Türkiye ile Suriye arasında yeniden şekillenmeye başlayan ilişkilerin arka planında, yalnızca karşılıklı çıkar değil, aynı zamanda bölgenin değişen güvenlik mimarisi ve küresel güç boşlukları da belirleyici rol oynuyor.
2011 sonrası dönemde Suriye, uzun süren bir iç savaşın, vekâlet savaşlarının ve dış müdahalelerin merkezi haline gelirken; Türkiye de bu karmaşa içinde hem kendi ulusal güvenliğini korumak hem de insani sorumluluklarını yerine getirmek adına sınır ötesi askeri operasyonlara yöneldi.
Fakat bu müdahaleler, zamanla daha kalıcı ve kurumsallaşmış bir yapıya evrilerek, sahada fiilî bir Türk varlığını ortaya çıkardı.
Astana süreci, Soçi mutabakatları ve sınır güvenliği operasyonları bu sürecin hukuki ve siyasi temel taşlarını oluşturdu.
2024'te Esad rejiminin yıkılması ve Şam'da yeni yönetimin kontrolü ele alması, Türkiye açısından yeni bir diplomatik pencerenin açılmasına imkân tanıdı.
Bu gelişme, hem siyasi izolasyondan çıkmak isteyen Suriye yönetimi hem de sınırlarının hemen güneyinde istikrarlı bir aktör görmek isteyen Türkiye için doğal bir yakınlaşma zeminini doğurdu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Resmî temaslar, tarafların karşılıklı olarak güvenlik çıkarlarını tanıdığı ve ortak tehdit algısında buluştuğu bir çerçeveyle şekillendi.
Özellikle PKK/YPG gibi yapıların sınır hattındaki etkinliği, iki taraf için de birincil tehdit olarak tanımlandı ve bu tehdit algısı, savunma paktı fikrinin askeri boyuttan daha derin bir stratejik işbirliğine evrilmesine neden oldu.
Ayrıca, Türkiye'nin Suriye'deki mültecilerle ilgili demografik ve insani dengeyi yeniden kurma arzusu, askeri işbirliğini sosyolojik düzleme de taşıyor.
Bu yönüyle anlaşma, yalnızca güvenlik temelli değil; aynı zamanda yeniden inşa, devlet kurumsallaşması ve toplumsal entegrasyon gibi katmanları da içinde barındırıyor.
Öte yandan, Şam yönetiminin Türkiye'nin teknolojik ve askeri kapasitesinden faydalanma isteği, özellikle hava savunma sistemleri, insansız sistemler ve sınır güvenliği teknolojileri alanında ortak projelerin önünü açıyor.
Tüm bu unsurlar, yakın tarihte şekillenmesi beklenen savunma paktının yalnızca geçici bir uzlaşı değil, kalıcı ve çok katmanlı bir stratejik ortaklık zemininde inşa edildiğini gösteriyor.
Jeopolitik konumlandırma: Türkiye'nin stratejik kazanımları
Türkiye ile Suriye arasında imzalanması beklenen savunma paktı, sadece iki ülkenin güvenlik çıkarlarını değil, aynı zamanda daha geniş bir jeopolitik düzenin yeniden tasarımını gündeme getiriyor.
Ankara, son 20 yılda bölgesel krizlere müdahil olan değil, bölgesel düzeni inşa eden bir aktör olarak ortaya çıkma iradesini giderek daha fazla ortaya koyuyor.
Bu irade, yalnızca askeri nüfuz değil; diplomatik, ekonomik ve toplumsal etkileri de içeren çok katmanlı bir güç anlayışına dayanır.
Türkiye'nin Suriye'de inşa ettiği güvenli hat, bu anlayışın sahadaki yansımasıdır.
Ancak şimdi, bu hat salt güvenlik eksenli bir savunma hattı olmaktan çıkarak, bölgesel bir işbirliği platformuna evrilme aşamasında.
Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanları üzerinden yaşanan gerilimler, Türkiye'nin güneyde sağlam bir kara ve hava savunma kuşağına ihtiyaç duyduğunu açık biçimde ortaya koydu.
Bu bağlamda, Suriye üzerinden oluşturulacak hat, Türkiye'nin sadece doğu sınırlarını değil, deniz aşırı çıkarlarını da destekleyici nitelik taşıyor.
Ayrıca, Suriye ile kurulacak savunma ortaklığı, Irak sınırından Lübnan kıyılarına uzanan bir güvenlik kuşağına dönüşme potansiyeli taşır.
Bu, İran'ın Şii hilaline karşı bir denge unsuru teşkil ederken, İsrail'in kuzeye doğru genişleyen etkinliğine karşı da caydırıcı bir pozisyon sağlar.
Dolayısıyla Türkiye, yalnızca Suriye'de değil, Levant hattının tamamında yeniden şekillenen güç dengelerinde merkezi bir konuma yerleşiyor.
Öte yandan, savunma paktı Türkiye'ye hem hava sahası kullanımı hem de üs kurma hakkı sağlarsa, bu durum askeri strateji açısından çarpan etkisi yaratacaktır.
Palmyra, T4 gibi üs bölgelerinde Türk varlığının konuşlandırılması, Türkiye'nin istihbarat, lojistik ve hava harekâtı kabiliyetini büyük ölçüde artıracaktır.
Bu aynı zamanda NATO dışı bir güvenlik ağının inşa edilmesi anlamına da gelebilir ki bu yönüyle Türkiye'nin Batı'ya karşı bağımsızlık vurgusu taşıyan çok yönlü dış politika arayışının somut bir tezahürüdür.
Küresel düzeyde bakıldığında ise, Ankara'nın bu hamlesi, ABD'nin bölgeden kademeli çekilmesiyle oluşan boşluğu doldurma kapasitesini ortaya koyuyor; aynı zamanda Rusya ile kurulan pragmatik dengenin sahadaki karşılığını güçlendiriyor.
Tarihsel olarak da değerlendirildiğinde, Türklerin Ortadoğu'ya istikrar getirme kabiliyeti yalnızca askeri başarıya değil, adil ve çok taraflı yönetişim anlayışına dayandı.
Bugün Türkiye'nin Suriye ile kurmayı hedeflediği savunma ortaklığı, bu tarihsel tecrübenin çağdaş bir yorumu olarak da okunabilir.
Yeni Ortadoğu'nun şekilleneceği bu dönemde, Türkiye yalnızca sınır güvenliğini değil; aynı zamanda bölgenin genel istikrarını belirleyen ana aktör olma yönünde kararlı adımlar atıyor.
Askerî iş birliği ve yeni güvenlik paradigması
Savunma paktı, sadece ortak düşmanlara karşı iş birliğini değil; aynı zamanda kurumsal düzeyde askeri yapıların entegrasyonunu da gerektiren bir düzlemde ele alınmalı.
Türkiye ile Suriye arasında şekillenmekte olan askeri iş birliği modeli, klasik anlamda bir saldırmazlık ya da operasyonel koordinasyon anlaşmasından öteye geçerek, stratejik güvenlik doktrini paylaşımını ve askeri kapasite aktarımını içerecek düzeye ulaşıyor.
Bu durum, Ortadoğu'da şimdiye dek görülmemiş türden bir Türk-Suriye askeri yakınlaşmasını mümkün kılıyor.
Türkiye'nin savunma sanayiinde geldiği nokta, bu paktın askeri alandaki etkisini artıracak en önemli unsurlardan biridir. Suriye ordusunun yeniden yapılandırılması sürecinde, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin modernizasyon tecrübesi, eğitim sistematiği ve özellikle yerli üretim insansız hava sistemleri, elektronik harp kabiliyetleri ve sınır güvenliği teknolojileri önemli bir rol oynayacaktır.
Bu çerçevede, ortak askeri eğitim programları, personel değişimi, akademik savunma iş birlikleri ve istihbarat paylaşımı gibi araçların hayata geçirilmesi bekleniyor.
Ayrıca, Türk yapımı İHA/SİHA'ların Suriye hava sahasında müşterek şekilde kullanılması, sınır ötesi terör tehdidine karşı gerçek zamanlı ve derinlemesine bir müdahale kapasitesi sağlayacaktır.
Yeni güvenlik paradigması, klasik "devlet dışı tehditlere karşı" konumlanan sert güç anlayışını aşan bir biçimde, iç güvenlik, nüfus hareketliliği, enerji hatlarının korunması ve altyapı savunması gibi çok boyutlu riskleri de kapsıyor.
Türkiye ile Suriye arasında tesis edilecek ortak komuta merkezleri, sınır güvenlik duvarları ve dijital gözetim sistemleri, bu kapsamlı anlayışın saha uygulamalarını oluşturacaktır.
Bu gelişmelerin Türkiye açısından stratejik önemi ise sadece güvenlik sağlamaktan ibaret değil; aynı zamanda Türkiye'nin güvenlik teknolojisi ihraç eden bir merkez ülke haline gelmesini pekiştirecektir.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish