Chinua Achebe ve Afrika edebiyatı

Ahmet Sait Akçay Independent Türkçe için yazdı

Chinua Achebe / Fotoğraf: Craig Ruttle/AP

Modern Afrika edebiyatının kurucusu Chinua Achebe'yi kavramak ve anlamak için sömürgecilik ve sonrasında gelişen postkolonyal geleneği bilmek gerekir.

Bu önermenin tersi de doğrudur diyebileceğimiz birkaç yazardan birisidir Achebe. 

Şüphesiz Achebe bir dünya yazarıdır, sadece Afrika edebiyatının ebeliği yapmakla kalmamış, sömürgeci söylemin tahrif ettiği Afrika ve Afrikalılığı yeniden özneleştiren, emperyal iktidarın şiddetini edebiyatın ve sözün gücüyle ifşa eden, bununla da yetinmeyip tarih sahnesinin dışına itilmiş kıtanın karmaşık yapısını yansıtmayı bir ödev bilinciyle ilkeleştiren bir edebiyat devi olarak karşımızda duruyor. 

Bir Latin sözü vardır: "Ex Africa semper aliquid novi."

"Afrika'dan her zaman yeni bir şeyler çıkar" anlamına gelen bu söz doğa bilimci, filozof Yaşlı Pliny'e ithaf edilir. 

Buradaki "yeni" ifadesinden kasıt, şüphesiz kıtanın yer altı zenginliği, imkanları falan değildir. Afrika farklıdır, demek ister Pliny aslında.

Afrika'nın sürekli emperyal güçlerce cazip bulunmasının altında yatan sebep de bu "farklılıktır"

İşte Achebe de söz konusu veciz ifadenin somutlaşmış halidir.

Achebe'siz Afrika edebiyatı olur muydu?

Şöyle sorayım; Achebe'nin edebiyattaki etkinliğini nasıl anlamamız gerekir? 

Afrika edebiyatının altın çağı 1950'ler, Achebe'nin Things Fall Apart [Parçalanma] romanıyla şahlanışa geçer.
 


Nijerya'da boy veren 50 Kuşağı gerek şiirde gerekse düzyazıda Afrika'nın orijinal duruşunu, içkin sesini, duyarlı ve dünya edebiyatına açık formunu ve daha ötesi dünya edebiyatının merkezini kaydırarak gerek içerik gerekse biçimsel anlamda yenilikçi, özgün ve yıkıcı bir edebiyat damarı oluşturmuştur.

Diğer bir deyişle Postkolonyal edebiyatın da öncüsüdür Achebe. 

Postkolonyal Afrika edebiyatı, Afrika'nın bağımsızlığı öncesi ve sonrasında yerliler tarafından üretilen edebî eserlerle, tematik olarak beyaz kolonyal temsilleri yıkmayı hedefleyen, Afrika'yı bir değer olarak, Afrikalılığı da bir tecrübe, yaşamı ise değerler dizgesi olarak yeniden üreten, form olarak gerçekçi, bazen modernist hatta postmodernist çıkışlarla belirir, şiirde, dramada ve romanda "Afrika öznelliğini" ortaya koymayı hedefler.

Postkolonyal edebiyatın iki önemli misyonu var: Birincisi, kolonyalist yazarların ürettiği değerleri, imgeleri alt üst etmek, ikincisi ve en önemlisi, Afrika'nın tecrübesini sunmaktır.

Bir karşı çıkıştan ziyade, kendi dinamiklerinden hareketle Afrika'nın kültürel devrimini gerçekleştirmek olarak okunabilir postkolonyal metinler.

Afrika edebiyatının uluslararası tanınmasını sağlayan Heinemann Yayınları'nın Afrika serisinin öncülüğünü yapan Allan Hill, Achebe'nin Parçalanma romanı sayesinde tüm Afrika serisinin gün yüzüne çıktığını söyler. Bu sözde bir abartı yoktur. 

Postkolonyal edebiyatın duayen isimlerinden F. Abiola Irele, Parçalanma'nın modern Afrika edebiyatının kanonlaşmasında merkezi rolü olduğunu savunur.

Irele, Achebe'nin ilk kez Afrika toplum imajını kültürüyle, değerleriyle yaşayan bir mevcudiyet olarak tasavvur ettiğini söyler.

Laura Chrisman ise Achebe'nin çıkışının Batı dillerinde bir Afrika edebiyatının olabileceğini meşrulaştırdığını iddia eder.

Achebe'nin gücü, Afrika söyleminin indirgeyici yaklaşımını ve sömürgeci bakışı analiz ederken takındığı gerçekçi/sorgulayıcı tavırdan kaynaklanır. 

Öncesine bir göz atarsak; yirminci yüzyılın ilk yarısında Afrika ile ilgili okutulan eserlerin başında Joseph Conrad'ın Karanlığın Yüreği gelmektedir.  

Karanlığın Yüreği'nde Afrikalı siyahları gözlemleyen anlatıcının tavrını gösteren şu pasaj bize postkolonyal edebiyatın çıkış gerekçesini de sunar:

Tarihöncesi adam bize sövüyor, tapınıyor ya da hoş̧ geldin diyordu —kim bilebilirdi ki? ... Anlayamıyorduk, çünkü çok uzaktaydık ve hatırlayamıyorduk; çünkü neredeyse hiçbir izi ve hatırası kalmamış olan o ilk çağların gecesinde, ilerliyorduk.


Görüldüğü gibi romanda siyahlar "tarihöncesi adam" diye çağrılır, zamansa "ilk çağ".

Afrika'yı modern zamanın ötesinde görme alışkanlığı, görme disiplini demek lazım, Afrika söyleminin, Afro-romantizmin icat ettiği bir varsayımdır.

Afrika'ya gitmek, kıtayı konuşmak bir çeşit zaman yolculuğu fikrini beraberinde getiriyor nedense.

Çünkü insansız ya da primitif bir Afrika'nın ya da günümüzde de geçerli olan Afrika söyleminin gerçekliği, sömürgeciliğin de temelini oluşturuyordu. 

Conrad hızını alamaz, daha ileri gider, siyahlar hakkında fikrini anlatıcı Marlow'un şahsında iler sürer:

Hayır, insanlık dışı değildiler. En kötüsü de buydu zaten, insan olma ihtimalleri. Bu duygu yavaş yavaş çörekleniyordu içine. Uluyarak sıçrıyor, oldukları yerde dönüyorlardı, korkunç yüzlerini gösteriyorlardı.

Hatta şu noktaya bile varır, bu "vahşi ve hararetli" çığırtkanlarla uzaktan da olsa akraba olma ihtimali romanın anlatıcısı Marlow'un korkusu haline gelir. 

Burada şu can alıcı soruyu sormamız gerekir: Kimin hikayesi doğrudur?

Afrika ne Joseph Conrad'ın ne de Graham Green'in ya da Joyce Cary'nin romanlarında temsil edildi. 

Achebe'nin Afrika edebiyatındaki en önemli rolü kolonyal hikayeyi sorunsallaştırarak koca kıtanın kültür havzasına kapı aralamasıdır.

Dünya edebiyat kamusunun Achebe'yi primitif kültüre sokma çabası, Achebe'nin karmaşıklığı ve çelişkileriyle İgbo kültürünün Batı değerleriyle çatışmasını göstermesi karşısında sönük kalmıştır. 

Postkolonyalizm kitabının yazarı Robert J. Young, Parçalanma'daki antropolojik zengin içeriğin, yazılı olmayan kültürlerin de güçlü ahlaki ve toplumsal değerlerinin olduğunu kanıtladığını iddia eder. 

Achebe, Anthills of the Svannah romanının anlatıcısı şunları söyler:

Hikâye bizim refakatçimizdir. Hikâyesiz kör oluruz.

Devamında, "bizi yönlendiren ve bizi biz kılandır hikâye" der anlatıcı. 


Achebe başta olmak üzere, primitif kültürün bir parçası olarak görülen Afrika'daki toplumsal düzenin, geleneksel ahlaki değerlerin, yaşam biçimlerinin kurgusunu hatta zaman zaman karmaşık denecek kadar sistematik yapısını gözler önüne seren romancıların her biri "Afrika Aydınlanması"nın birer aktörü olarak anılmayı hak ediyorlar. 

Afrika gerçekçiliği, Batı merkezci anlatıyı, edebi gerçekçiliğin formu içinde yerle yeksan eder.

Modern Afrikalı yazarların en büyük başarısı da Joseph Conrad, H. Rider Hoggard, Elspeth Huxley, Joyce Cary, Robert L. Stevenson ve Edgar Rise Burroughs gibi romancıların kurduğu Afrika imgelemini yıkıp, kara kıtanın gerçekliğini tarihsizleştirmeden, kültürel dokularıyla yeniden üretmeleri oldu. 

Afrika gerçekçiliği, on dokuzuncu yüzyıl Batı edebiyatının gerçekçiliğine benzer bir gelişme çizgisi izler.

Modern Afrika edebiyatı sömürgeci güçlerle mücadele eden, bastırılan, ezilen halkın çığlığıdır bir yanıyla; sömürge hakimiyetinin baskıcı kültürünü yansıtarak gerek bireysel gerekse toplumsal yıkımları tam anlamıyla gerçekçilik formunda ortaya koyar.
 

Chinua Achebe Parçalanma.jpg
Chinua Achebe'nin Things Fall Apart (Parçalanma) romanının Türkçe'deki ilk çevirisi


Trajik Bir Afrika romanı: Parçalanma

Parçalanma, romanın kahramanı Okonkwo'nun trajik hikayesini konu alır. Yedi düvelde güreşiyle ünlenen kahraman Okonkwo, Umuofia köyünün lideri olur.

Başka bir köyde bir kadın cinayete kurban gidince diyet olarak alınan ve Okonkwo'nun büyüttüğü çocuğun, köyün kâhini tarafından öldürülmesi emredilir.

Çocuğun ölümünden vicdan azabı çeken Okonkwo'nun, arkadaşının cenazesinde rastgele açtığı ateş, başka bir çocuğun ölümüne sebep olur ve ailesiyle birlikte yedi yıl sürgüne gönderilir.

Sürgün dönüşünde her şeyin değiştiğini görür Okonkwo. Beyazlar misyoner faaliyetleriyle her tarafı sarmış, kilise açarak halkı Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine başlamışlar bile.

Bir arkadaşı Okonkwo'ya şöyle der:

Kadınlarımız ve erkeklerimiz yabancıların safına katıldılar. Beyazları kovmalıysak eğer, bu çok kolay olmalı, sadece iki kişiler. Ancak onların izinden gidip, güç sahibi olan insanlarımıza ne demeli?


Köyün öfkeli yaşlıları, kiliseye saldırır ve yerle bir eder kiliseyi. Bunun üzerine sömürge valisinin emriyle köyün yaşlılarıyla bu mesele görüşülür ve mahkeme onları hem para hem de hapis cezasına çarptırır.

Köyün yaşlıları mahkeme kararının ardından aralarında bu utanç verici meseleyi konuşurken, mahkeme elçisinin gelip görüşmeyi sonlandırmak istemesi üzerine öfkelenen Okonkwo, palasını çıkarır ve adamın kafasını koparır.

O esnada yalnız kaldığını anlayan ve köy ahalisinin sömürgecilerle savaşmayacağını anlayan Okonkwo, eve gider ve kendini asarak öldürür. 

Okonkwo'nun ölümünü sıradan bir vakadan ziyade, Achebe'nin vermek istediği çarpıcı mesaj olarak okumak lazım.

Sömürgecilerin işgalinden rahatsız olan Okonkwo'nun delirmesi ve intihar etmesi, kültürel şokun belki de en sert biçimidir.

Okonkwo, çözülmeyi ve yok oluşu ya da teslim oluşu kabullenemediği için kendisini asmak zorunda kalır.

Roman sömürgecilerle yerlilerin ilk karşılaşmasının şiddet derecesini gösterir. Köyün liderinin aklını kaybedip intihara sürüklenmesini, "hafıza"nın kaybı olarak okumak lazım.

Sömürgecilerin yaptığı en büyük tahribat siyahların geleneğini, dinsel ritüellerini ve değerlerini daha doğrusu kimliğini ve geçmişini yerle yeksan etmektir. 

Sömürgecilik, kendi idari yapısıyla geleneksel liderlerin, toplum önderlerinin öncü rolünü de bitirmiş olur. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU