"Üzgünüm, Hasan Bey'i kaybettik" (3)

Celalettin Can'ın Independent Türkçe için Hüseyin Cindoruk'la yaptığı röportajın üçüncü kısmı

Fotoğraf: Independent Türkçe

Celalettin Can: Yassıada davaları Ekim 1960'da başlıyor. 15 Eylül 1961'de bitiyor. Mahkeme 11 ay gibi kısa bir sürede karar veriyor. Savcı 101 insanın idamını istiyor. Mahkeme bu insanlardan 15'i ile ilgili idam kararı veriyor. Buradan devam edelim isterseniz…

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)


Hüsamettin Cindoruk: Evet. O gün, yani 15 Eylül günü 15 idam kararı verdi mahkeme. Hatırlıyorum, 15 Eylül'de hükümler açıklanmış, aynı gün saat 15.00'te mahkeme bitmişti.

İnfazlar hemen yapıldığı için ben ve yanımda olan Avukat Orhan Cemal çok telaşlıydık. Bizi apar topar Dolmabahçe rıhtımına getirmişlerdi. Kalmaya çalıştık, direndik ama nafile…

İnfazlar Yassıada'da yapılacaktı. Anladık ki en azından idamlıkların bir kısmını infaz edecekler. Yaş haddi olduğundan, şayet bir oyun oynamazlarsa 'Celal Bayar yaşar' dediler.

Celal Bayar 78 yaşındaydı. Sonra döndük ben ve Avukat Orhan Cemal, idam kararlarına ve buna karşı neler yapabileceğimizi kendi aramızda müzakere ettik.

Orhan Cemal, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'nun, bense Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın avukatıydım. İdam kararları aynı gün saat 20.45'te radyoda ilan edildi.

Mahkeme 15 idam kararı vermişti, Ankara'da bu kararlar görüşülmüş, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın idamı tasdik edilirken, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve diğerlerinin idam cezaları müebbet hapis cezasına çevrilmişti.
 


Celalettin Can: Son duruşma gününden önceki gece Adnan Menderes'in intihar girişimi var…

Hüsamettin Cindoruk: Evet, var… Adnan Menderes kibrit kutusuna uyku haplarını saklamış, duruşmaya getirileceği günün gecesi uyku haplarını içme yoluyla intihara teşebbüs etmiş.

Zaten o günkü duruşmaya getirmediler. Hasta olduğuna dair doktor raporu vardı ama intihar demediler, 'rahatsızlandığı için gelmedi' dediler. Sonra öğrendik ki intihara teşebbüs etmiş, midesini yıkamışlar… 
 

Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan.jpg
Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan


Celalettin Can: Devam etsek...

Hüsamettin Cindoruk: Bu durum karşısında Adnan Bey'den evvel biz Hasan Polatkan ile Fatin Rüştü Zorlu'nun idamlarının infaz edileceğini anlayınca, Bab-ı Ali'ye avukatlar olarak gittik.

O zamanlar Cağaloğlu'nda Hürriyet, Milliyet gibi büyük gazeteler vardı. Ankara'dan haber almak istiyorduk. Ancak Ankara duymuyor, Ankara sağır...

Aileler uğraşıyorlar telgraf üzerine telgraf çekiyorlar affedilsinler diye, cevap yok. Ama 20.45'te ajans haberi verdi: Üç kişinin idamı tasdik edilmişti.

Avukat arkadaşlarla "ne yapacağız?" diye düşündük, Dolmabahçe'de irtibat bürosuna "İnfazlarda bulunmak istiyoruz" diye başvuruda bulunduk.

Ceza Kanuna göre sanıkların avukatları, idam kararlarının infazlarında bulunma hakkına sahipti. Kabul edildi ve Yassıada'ya gittiğimizde gece yarısını çok geçmişti.  

Yanlış hatırlamıyorsam saat sabahın belki 05.00 civarındaydı. Yassıada'da sevdiğim Yarbay Cevat Bey adlı bir Askeri Ceza Hâkimi vardı. Odasında ışıkları yanıyordu. Odasındaydı.

Gidip kendisine dilekçemizi verdik. O an bir durdu baktı bize;

 - "Üzgünüm çok geç kaldınız" dedi.

- "Nasıl geç kaldık?" deyince, rıhtımı gösterdi, bir askeri bot cellatları getirmiş, çuvallarla iniyorlardı.

- "İnfaz yapıldı" dedi.

Anlaşılan gece yarısından sonra saat 03.00'te idama mahkum edilenlerin infazını yapmışlar, saat 05.00'te cellatlar rıhtıma çıkıyordu. İş bitmiş…
 

 
Celalettin Can: Çuvallarda ne vardı, herhalde cesetler değil…  

Hüsamettin Cindoruk: Hayır urganlar, yağlı ipler, idama giderken giydirilen beyaz idamlık gömleği gibi şeyler var…  "Her politikacı bir beyaz gömlek giymelidir" demişti Özal… Kefendir bu.

Anladık ki Askeri Ceza Hâkimi Cevat Bey hakikaten üzgün. Kararı beğenmemiş. Hukuk bilgisi olan bir insan. Avukat olarak Orhan Cemal ve ben birbirimize baktık. "Peki, bunu ailelere nasıl söyleyeceğiz?"

Aileler sürekli merak ediyor. Düşündük taşındık ne yapacağız diye, çare yok ailelere gidip söyleyecektik bunu… Ama nasıl söyleyecektik, infazın yapıldığını?

Çünkü infaza giden yolda o kadar öyle hızlı gidildi ki, aynı gün idam verildiğini, Ankara'da tasdik edildiğini ve idam edildiklerini bilmiyorlar ve ayrıca değil bu kadar hızlı olacağını, idam edileceklerini düşünemiyorlar bile.

Aksine İngiltere Kraliçesi'nin faaliyete geçmesini, ABD Cumhurbaşkanı'nın telefon etmesini, bunun sonucu infazların durmasını bekliyorlardı. Affedilecekler duygusunu yoğun yaşıyorlardı.

Bab-ı Ali'de bile bu düşünce hakimdi. Böyle bir hava vardı. Ama baktık ki saat sabahın 06.30 – 07.00'si olmuş, hiçbir yerden ses seda yok. Bir taksiye bindim Hasan Polatkan'ın eşinin oturduğu apartmana gittim. Herkes ayakta, ağlayanlar sızlayanlar…

 
Celalettin Can:
Öğrenmişler mi?

Hüsamettin Cindoruk: Hayır, öğrenmemişler, merakla bekliyorlardı. Şimdi bir avukat idam edilen müvekkilinin eşine bu kararı nasıl söyler?

İçeri girdiğimde hanımefendinin başında doktor vardı. Şaşkın şaşkın bekliyordu. Beni görünce umudunu yitirmemiş bir merakla Hanımefendi,

- "Ne haber?" dedi. Şimdi olanı nasıl söylersin?

- "Üzgünüm Hasan Bey'i kaybettik" dedim.

Hanımefendi feryat figan ayağa kalktı, doktorun elini ittirdi. Çığlıklar, gürültüler… Üzüntüsü tarifsizdi. Hiç unutamıyorum çok üzgündüm. Bir şey yapamamanın çaresizliği içinde evden ayrıldım. 

Aradan 40 yıl geçti, hiç ama hiç unutamadığım cümle şu oldu: "Üzgünüm Hasan Bey'i kaybettik." Cümle bu. İçimden astılar, idam ettiler demek gelmedi.

Ağır bir şey, Allah hiçbir avukata bir idam kararının infaz edildiğini eşine haber vermeyi nasip etmesin. Uzun bir süre o duyguyu üzerimden atamadım. O faciayı, o hazin durumu hiç unutamadım. O an hala içimde bir ukdedir ama söylemek de zorundaydım.

Avukatlık görevlerinin bir gereği de bu. Acı kararları da ailelere haber vermek zorundasın. İşte darbelere ve darbelerden sonraki idam kararlarına karşıtlığım o günden sonra içime daha da işledi.


Celalettin Can: 80 darbesinden sonraydı… Elâzığ Askeri Cezaevi'nin 3 No'lu özel bölümünde toprak yüzeyinin üç metre derininde morgdan bozma özel yapılmış, altı hücreden birinde kalıyordum.

Tek tip elbise giymediğimizden gıyabımda idamla yargılanıyordum. Adaletsizliğin derinliğine bakınız… İdam istemiyle yargılama, gıyabi oluyor…  

1984 yılı Aralık ayının son günlerinden biri olmalıydı. Üst katımızda bulunan askeri mahkemenin hakkımızda karar günüydü.

Açıklanan idam hükmüme karşı, bir anda Sakine Ana'mın 38'den beri susmayan o acı ve isyan yüklü, o çığlık çığlığa yaktığı ağıtı, yerin üç metre dibine kadar ulaşmış, bizi derinden sarsmıştı…

Yaşamış bir insan olarak hanımefendiyi ve sizin içinize işleyen o çok insanca duyguyu o kadar iyi anlıyorum ki…


Hüsamettin Cindoruk: Yaşayan bilir…

 

(Devam edeceğiz)

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU