Ölüme terk edilen yaşamlar: Kongo ve nekropolitik düzen

Sare Şanlı Independent Türkçe için yazdı

Profesyonel bir katil düşünün: kurbanını açıkça değil; sessiz, sistematik ve ince yöntemlerle yavaş yavaş yok eden bir katil.

Sağlık kaynaklarını kurutur, ölümcül hastalıkların zeminini hazırlar, ruhu çökertir; öyle ki kurban son nefesini verdiğinde ardında belirgin bir iz kalmaz.

Katil, kimse tarafından suçlanmayacağını bilmenin rahatlığıyla yeni cinayetler planlar.

Bugün Kongo'da işleyen mekanizma, tam olarak bu sinsi katilin prototipidir.

Halkın bir kısmı doğrudan çatışmalarda hayatını kaybediyor; ama kalan milyonlar daha sinsi bir kaderi paylaşıyor: Madenlerde toksinlerle zehirleniyor, tecavüzlerle ruhları çalınıyor, basit hastalıklar tedavi edilemiyor, sürekli göç etme zorunluluğu yüzünden ölüme bir adım daha yaklaşıyorlar.

Kongo, Achille Mbembe'nin nekropolitika dediği -egemen gücün kimin ölüme terk edileceğine karar verdiği-bu sistematik imha pratiğinin devasa bir laboratuvarıdır.

Küresel aktörler, şirketler ve bölgesel maşalar (Ruanda, Uganda ve yolsuz Kongo yönetimi) ellerini temiz tutuyor; ama aynı sinsi mantıkla yeni kurbanlar üretmeye devam ediyorlar. 

Söz konusu nekropolitik düzen, fiziksel yok oluşun yanı sıra, toplumu içten çökerten biyopolitik bir silahı sistematik olarak kullanıyor.
 

Tecavüz, uzun süredir Doğu Kongo’da devam eden çatışmaların bir özelliği haline geldi
Tecavüz, uzun süredir Doğu Kongo’da devam eden çatışmaların bir özelliği haline geldi

 

Toplu tecavüzler

Amerikan Halk Sağlığı Dergisi'nde yayımlanan araştırmaya göre, 2006 ve 2007 yıllarında 12 aylık bir süre zarfında 15-49 yaş aralığındaki 400 bin Kongolu kadın tecavüze uğradı.

2011 yılında yapılan bir araştırma ise ülke genelinde her gün 1152 kadının (saatte 48 kadın) tecavüze uğradığını belgeledi. 

Başta Ruanda destekli M23 olmak üzere, ülkenin doğusundaki yüzü aşkın silahlı grup köyleri basıyor.

Gözlerini kırpmadan işledikleri bu suçlarda, kadınlara, çocuklara ve yaşlılara; eşlerinin, babalarının, oğullarının gözleri önünde sistematik olarak tecavüz ediyorlar.

Genç kızlar ve kız çocukları kaçırılıyor, sistematik tecavüzler sonrası gebeliğe zorlanıyor.

Cinsel şiddet, bireyin ötesinde, tüm aileleri ve toplulukları paramparça ediyor.

Tecavüz kurbanı kadınlar toplum içinde dışlanıyor, eşleri tarafından terk ediliyor.

Tecavüz sonucu dünyaya gelen çocuklar ya reddediliyor ya da ötekileştiriliyor.

Bir savaş stratejisi olarak kullanılan tecavüz, bireyi fiziksel olarak yaşarken sosyal ve ruhsal olarak yok etmeyi amaçlıyor.

Aile bağlarını, topluluk yapısını ve gelecek nesilleri hedef alan ve mütemadiyen korku yaratan toplu tecavüzler, belli toplulukların kökünü kazımaya yönelik biyopolitik bir saldırı halini alıyor.

Tecavüz ve şiddet korkusuyla kimi zaman köylerin tamamı terk ediliyor, insanlar göçe zorlanıyor. 
 

Kongo’da, Ruanda destekli M23 isyancılarının büyük ilerlemeler kaydettiği bölgelerde çatışmalardan kaçarak göç etmeye devam eden insanlar var / Fotoğraf: Aubin Mukoni-MONUSCO
Kongo’da, Ruanda destekli M23 isyancılarının büyük ilerlemeler kaydettiği bölgelerde çatışmalardan kaçarak göç etmeye devam eden insanlar var / Fotoğraf: Aubin Mukoni-MONUSCO

 

Madenler ve yapısal şiddet: Zehirli bir miras

Dünyanın elektrikli arabalarda, telefonlarda, bilgisayarlarda ve daha pek çok elektronik alette kullanılan bataryalar başta olmak üzere diğer ileri teknoloji ürünleri için ihtiyaç duyduğu nadir elementlerin ve kıymetli madenlerin büyük çoğunluğunun çıkartıldığı Kongo madenleri, birer "ölüm plantasyonu" vazifesi görüyor.

Çünkü buradaki sistem, üretimden ziyade yok oluşu büyütüyor.

24 trilyon dolarlık maden rezervi Kongo halkı için "yaşam kaynağı" değil, "yavaş bir ölümün" ta kendisi.

Asgari güvenlik önlemlerinden yoksun maden ocaklarında, sıklıkla meydana gelen göçükler anlık ölümler dağıtırken, toksik maddeleri soluyan ciğerler ve çıplak elleriyle madenleri işleyen bedenler ağır ağır zehirleniyor.

Uluslararası şirketler "etik tedarik zinciri" vaatleriyle kamuoyunu oyalarken, Kongo'daki fiilî üretimin belkemiğini hâlâ çocuk işçiler ve silahlı gruplar oluşturuyor.

(2025 yılı verilerine göre, Kongo'da kobalt madenciliğinde yaklaşık 40  çobincuğun çalıştırıldığı belgelendi.)

Söz konusu yavaş ölüm politikasında, yaşamsal kaynaklar Kongo halkının elinden bir bir alınıyor.

Ülkenin zengin su kaynakları, daha iyi model cep telefonları uğruna kirletiliyor.

Kana bulanan nehirler ve kuraklaşan tarım arazileri Kongo halkının geçim kaynağı olmaktan çok uzak.

Dünyanın en büyük yağmur ormanlarının bulunduğu Kongo Havzası, her yıl binlerce hektarlık alanı yasa dışı kerestecilik faaliyetleriyle kaybediyor. 
 

 

Yerinden edilme 

Çatışmalar nedeniyle son 30 yılda 7 milyon Kongolu ülke içinde yer değiştirmek zorunda kaldı.

Günümüzde milyonlarca Kongolu, mülteci kamplarının ağır koşullarında salgın hastalıklar, açlık ve yokluk pençesinde yaşam mücadelesi veriyor.

Kamplardaki insanlar devletin korumasından yoksun, hukuki ve siyasi varlıkları silinmiş bir halde hayata tutunmaya çalışıyor.

Yaşamları, uluslararası yardım kuruluşlarının insafına kalmış insanlar ölümün kıyısında bekliyor.  
 

 

Kongo'da nekropolitikanın aktörleri

Kongo, Belçika'nın elinde onlarca yıl süren ve milyonlarca cana mal olan zalimce bir sömürge düzeninden sonra nihayet 1960 yılında bağımsızlığına kavuştu.

Fakat bu zafer, bir başka trajedinin başlangıcı oldu.

Bağımsızlığın sembol ismi Patrice Lumumba, CIA destekli bir suikastla susturuldu.

Lumumba yönetiminin ardından gelen Mobutu Sese Seko diktatörlüğü, ülkeyi 30 yılı aşkın bir süre boyunca ABD çıkarları doğrultusunda yönetti.

Seko sonrasında gelen liderlerle birlikte Kongo iki büyük savaşa sahne oldu.

Ruanda ve Uganda'nın Kongo'nun doğu topraklarına saldırısı ile başlayan savaşlar sözde barış anlaşmalarıyla kâğıt üzerinde son bulsa da ülkenin doğusunda yaşanan çatışmalar can almaya ve bölgeyi istikrarsızlaştırmaya devam etti.

Zayıf ve yolsuz Kongo yönetimi, dış aktörlerin güdümündeki politikalarıyla, ülkede milis grupların yeşermesi için verimli bir zemin hazırladı.

Kongo'nun madenlerinden pay almak için bahaneler üreterek ülkeye terörist gruplar aracılığıyla sızan Ruanda ve Uganda, küresel şirketler ve Batılı güçler tarafından desteklendi.

Zira bugün de asıl strateji Kongo'yu kasıtlı olarak istikrarsız tutmak, egemen bir devlet olmasını, sahip olduğu kaynakları millileştirmesini engellemek.

Kaynaklarının uluslararası aktörler tarafından düşük maliyetle ve hesap vermeden sömürülmesi için Kongo sürekli kriz içinde, zayıf ve bölünmüş bırakılmalı.

Savaş, tecavüz, açlık, zorunlu göçler bu kasıtlı istikrarsızlığın arzu edilen sonucudur.
 

Hükûmet güçleri ile M-23 isyancıları arasındaki süren çatışmalardan kaçan binlerce kişi, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin doğusundaki Goma şehrinin girişine ulaştı / Fotoğraf: Moses Sawasawa-AP
Hükûmet güçleri ile M-23 isyancıları arasındaki süren çatışmalardan kaçan binlerce kişi, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin doğusundaki Goma şehrinin girişine ulaştı / Fotoğraf: Moses Sawasawa-AP

 

Yaşam hakkı evrensel değil

Günümüz dünyasında sayısız örnek, yaşam hakkının dünyanın ayrıcalıklı kesimi için geçerli olduğunu ispatlıyor.

Gazze'de ve Sudan'da iki yılı aşkın süredir on binlerce masumun tüm dünyanın gözü önünde öldürülmesi, Doğu Türkistan topraklarında sessizce yaşanan zulüm, Kongo halkının 30 yıldır maruz kaldığı şiddet ve yavaş ölüm, bazı hayatların "değersiz" olduğunu ve "ölüme mahkûm" edildiğini gözler önüne seriyor. 

İster Batılı demokrasiler ister otoriter rejimler olsun, gücü elinde tutan yönetimler -ABD, Çin, Rusya, İsrail ve diğerleri- bu nekropolitik siyasetin varyasyonlarını uygulamaya devam ediyor.

Kovid-19 pandemisinde, Batı'nın "gelişmiş" hastanelerinde nefes alma cihazları ve yoğun bakım yatakları kıt bir kaynak haline geldi.

Bu noktada, "kısıtlı kaynakları kimin kullanacağına" dair alınan kararlar, nekropolitiğin somut bir örneğini oluşturdu: Daha genç ve sağlıklı hastalara öncelik verilerek yaşlı nüfusun hayatı dolaylı yoldan ikinci plana atıldı.

Kendi insanını dahi işine yaramadığı an harcayabilen egemen yönetimler için Afrika'nın tarihsel olarak hiçbir zaman değer görmemiş halklarını ölüme mahkûm etmek son derece olağan.


Farkındalığımız gücümüzdür

Vicdan sahibi her insan için Demokratik Kongo'da yaşananlar, ahlaki bir sınav.

Küresel ve yerel basında yeterince yer almaması bir bahane değil.

Cebimizdeki telefonları, bilgisayarlarımızı, tabletlerimizi, elektrikli araçlarımızı Kongo halkının alın teri, emeği ve kanına borçluyuz.

Telefonumuzun bir üst modelini araştırmak için harcadığımız enerjinin çok küçük bir kısmını dahi bu sistemin nasıl işlediğini anlamaya ve bu sessizliği kırmaya ayırdığımızda ilk dişliyi de kırmış oluruz.

Teknolojik konforumuz ile Kongo'da yaşanan trajedi arasındaki bağı görmezden gelmek, bu bağın varlığını ortadan kaldırmaz.

Her "alışveriş sepetimizle", her "beğeni"mizle, her "güncelleme" talebimizle yeniden ürettiğimiz aktif bir iş birliği söz konusu.

Kongo, sadece bir coğrafya değil, modern tüketim kültürümüzün karanlık kalbi ve bu karanlık kalbin her atışının bizim lüksümüz için pompaladığı kan da Kongo halkının kanı.

Bu gerçekle yüzleşmek, sinsi ölüm mekanizmasının ilk dişlisini kırmak için atılacak en insani adımdır.

Bu düzeni değiştirebilecek tek güç, farkındalık sahibi olan bizleriz.

 

 

*Achille Mbembe'ye göre nekropolitika, iktidarın "yaşamı değil ölümü yönetme" biçimidir; yani kimin yaşayıp kimin ölüme terk edileceğine karar verme yetisidir. Bu, yalnızca silahla öldürmeyi değil; insanları sağlıksız, güvencesiz, umutsuz koşullarda yaşamaya mahkûm etmeyi de kapsar. Kısacası, modern çağın yönetim biçimi artık yaşamı korumak değil, bazı hayatları yavaşça söndürmektir

Kaynaklar:

Mbembe, A. (2019). Necropolitics. Duke University Press.
Rape: A Weapon of War https://panzifoundation.org/rape-as-a-weapon-of-war/
DR Congo: 48 rapes every hour, US study finds https://www.bbc.com/news/world-africa-13367277 
Almost 80,000 flee DR Congo amid fighting, sexual violence: UNHCR https://news.un.org/en/story/2025/03/1160746
The current state of child labour in cobalt mines in the Democratic Republic of the Congo https://www.humanium.org/en/the-current-state-of-child-labour-in-cobalt-mines-in-the-democratic-republic-of-the-congo/ 
Since March 2022, successive waves of violence have displaced 4.6 million people in North and South Kivu Provinces alone https://www.unhcr.org/emergencies/dr-congo-emergency 
Amnesty International. "This is What We Die For": Human Rights Abuses in the Democratic Republic of the Congo Power the Global Trade in Cobalt. 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU