Siyasete karşı bir savaş aracı olarak hukuk: "Lawfare"

Özgür Uyanık Independent Türkçe için yazdı

Brezilya eski devlet başkanı Lula da Silva, 580 gün hapisten sonra 7 Kasım 2019'da serbest bırakıldı. 8 Mart 2021 tarihinde de hakkında verilen hapis cezası ve siyasi yasağı kaldırıldı
 

7 Nisan 2018'de tutuklanıp 580 gün hapis yattıktan sonra serbest bırakılan Brezilya eski Devlet Başkanı Lula da Silva'nın cezası kaldırıldı. 

Geçtiğimiz 8 Mart'ta Brezilya Yüksek Mahkemesi, Lula aleyhindeki tüm mahkumiyet kararlarını iptal etti.

Yüksek Mahkeme, Lula'ya ceza veren yargıç ve savcının taraflı davrandıkları iddiası nedeniyle soruşturmanın yeniden başlatılmasını emretti. 
 

1.jpg
Brezilya eski devlet başkanı Lula da Silva, 580 gün hapisten sonra 7 Kasım 2019'da serbest bırakıldı. 8 Mart 2021 tarihinde de hakkında verilen hapis cezası ve siyasi yasağı kaldırıldı


Bu karara, Lula'ya ceza veren Yargıç Sergio Moro ile savcılar arasındaki Telegram yazışmalarının 10 Haziran 2019'da "The Intercept Dergisi"nde yayımlanması yol açtı.

Yazışmalarda Moro ile savcıların organize biçimde Lula aleyhine delil ve hüküm yaratma çabası net biçimde okunuyordu.
 

2.jpg
"Lava Jato" dosyasının medyatik hakimi Sergio Moro'nun Telegram yazışmaları Lula'ya yönelik komployu ortaya çıkardı. Aynı sıralarda Lula'ya karşı ifade veren müteahhit hakim Moro tarafından tehdit edildiğini "Folha do São Paulo" gazetesine açıkladı


Amaç Lula'yı ve partisini siyaset dışı bırakmaktı. Dilma Rousseff düzmece bir "impeachment"le başkanlık koltuğundan indirildi ve Lula'nın seçimlerde adaylığı engellendi.

Ayrıca Hakim Sergio Moro'nun, Bolsonaro yönetiminin ilk adalet bakanı olması davanın siyasi amacını ortaya koyuyordu.
 

3.jpg
Moro'nun Lula ve partisine yönelik soruşturmaları Dilma Rousseff 31 Ağustos 2016'da "impeachment" yoluyla devlet başkanlığından indirilmesine yol açtı. Gerçekte ise Rousseff hakkında hiçbir zaman bir soruşturma dosyası olmadı


Avukatlarının Lula'nın 2016'da ilk savunmasını verirken kullandıkları "Lawfare" kavramı, o dönem insanların dikkatini pek çekmemişti. 

Bu hukuk kavramı, İngilizce "Law" (hukuk) ve "warfare" (savaş) kelimelerinin birleşiminden meydana gelir. Formundan da anlaşılacağı üzere hukuk, bir savaş aracı gibi yorumlanmaktadır.

Biraz Clausewitz'in "savaşın, siyasetin başka yollarla devamı olduğu" sözlerini anımsatır. Fakat bana kalırsa Clausewitz iyimserdir. Zira onun düşüncesinde siyaset esastır, savaş değil.
 

4.jpg
Son yıllarda "Lawfare" üzerine özellikle Amerika kıtasında çok sayıda hukuksal çalışma yayımlandı


"Lawfare" ise modern bir harp yöntemidir. Hukuk zeminini bir savaş alanı olarak görür. Yargıçlar ve savcılar gücün ya da bir davanın askerleri, kanun ise silahıdır.

Buna göre hukuk, savaş kurallarına göre işler. Muharebe alanının düşmanla savaşmada avantaj sağladığı mantığından hareketle, isnat edilen suçlamayı kabul edecek yargıç ya da mahkemeler seçilir. 

Kullanılacak kanun silahı, düşmana uygun biçimde önceden belirlenmiştir. Bu yasa, yargı süreci başlamadan yıllar önce çizilen bir imaja denk düşmektedir.

Popülist ise kesin yolsuzluk yapıyordur; antiemperyalist ise terörle alakalıdır; sosyal eylemciyse vandallıkla ilişkilendirilir; etnik ise bölücüdür...

Bu noktada, seçilen düşmana karşı yasal silahların kullanılması için medya tarafından gerekli atmosferin yaratılması gerekir.

Medya, hukuki zulmün meşrulaştırılmasına elverişli bir ortam yaratmak için en güçlü ve en belirleyici araçtır. 

Seçilen düşmanın suçluluk karnesi "Lawfare"ı harekete geçirir.

Bundan sonrası kolaydır. Devlete hakim olanlar, neyin hukuka uygun neyin aykırı olduğunu belirlerler.
 

7.jpg
2012 yılında Paraguay devlet başkanı Fernando Lugo da Dilma Rousseff'e benzer bir yöntemle koltuğundan indirildi


Fakat bu belirleme asla nesnel değildir ve kesinlikle bir hedefe yöneliktir. İktidarı elinde tutanlar aynı nitelikteki "suçlar"ı işleseler bile benzer yargılanmaya maruz kalmazlar.

Hakim Moro vakasındaki gibi, sözkonusu olan sadece suçlamaların belirsizliği değildir. Aynı zamanda suçlamalara ait deliller bile yasal olarak sunulmaz.

Bu nedenle sanık tarafının savunma yapmasına olanak yoktur. 

Federal Savcı Alberto Nisman'ın, Arjantin Devlet Başkanı Cristina Kirchner hakkında açtığı "vatana ihanet" davası bunun uç örneklerinden biridir. 

1994'te 85 kişinin hayatını yitirdiği, Buenos Aires'teki Arjantin İsrailliler Dayanışma Derneği "AMIA"ya yapılan terörist saldırıyı soruşturan savcı Nisman, davayla ilgili herhangi bir ilerleme kaydedememişti.

Saldırıda tutuklanması istenen İran'lı diplomatlar hakkındaki interpol aramaları bile kaldırılmıştı.
 

5.jpg
Arjantin eski devlet başkanı Cristina Kirchner'e yönelik kovuşturmalar halen sürüyor


Kirchner yönetimi İran'la -içinde Almanya, ABD, Fransa ve İngiltere'nin de bulunduğu- 5+1 görüşmelerinin sürdüğü koşullarda, bu ülkeyle yeniden diplomatik ilişkileri kurma kararı aldı ve ortak bir komisyon oluşturarak AMIA saldırısını birlikte araştırmak için anlaşmaya vardı (fakat bu hiçbir zaman uygulamaya geçmedi).

Bunun üzerine Savcı Nisman, Başkan Kirchner ve Dışişleri Bakanı Timerman hakkında teröristlerle işbirliği yaparak soruşturmayı engellemekten "vatana ihanet" iddianamesi hazırladı. 

Böyle bir suç isnadıyla Kirchner'i hapsetmek mümkün değildi. Bu defa onu, Savcı Nisman'ın intiharıyla ilişiklendirerek iyice karanlık bir olayın parçası haline getirip siyaset dışına itmeyi hedeflediler.

Kısa süre sonra başkanlık koltuğuna oturan Mauricio Macri, Senato'nun onayına sunmadan Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı acil iki atamayla bu süreci hızlandırmak istedi. 

Nisman'nın hazırladığı dosya kapatıldı. Onun yerine Kirchner, on yıl önce eşi Nestor'un devlet başkanlığı sırasında Santa Cruz'da yapılan bir yol inşaatı ihalesinden yargılandı. Kısa sürede başka suçlamalar ve davalar onu takip etti. 

Kirchner olayında medyanın rolü çok açıktı. Her suçlama mahkemeden önce gazete ve televizyonlara düşüyordu.

Öyle ki medya sadece kanaat oluşturmuyor, "delil" bulup mahkemeye bile sunuyordu. Ortalıkta medyanın ulaştığı "rüşvet defterleri", "para rotaları" dolaşıyordu.

Fakat bu sırada pek beklenmedik bir gelişme oldu ve iş insanı, Arjantin'in en zenginlerinden Başkan Mauricio Macri'nin vergi kaçırdığı "Panama Pappers" belgeleriyle ortaya döküldü.

Macri Group'un, "vergi cennetlerinde" 50'den fazla offshore şirketi olduğu açığa çıktı. Fakat ne medya ne de yargı bu uluslararası skandalın üzerine yeterince gitmedi. 

Cristina Kirchner de 2019'da, Santa Cruz dosyasıyla ilgili ilk kez sanık sandalyesine oturduğunda Lula gibi "Lawfare"dan bahsetmişti.

Arjantin örneğinde görüldüğü gibi "Lawfare" iktidar boşluğundan doğmaz. Bir düzensizliğin, dağınıklığın sonucu değildir.

Aksine kurumlarda, yargıda, bürokraside gelişir. Fakat hep bir "işlevsizlik" duygusuna karşılık gelir.

Sanki demokratik mekanizmalar yeterli değilmiş, hep bir gücün zorlaması gerekliymiş gibi bir hava yaratılır.

"Lawfare" rejimin kendini koruma refleksi, anayasal düzenin ve siyasal hakların kesintiye uğradığı bir müdahale, bir darbe değildir. 

Eğer öyle olsaydı doğrudan rejimin muhafızları tarafından yapılırdı. 

Oysa "Lawfare", değişik iç ve dış mekanizmalarla beraber, bir siyasal otorite tarafından rejime dayatılır. Rejime kendisini "belirli bir düşmandan" korumasının gerekliliği hissi verilir. 

Bu noktada "yargının siyasallaşması" başka bir inceleme konusu olmakla beraber şart değildir. Önemli olan yargı mekanizmalarının amaca hizmet edecek kişiler tarafından doldurulmasıdır.

Bu nedenle eski Başkan Cristina Kirchner'e yönelik hemen tüm dava dosyalarının Savcı Claudio Bonadio'nun elinden çıkmış olması tesadüf sayılmaz. 

Düşmanı, suçlamayı, zamanlamayı seçen bir siyasal otorite, uygun mahkeme ve savcıyı da belirlemekte zorluk çekmez.

Ekvador eski Devlet Başkanı Rafael Correa'ya, tam da seçim öncesinde verilen ceza örneğinde görüldüğü gibi, "Lawfare"da suçlama ile yargılama zamanı birlikte anlam kazanır.

Yüksek Mahkeme 7 Eylül 2020'de, Correa'ya, geçtiğimiz 7 Şubat'ta ilk turu gerçekleşen seçimlere katılımını engellemek için 8 yıl hapis cezası ve 8 yıl da siyaset yasağı verdi. 

Correa'ya yönelik kovuşturmaların sayısı on beşi buluyor. Ayrıca Lenin Moreno yönetimi 2018'de Correa hakkında düzmece bir nedenle interpolden yakalama emri çıkarmaya kalkışmıştı.

Bunu başaramayınca bir kararnameyle Correa'yı "darbe yapmaya teşebbüsle" suçladı.
 

6.jpg
Ekvador eski devlet başkanı Rafael Correa'nın yeniden seçimlere katılmasını engellemek için kısa süre önce Yüksek Mahkeme tarafından siyaset yasağı konuldu


"Lawfare" kavramı ilk kez, John Carlson ve Neville Thomas Yeomans tarafından yazılan; 1975 tarihli "Whither Goeth the Law: Humanity or Barbarity" başlıklı bir makalede geçti.

Toplumsal adalet anlayışları üzerine bir inceleme olan bu makale, hakikat arayışının yerini mahkemelerde yürütülen bir tür "savaş"ın aldığını söylüyordu.

2001'de ABD Hava Kuvvetleri Generali Charles Dunlap'ın, "Duke Law School"da bu konu üzerine bir makalesinin yayımlanmış olması "Lawfare" ile modern askeri teori arasında bir bağ olduğunu kanıtlıyor.

General Dunlap, 2007'de Washington Times'da bir başka yazısında, "Lawfare"ı gerçek olayların manipüle edilmesi yoluyla yasaların savaş mantığıyla kullanılmasına dayandırdı.

Harvard'lı Antropolog John Comaroff ise; "Sömürgecilik, Kültür ve Hukuk" adlı kitabında "Lawfare" ile sömürgecilik arasında yöntemsel bir bağ olduğuna işaret ediyor.

Comaroff eserinde, Avrupa ülkelerinin 19'uncu ve 20'nci yüzyıllarda Afrika'da hukuku kullanma biçimlerini analiz ediyor.

Avrupalıların bu kıtada, eski sömürgelerindeki halkları kendilerine tabi kılmak veya kontrolünü elde etmek için yasaları nasıl "Lawfare" mantığıyla uyguladıklarını anlatıyor. 

"Lawfare"ın Latin Amerika ya da Afrika gibi eski sömürge topraklarında ya da geçmişi dış destekli darbelerle dolu ülkelerde gerçekleşmesinin bir tesadüf olmadığını anlıyoruz.

Sömürgeci yönetme biçimlerinin yerel egemenler tarafından kopyalanması sıklıkla rastlanan bir durumdur.

Muhaliflere yönelik baskı ve kovuşturmaların hangi mekanizmalar tarafından işletildiğine dikkat etmek gerekir. 

Burada önemli olan "Lawfare"ın istisnai bir yöntem değil bir yönetme biçimi olduğunun kavranılmasıdır. 

Hukuk dışılık ya da bir darbe değil, ancak temel hakları etkisizleştiren bir hareket:

Geriye çevrilmezse rejim değişikliğine giden bir yoldur "Lawfare".

Lula, mücadelesini başarıya ulaştırmasını üç kuvvete dayandırıyordu:

Direncimi hesaba katmadılar. Toplumsal hareketlerin, işçilerin ve ülkenin farklı yerlerinden gelen insanların koşulsuz desteğini hesaba katmadılar. Uluslararası siyasi ve hukuk camiasının olağanüstü tepkisini hesaba katmadılar. 

Fakat bana kalırsa Lula ya da Cristina, kendilerine yönelik yargı süreçlerini öncelikle doğru kavramlarla tanımlayabildikleri için geriye çevirebildiler. 

Bu yeni tanımlama, kovuşturmaların geçmişteki uygulamaların bir tekrarı olmadığını ortaya koydu. Suçlamalar eski fakat yöntem yeniydi. 

Bunun varacağı yeri tüm topluma göstererek komployu alt ettiler, kolaycılığa kaçıp eski sloganları tekrar ederek değil...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU