Beşiktaş'ın Gizli Tarihi

Ömer Ayhan Independent Türkçe için yazdı

Beşiktaş'ın Gizli Tarihi'ni okurken, muadili olabilecek kitapların ne kadar az olduğunu üzülerek fark ettim.

Semt monografilerini kuşbakışı yoklasak bile, karşılaşacağınız rakam beni haksız çıkarmaya yetecektir. Gelgelelim Beşiktaş'ın Gizli Tarihi sahiden de gizli kalmış bir tarihin dışavurumu.

Beşiktaş'ın Gizli Tarihi'ni benzerlerinden ayıran kimi özellikler var. Duygu Güles K.'nın doğma büyüme Beşiktaşlı Fuat Kökek'le 'söyleşi' yapması, metne gözardı edilemeyecek bir derinlik katmış.

Söyleşinin, geçmişe yönelik kitap çalışmalarında kışkırtıcı bir yöntem olduğunu düşünüyorum. Sorunun soruyu doğurması hafızayı tetikleyip, görünüşte uçup gitmiş birçok anının da küllerinden doğuşuna ön ayak oluyor.

Bir söyleşiyi zenginleştiren ve okurca gözlenen öncelikle cevaplardır ama soruları hazırlayanın yazarla aynı dili konuşması çıtayı daima yükselten bir unsur.  

Nasıl bir kitap Beşiktaş'ın Gizli Tarihi?

Benzerlerinden nerede ayrılıyor?
 


Öncelikle sadece insanı odağına almayışıyla farklı. Söz gelimi hayvanlara ayrılmış sayfalar var kitapta.

Üstelik sokak hayvanları denilince hemen aklımıza gelen kedilerden ve köpeklerden ziyade kuşlar ve atlar öne çıkıyor.

Burada zaman dilimini belirtmekte fayda var. Fuat Kökek'in çocukluğunun hatırlayabildiği dönemini baz alırsak kabaca 1955 ve sonrası diyebiliriz.

Açıkçası okurken çok şaşırdığım bölümler oldu. Çünkü 1950 sonları ve 1960'lar sizi bilmem ama benim için çok da eski bir dönem sayılmaz.  

1974 ve sonrasını gayet iyi hatırlıyorum. Üstelik o yıllardan beri Beşiktaş'a çok yakın bir semtte ikamet ediyorum. Öyle ki Beşiktaş benim için neredeyse hemen her gün birkaç saatimi geçirdiğim bir yer.

Anılan onca sokak, cadde arasında bir tane bile bilmediğim bir adrese rastlamadım. Ama benim bildiğim 1970 ortalarındaki Beşiktaş bile kitapta anlatılanlardan uzak bir mahalle.

Bir iki ayrıntı dışında bana masal gibi gelen bir Beşiktaş'la karşılaştım. Kuşbazlar diyarı Beşiktaş. Bostanlar diyarı Beşiktaş. Sonra atlar; atlar olunca ahırlar.

Ahşap ve kâgir evleriyle henüz bir inşaat alanı değil, kafeleriyle bir buluşma merkezi değil, saf bir doğa parçası. Böyle olunca nostalji elini kaldırıp bizi geçmişe sürükleyecek ama burada nostaljiden fazlası var.

Kitaptaki nostalji duygusu elbette anlatıcıdan kaynaklanıyor. Ama anlattıklarını okurken sadece 'Nerede o eski güzel günler' demek biraz zor.

Anılarıyla bizi bir kuyuya indiriyor Fuat Kökek. Nostaljinin demir attığı yer orası. Hissettirmekten fazlasını yapıyor, bizi nostalji üzerine düşünmeye âdeta 'zorluyor'.

O eski güzel günlerin ardındaki devasa boşlukla göz göze geliyoruz. Beşiktaş'ın Gizli Tarihi'ni okurken nostaljinin kapanmayan, yeri doldurulamayan bir boşluk olduğunu hissettim.

Ailenizde en yakın olduklarınızı kaybedersiniz, anneyi, babayı, evladı, kardeşi ve yerini hiçbir şeyle ikame edemezsiniz.

Son derece ilginç amcasıyla at üstünde Beşiktaş'tan Eminönü'ne giden bir çocuk için bütün bu kentsel dönüşümler travmatiktir. Başka türlü olabilir miydi?


'Boğaz'ın balıkları' diye bir başlık açsak, zorlanmadan üstesinden gelebiliriz. Lüfer, palamut diye saymaya başlarız. Fuat Kökek de sayıyor, ama bilmediklerimizi, duymuş olsak da göremediklerimizi de sayıyor.

Zamanın mekâna yayılırken her şeyi zenginleştireceğini düşünürüz, ancak şehirleşmenin bir yap-boz olarak algılanıp uygulandığı coğrafyalarda tam tersi olmuş, Beşiktaş'ın başına gelen de bu.

İstanbul'un kuşları dese,k iş biraz çatallanacak. Belli başlı türleri sayarız, sonrası uzmanlığa girer.

Peki, 'Beşiktaş'ın Kuşları' diye bir başlık açsak, günümüz koşullarında bunun bir karşılığı olabilir mi?

Bu başlığı temellendirmek için kitabın sayfalarını çevirmek gerekecek. Bir kuşbaz diyarıymış Beşiktaş.

Evlerinde, bahçelerinde kuş besleyen, onları yarıştıran, bu uğurda kimisi hiç evlenmemiş insanlar.

Kuşlara adanmış, belki anlaşılması güç, neredeyse sinematografik hayatlar. Her yere ellerinde kafeslerle giden insanlar.

Bostanlarda beslenen atlar. İtalyan sinemasının ilk altın çağını, Yeni Gerçekçiler'in filmlerini anımsatan doğal bir plato gibi anlatılmış Beşiktaş.

Yoksulluk, suç, her şeye rağmen oyun oynayan çocuklar. Sıradan gibi görünenin büyüsü. 


Şaşırtıcı bir okuma deneyimi diyeceğim, nedeni de şu: Fuat Kökek'in anlattıklarını okurken aklım başka kitaplara gitti.

Bilhassa Osman Cemâl Kaygılı'yı andım. Aygır Fatma romanında Beşiktaş'ın teneke evlerini, kitapta sık sık geçen, bostanlarla kaplı tamamen kırlık Fulya Mahallesi'nin Arnavut bahçıvanlarını uzun uzadıya anlatır.

Gelgelelim 1930'ların dünyasıdır anlatılan. Fuat Kökek'in çocukluğu, sonradan pişmanlık duyacağı sapanla kuş avlama, ata binme gibi bugün birçok sayfiyede gerçekleştirilemeyecek edimlerle dolu.

1958'lerin hatta 1960'ların anlatıldığı mahallede, Aygır Fatma'daki Beşiktaş'ın neredeyse birebir replikasını okumak beni şaşırttı.

Demek 'yapısöküm' on senenin içinde, şıpın işi gerçekleşmiş. Domino taşlarının peş peşe yere serilişi gibi.

Fuat Kökek bunu 6-7 Eylül'deki 1955 travmasından başlatıyor, akabinde 1957 Aksaray yıkımı ve sonrasında İstanbul'un hemen her mahallesine sirayet eden müteahhit talanı.

Adnan Menderes dönemin başbakanı ve İstanbul 'ne yazık ki' özel ilgi alanı. Beşiktaş da bundan en acı biçimde payını almış.

Fuat Kökek, Migros kamyonunun mahalleye girişini de milat olarak almış. Kapitalizmin gözle görülür ilk hücumu diye okuyabilir miyiz?

Bunun için evler istimlâk ediliyor, bostanlar, bağlar bahçeler, yetmiyor yazlık sinemalar iç ediliyor, bir yıkımı diğeri takip ediyor.

Safiye Erol'un yayımlanan ilk romanı Kadıköy'ün Romanı'nda da Kadıköy âdeta bir doğa parçası gibi anlatılmıştı.

Ahşap evler, kırlar, Kurbağalıdere gazinoları. Yazarın çizimlerini görünce kitabın ileride bir efemera olacağını söylemek kehanetten sayılmamalı.

Kökek'in karikatürle çizgi roman arasında konumlanabilecek stilize çizimleri anlatılanı dokunulur hâle getirmiş.


Beşiktaş'ın Gizli Tarihi'ni benzer kitaplardan ayıran bir başka nokta da suç kavramı.

Zira Fuat Kökek mahallenin yeraltı dünyasına da girmiş, zamanın kopuklarını, ağır abilerini, civarın kaçıklarını yakından tanımış, öyle ki bize tek tek isimlerini ve unvanlarıyla müsemma çılgınlıklarını tafsilatlı anlatıyor.

Beşiktaş'ın tekinsizliği de, bıçkınları ve karanlık işlerle uğraşan tayfasıyla, esrarkeşlerin karmaşık dünyasıyla dimağımızda yerini alıyor.

Kitabın demirlediği limanlardan biri de bizde halen fazla irdelenmemiş bir alan olan Psikocoğrafya.

Büyüyüp genişleyen kent mi insanı dönüştürür, yoksa modernitenin ve artık post-modernitenin içindeki insan mı kenti dönüştürür? Belki ikisi de.

Edgar Allan Poe'nun Kalabalıkların Adamı'ndan Walter Benjamin'e, Guy Debord'dan Iain Sinclair'e, kitapta sıkça anılan Ahmet Hamdi Tanpınar'dan Demi Özlü'ye birçok yazarın ilgilendiği büyük kentlere özgü bir alanda Beşiktaş'ın Gizli Tarihi de kayda değer veriler sunuyor.

Günümüzün Beşiktaş'ından bilhassa pek bahsedilmemiş. Beşiktaş özelinde, apartmanlaşmanın yaygınlaşmadığı, her şeyin göz önünde olduğu, herkesin birbirini tanıdığı ve 'kirli çamaşırlarını' az çok bildiği, deliliğin 'serbest' olduğu, marjinalin tam da göz önünde olduğu için kanıksandığı ve kabullenildiği bir dönemden, apartman katlarıyla özel hayatların daha sıkı perdelerle kapandığı, mesafenin, yabancılaşmanın büyüdüğü ve hatta içselleştirildiği dönemlere geçtik.

İkisi arasındaki karşılaştırma okura bırakılmış. 


Bugünün Beşiktaş'ını elli yol sonra biri çıkıp yazabilir ve hiç kuşku yok ki orada da karşımıza nostalji çıkacaktır.

Zira İstanbul ne yazık ki Roma veya Montevideo gibi bir şehir değil. Yıkıcı dinamizmiyle daha ziyade Berlin'le akraba. Beşiktaş'ın bırakalım geçtiğimiz on yılını son beş yıldaki değişimi bile başdöndürücü.

Çarşıda Mado açıldığında uzun kuyruklar oluşmuştu. 1986'da Taksim'de açılan McDonald'sın gördüğü rağbetin daha küçümen bir versiyonuna tanıklık ettik.

Bugün Mado yok, çok kısa sürede tarih oldu. Kafeler, lokantalar peş peşe açılıp kapanıyor.

Beşiktaş, 24 saat açık bir lunapark gibi. Gelecekte, bugünü anlatan nostalji pastoral olamayacak kuşkusuz, çok kültürlülükten de bahsedilemeyecek.

Beşiktaş'ın kuşbazları ise ancak masallara konu olabilir. Nostaljinin bile insanla arasına mesafe koyduğu bir çağa girdik.    

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU