şafak sinemasında her hafta film seyrederdik. Burada beni çok etkileyen filmler oldu. Sinemanın büyülü atmosferini bilirsiniz, insanı bir anda etkisi altına alıyor…

O dönemdeki filmlerden aklıma ilk gelenleri düşünüyorum, şimdi tabii sinema değeri bakımından pek ön sıralarda yer verilemez ama X Files filmi, sonrasında dizisi çocukluğumun, gençliğimin bir köşetaşı oldu, o yüzden ismini anıyorum.
 


Bunun dışında Filmekimi'nde ve If'te de sayısız film izleme şansım oldu öğrenciyken. Bunlardan ilk anda aklıma gelen, aklımda yer eden film, July Delpy'nin Paris'te İki gün adlı filmi.

A. Hitchcock'u da çok severim ve filmleri arasında seçim yapmak zor olsa da yine ilk aklıma gelen filmi, North by Northwest. İsmini anmak istediğim o kadar film, o kadar yönetmen var ki, şimdiden 3 hakkımı böyle harcadığım için üzüldüm .


- Dil öğrenme üzerine yaptığınız sık sık vurgulamaları ve Antik Yunanca alanındaki başarılarınızı da bilen biri olarak sormak isterim ki; hangi dilleri biliyorsunuz? Hangilerini öğrenmeyi çok isterseniz? Neden? 

Dil öğrenmeyi seviyorum. İlkokuldan itibaren İngilizceye özel bir ilgim vardı. 18 yaşından sonra her türlü kitabı okuyacak hale geldim. Bu da benim dünyamı inanılmaz genişletti.

Üniversitede ve sonrasında Almanca da öğrendim. Şu anda Almancayı artık eskiden olduğu gibi pek konuşamıyorum ama halen aktif olarak kullanıyorum ve alanla ilgili kitapları okuyorum.

Klasik filolojide okurken Eski Yunanca ve Latince dillerini öğrendim. Latince biraz paslandı tabii. Ama fena değil yine de.

Hedefim 40 yaşına gelmeden Fransızca da öğrenmekti, şu an 38 yaşındayım ve zaman daralıyor. Öğrenmeye başladım ama pek vakit ayıramıyorum. Vakit ayırmazsanız da bu iş olmuyor. Umarım en azından önümüzdeki yıllarda Fransızca bilgimi de belli bir seviyeye getireceğim.

Dil öğrenimi sosyal bilimlerle uğraşan insanlar için vazgeçilmez, alanınızda çıkan eserleri ilk elden ve aracısız olarak takip etmeniz gerek. Yayınları okuyabilmelisiniz. Eğer okuyamazsanız işinizi yapamazsınız. Özellikle Eskiçağ tarihinde uzmanlaşmak istiyorsanız başka yolu yok, mutlaka en az İngilizce öğreneceksiniz ve bu dilde kitapları zamanla hiç takılmadan, sözlüğe çok bakmadan okuyabilmelisiniz.

Çünkü Türkçe literatür yok denecek kadar az. Yabancı dil, yani hangisiyse İngilizceyse İngilizce, Fransızcaysa Fransızca, Almancaysa Almanca size dünyanın ve modern kaynakların kapısını açan anahtar olacak.

Yoksa Türkçedeki üç beş kitaba kalırsınız. Bunların bazıları eski, bazıları yetersiz. Bir yabancı diliniz olsa dahi aynı konuda yüzlerce kaliteli kitap bir anda sizi bilgi açısından zenginleştirecek, bilgi de sizi güçlü kılacaktır. Yabancı dille aranız yoksa zaten eskiçağ tarihinin kapısını hiç zorlamayın, tutunamazsınız. 


- Sizi tanıyan yahut tanıyacak olanlar için yayınlarınızdan bahseder misiniz?  Özellikle biz eskiçağ tarihi üzerine çalışamalar yürüten gençlere ne gibi tavsiyeleriniz olur?

Öyle çok bahsedilesi yayınlarım yok henüz, kendi halinde bir akademisyenim ve kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Kaynak dilden bir iki çeviri yaptım, bir de İngilizceden Eski Yunan tarihine dair bir ders kitabı çevirim var.
 


Bunların dışında akademi öncesinde çeşitli yayınevlerinde çalışırken ve sonrasında yani akademiye adım attıktan sonra da devam ettirdiğim bir meşgalem daha var. Alanımla ilgili kitaplara editörlük yapıyorum.

Bu aralar ağırlıklı olarak Roma askeri tarihine dair yazılar yazıyorum. Birkaç tanesi yayımlandı, birkaç tanesi de sırada bekliyor. Roma askeri tarihiyle ilgilenenlere tavsiye ederim, uluslararası literatüre bakmadan önce yönlendirici ve bilgilendirici olabilir.

Gençlere tavsiyelere gelince, ben de henüz genç sayılırım ama en azından lisans, yüksek lisans, doktora aşamalarında olan arkadaşlara yönelik belki faydası olabilecek bir şeyler söyleyebilirim.

Öncelikle daha önce de belirttiğim gibi, hangi alanda çalışacağınıza karar vermeye çalışın, mutlaka lisans döneminde bir yabancı dili çok iyi öğrenin. Sonra gerisini de getirin.

Kaynak dilleri ihmal etmeyin. Belki oturup kaynak çevirecek kadar öğrenmek zor olur ama en azından bir diğer yabancı dilin yardımıyla takip edebilecek durumda olmanızı tavsiye ederim.

Azimli olun, hemen üniversitede kadroya yerleşmeyi ummayın. Ben 6 sene bekledim. Arkadaşlarım hayata atıldılar, para kazandılar, askere gittiler, evlendiler, çoluk çocuğa karıştılar ama ben yerimde saydım.

Zengin bir ailenin çocuğu değilim. Neyse ki babadan kalma bir ev ve bizi geçindirecek bir maaş vardı. Burslardan yana da şansım yaver gitti. Çalışkan bir öğrenciydim ve her türlü bursu kovaladım. Tüm bunlar sayesinde 6 sene kadro bekleme lüksüm oldu ve sonunda şans bana da güldü.

Şimdi istediğim işi yaparak hayatımı idame ettirebiliyorum. İnşallah herkes böyle bir mutluluğu tadabilir. Gençler de umutlarını tüketmesinler, umudun tükendiği yerde hayat olmaz.

Hayalleriniz için çalışıp çabalamalısınız, akademik dünyada dönen dedikodulara çok kafa takmayın, doğru bildiğiniz yoldan şaşmadan hedeflerinizin peşinden koşun.

Yeter ki kendinizi geliştirin, siz donanımlı bireyler olduktan sonra gerisi kolay. Son olarak ülke standartlarını değil, dünya standartlarını göz önüne alın ve kendinize buna göre hedefler koymaya çalışın…


- Röportaja katılma teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür eder hem akademik hem de reel hayatınızda başarılar dilerim. 

Ben teşekkür ederim. Akademik hayatım benim tek hayatım. Böyle yaşamak isteyen herkesin bu duyguyu tatmasını dilerim. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU