Afrika feminist edebiyatı

Ahmet Sait Akçay Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Afrika'da sömürgeci söyleme başkaldıran anti-kolonyal ve post kolonyal edebiyatın kadınların bakış açısından yorumlanması edebiyatın çeşitliliğini göstermesinin yanı sıra geleneksel erkin eleştirisi olarak da okunabilir.

Kadınların neyi kritik ettiğini ve nasıl bir temsile itiraz ettiklerini anlamak için siyah kadın temsiline kısaca değinmekte fayda vardır. 

Negritude [Siyahi Bilinç] hareketinin öncülerinden filozof ve şair Léopold Sédar Senghor'un şiirlerinde siyah kadın idealize edilir.

Kutsanmış, yüce bir değer olarak yeniden üretilir Afrikalı kadın. Senghor'un "Siyah Kadın" şiirinden alıntıladığım şu dizeler bunu açıkça ortaya koyar: 

Çıplak kadın, siyah kadın,
Giydiğin renk yaşamın kendisi, bedeninde güzelliğin 
Gölgende büyüdüm. Yumuşaklığı ellerinin
Siper oldu gözlerime, güneşin ve yazın zirvesinde şimdi,
Alazlanmış tepenin sırtından keşfediyorum seni, Vadedilmiş Toprak
Ve güzelliğin beni kalbimden vuruyor, bir kartalın parlaması gibi.


Misyoner okullarında yetişen bir Katolik olan Senghor, siyah kadını "vadedilmiş toprak" olarak algılayarak ona "ontolojik" bir anlam atfeder.

Benzer şekilde siyah kadının yüceltilmesi lusofon edebiyatından şair Costa Alegra'da da görülür.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Postkolonyal kadın romancılar idealleştirilip ötekileştirilen kadın tiplemesini reddeder, temelsiz ontolojik bir yüce kimlik üretmek yerine kadının hem gelenekle hem de sömürgecilikle verdiği mücadeleyi yansıtarak ara bir yol seçerler. 

Afrika dini ritüellerine, değerlerine sahip çıkan kadın yazarların karşı çıktığı kadının görünürlüğünün yok edilmesidir aslında. Dini kültürlerin, hareketlerin bunda payı elbette ki yadsınamaz. 
 


Sözgelimi, Güney Afrikalı Müslüman aktivist Zubeida Jaffer'in 2005 yılında yayımladığı otobiyografik anlatısı, Our Generation [Bizim Kuşak], bu konuda çarpıcı örnekler sunar.

Jaffer, Apartheid rejimine karşı Müslüman erkeklerle omuz omuza mücadele veren Müslüman kadınların özgürlüğe katkılarının, bağımsızlık sonrasında erkekler tarafından yok sayıldığından yakınır. 

 

Afrika'nın ilk feminist romanı: Efuru

Afrika'nın ilk siyah kadın romancısı Flora Nwapa'nın ilk romanı Efuru 1966 yılında yayımlanır.
 


Nwapa, Afrika edebiyatında ilk kez kadının toplumsal ve geleneksel normlarla mücadelesini, tek başına ayakta kalabilme ve ekonomik özgürlüğünü kazanma hikâyesini anlatır.

Batılı ve feminist eleştirmenlerden yeterince ilgi görmemesinin çeşitli sebepleri vardır. Bunların başında kadın sorunlarını bir çatışma ortamında dramatize etmemesi gelmektedir.

Oysa romanın basılışından on dört yıl sonra Senegalli Müslüman kadın romancı Mariama Ba'nın [Uzunca Bir Mektup] romanı, daha çıkar çıkmaz Afrika edebiyatının klasikleri arasında gösterilmiştir. 

Kaldı ki Nwapa, Afrika'da yaygın olan kadın sünneti gibi can alıcı bir uygulamayı ilk kez edebî düzlemde dramatize eden yazardır. 
 

Afrika edebiyatında Virginia Woolf'a, "kadına ait olanın inşa edilmesi" bağlamında, en yakın yazarlardan biri olarak görebileceğimiz Nwapa, kadının deneyimlerini kültürel pratikler olarak yansıtarak, kolonyalist romanın ötelediği ve neredeyse hiç görmediği "kadının etkin rolünü" göstermesiyle sonraki kuşaklara da öncülük etmiştir.

Yerli kültürün tezatlarının yanı sıra kadına açtığı alanı da okura gösteren Efuru, itaatin ve başkaldırının sınırları içerisindeki varoluş mücadelesinin simgesi olarak okunmalıdır.
 


Nwapa, sadece Afrika'da değil, tüm dünyada kadının geleneksel değerler içinde bağımsızlığını, duruşunu ve ayakta durabilme gücünü simgeliyor.

Salt bu yönüyle bile Efuru, Afrika'nın otantik yapısını, kadının devrimci ve yenilikçi potansiyelini, girişimciliğini ve duruşunu başarılı bir biçimde temsil eder.
 


1880'li yıllarda yayımlanan Olive Schriener'in The Story of an African Farm [Bir Afrika Çiftliğinin Hikâyesi] romanını kadının başarısı olarak sunan Batı algısı, kadının aydınlanmasını, bağımsızlığını değil, dinin terbiyesi altında yükselişini dayatır.

Oysa Nwapa, Schreiner'in dönemin ırkçı söylemi "kaffir" diye ötekileştirdiği toplumun içindeki kadının varlığını ve özgüvenini anlattığı için feminist, öncü bir yazardır. 

 

Buchi Emecheta ve Anneliğin Neşesi

Diğer Nijeryalı romancı Buchi Emecheta, kadın sorunlarına yaklaşımıyla övgü alır. Emecheta romanlarında Afrikalı kadını gerçekçi biçimde yansıtır.

Emecheta'yı okurken, Afrikalı erkek yazarların yücelttiği kadının aksine, sınırlı bir alana ve seçime hapsolmuş bir siyah kadın portresi karşımıza çıkar. 

Slave Girl [Köle Kız] romanında, kardeşi tarafından satılan bir kız kardeşin hazin öyküsü işlenir; kıta içi köleliğin boyutlarını gösterir.
 


Emecheta'yı feministlerin gündemine alan romanı Joys of Motherhood [Anneliğin Neşesi] 1979 yılında yayımlanır.

Toplumsal cinsiyet bağlamında okunduğunda, kadının rolünün çocuk taşıyıcısı olduğu gerçeği ortaya çıkar.

Yazarın bağlı olduğu İbo ulusunun geleneklerine göre, kadın her şeyiyle, kazandığıyla birlikte eşine aittir.
 


Roman kahramanı Nnu Ego, anne olmaktan başka hiçbir duyguyu yaşayamaz, dışlanır, kendisini çocuklarına karşı bile köle hisseder.

Kadının değersizliğini, yalnızlığını resmeden şu satırlar, Nnu Ego'nun içinde bulunduğu sıkıntılı atmosferi yansıtmak için yeterlidir:

'Tanrım, ne zaman kendisine yetecek bir kadın yaratacaksın, tam insan, başkasına muhtaç olmayan?" diye dua etti umutsuzca.'

'…Evet, çocuklarım var, ancak onları neyle beslemeliyim? Onlara bakmak için gece gündüz çalışmalıyım, bende olan ne varsa onlara vermek durumundayım. Eğer huzur içinde ölecek kadar şanslı olursam, ruhumu da onlara vermek zorundayım… Eğer bir şeyler yolunda gitmezse, genç bir kadın gebe kalmazsa ya da kıtlık varsa benim ruhum suçlanacaktır. Ne zaman özgür olacağım?'


İdealleştirilen, kutsanan kadın imgesini bozan Emecheta, çok daha gerçekçi bir Afrikalı kadın resmini çizer.

İki yıl sonra Mariam Ba tarafından yayımlanan Uzunca Bir Mektup adlı roman, İslam kültüründe çok evliliği ve kadının mirastan mahrumiyetini dillendirir. 
 


Senegalli Ba'nın Uzunca Bir Mektup'tan sonra 1981 yılında kaleme aldığı Scarlet Song adlı romanı da geleneksel aile çatışmasının kültürel boyutlarını ortaya koyar.

Gerçek anlamda feminist bir başyapıt olarak okunabilecek romanında Ba, postkolonyal Afrika kimliğini, siyah-beyaz ayrımcılığını, gelenek/modernite çatışmasını kadının bakış açısından sunan ender yazarlardandır. 
 


Fransız yetişkin bir kızın Senegalli bir siyahla evlenmesinin dramını anlatan roman, kadının siyah ya da beyaz özgürlük sınırlarını aştığında doğabilecek çatışmaları gerçekçi bir dille anlatır.

Başlığın Nathaniel Hawthorne'nun Scarlet Letter romanına yaptığı gönderme zaten her iki romanın ana yönelimi olan kadının kültürel ve geleneksel otorite karşısındaki durumunu yeterince açıklar.
 

 

Assia Djebar: Arap kadınlarının direniş sembolü

Esas feminist çıkışı Cezayirli Assia Djebar yapacaktır. Djebar, 1985 yılında yayımladığı Fantasia: An Algerian Cavalcade (Fantazya: Bir Cezayir Süvari Alayı) Cezayir'in bağımsızlık mücadelesinde kadının yerini gerek kendi kolonyal deneyimlerinden gerekse kırsal kesimden kadınların sesinden anlatır.

Fransız sömürgeciliğine yöneltilen en sert eleştirilerden biri olan roman, uzun özgürlük mücadelesini, Fransızların ürettiği Arap kadın imajını tersyüz eder. 
 


Djebar, Fransız erkek anlatımıyla, yerli Arap kadınların hikayelerini karşılaştırmalı olarak vererek kolonyalist erkek iktidarının egemen kültürünü ortaya koyar.

Arap kadınların gördüğü zulmü, işkenceyi, korkuyu ve acıyı dramatize eden Djebar, kadının susturulan yüzünü ifşa eder. 

Djebar'ın postkolonyal edebiyata en büyük katkısı da kolonyalizmi toplumsal cinsiyet bağlamında yeniden yorumlaması ve en önemlisi de şiddet dilinin tahakküm biçiminin nasıl bir "eril bilinç" oluşturduğunu göstermesidir. 

Fantasia: An Algerian Cavalcade, mağdurun, belki de madun demek daha doğru olur, erkeklik imgesindeki yansımasıdır. 

Djebar'ın romanı, kolonyalizmin dualistik yapısını madunun bakışından yansıtan bir başyapıt olarak okunmalıdır. 

 

Tsitsi Dangarembga ve Gergin Durumlar

Zimbabveli Tsitsi Dangarembga'nın Nervous Conditions [Gergin Durumlar] adlı romanı da bu bağlamda okunabilir.

Hatta Afrika edebiyatında cinsiyet eşitsizliğini yansıtan eşsiz romanlardan biri olarak anılmalıdır.

Kolonyalizmin cinsiyet üzerindeki tahakkümünü, belirleyiciliğini gösteren roman, bir bildungsroman örneğidir aynı zamanda.
 


Romanın ana kişisi Tambu'nun eğitim mücadelesini ve eğitimin dayattıkları karşısındaki gergin hallerini yansıtır.

Sömürgeciliğin misyoner okullarıyla zihinleri nasıl işgal ettiğinin güzel bir örneği sunar Dangarembga. 

Başlığını, Sartre'ın "Yerli olmak, gerginlik durumudur" sözünden alan roman, ben anlatıcıyla kurgulanmış olup postkolonyal durumun baskıcı ve stresli politikasını bireysel, etkileyici bir hikâyeyle yansıtır.

Romanda babasına neden okumadığını söyleyen Tambu "kitapları pişirip onları kocana yedirebilir misin? Annenle otur ve temizlik yapmayı öğren" yanıtını alır.

Bunu annesine şikâyet ettiğinde ise, annesinin ona tavsiyeleri kadının durumunu göstermesi açısından dikkat çekicidir:

'Kadınlık vazifesi ağır bir yüktür' dedi. 'Nasıl olmasın? Biz değil miyiz ki çocukları karnımızda taşıyan?... Adayış gerekiyorsa, onu ilk yapması gereken sensin. Ve bu işler kolay değil; erken yaşta öğrenmelisin ki sonraki yıllarda daha kolay olsun. Kolay! Sanki hep kolaymış. Ve bu günler en kötüsü, bir yandan siyahlığın fakirliği öte yandan kadınlığın ağırlığı varken. Yavrum, sana yardım edecek olan, gücünle yükleri sırtlamanı öğrenmektir.'

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU