Denizde karartı! Dağlarda duman!.. Varoluş mücadelesi!

İsmail Hakkı Pekin Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Her geçen gün yeni sorunlar ya da zaten var olan sorunların yeni versiyonlarıyla karşılaşıyor Türkiye.

Sadece Türkiye mi? Küçük, büyük bütün ülkeler; hemen hemen. Hele jeopolitiğiniz sizin gelişmenize imkan veren olanaklar sunuyorsa ister istemez birilerinin gözü sizin üzerinizde olacaktır.

Emperyalist ülkeler ve küreselciler kendilerine ortak istemezler. Her şey onlara ait olmalıdır. Tam da böyle bir süreç içindeyiz. Devamlı yeni durumlarla karşılaşıyoruz ve bu sorunları çözmeye çalışıyoruz.

Önerilen çözümler milli menfaatlerimize uygun olmadığı gibi, dışarıdan birilerinin önerdiği, işbirlikçilerin kulaklarına fısıldanan, onlar vasıtasıyla ülkenin gündemine sokulan saçmalıklar.


Dünyada büyük bir mücadele devam ediyor. ABD-Avrupa Birliği-Rusya-Çin vb. küresel güçler, güvenlik, ticaret, bilim ve teknoloji vb. alanlarda büyük bir mücadele içindeler.

Küresel güçler 21'nci yüzyılda başat güç olmak ya da öyle kalmak için her türlü tedbiri almakta ve vekaleten savaş dahil kıyasıya bir mücadele yürütmektedirler.

Bu mücadeleye sadece dünyamız değil uzay da dahildir. Söz konusu süreç ister istemez büyük bir kaos ve belirsizlik yaratmakta, bölgesel ve yerel güçler arasında çatışmalara sebep olmaktadır.

Başat güçler arasındaki dengeler sağlanıncaya kadar bu kaos devam edecek ve dünya halkları büyük acılar çekecektir.

Peki, bu süreç ne zaman bitecektir? Bunu bilemiyoruz? Ne zaman ve nasıl sonuçlanacaktır? Bir dünya savaşı olacak mıdır?

Bu ve bunun gibi sorulara şimdiden cevabını veremiyoruz. Ancak çok acılı bir süreçten geçtiğimizi ve insanlık dışı çok büyük olaylarla karşılaşabileceğimizi söyleyebilirim.


İçinde bulunduğumuz pandemi, daha önce başlayan ve pandemiyle daha da büyüyen ekonomik kriz emperyalistlerin işlerini kolaylaştıracak gibi görünüyor. Kaos sonunda yeni bir dünya düzeni ile karşılaşma ihtimalimiz yüksek gibi görünüyor.

Parayı ellerinde bulunduranlar dünyayı yeniden dizayn etmeye çalışıyorlar. Kuraklık, açlık, pandemi, savaşlar, iç çatışmalar, göçler, dini, mezhepsel ve kültürel bölünmeler yeni dünya düzeni için kullanılmakta ve emperyalizm küreselleşme ile yeni bir kolonyalizmi devreye sokmaktadır.

Devletler başarısız devlet olarak yaftalayıp bölünmekte, bölünen parçaların birkaçı o bölgenin örfüne göre bir ülke tarafından (manda yönetimi vb.) gönderilen yöneticiler tarafından idare edilecek, her parçanın başında yerel yöneticiler bulunacaktır.

Tıpkı emirliklerde olduğu gibi. Söz konusu proje Ortadoğu dahil bir çok bölgede devam etmektedir. 


Dünya çapında genel konsepti ve gidişatı bu şekilde ortaya koyduktan sonra Türkiye’nin durumunu inceleyelim. Başlıkta da yazdığım gibi Türkiye çok yönlü bir kuşatma ve saldırı altındadır.

Bir diğer ifadeyle “varoluş mücadelesi” yürütmektedir. Bu kanıya nereden vardığımı açıklamama gerek yok sanırım.

Bunca tehdit ve baskı varken, Türkiye karşıtı bir cephe oluşmuşken hala birileri bu kadar şüpheci olunmaz ya da bu bir paranoyaklıktır diyebilir.

Son günlerde söyledikleri gibi. Meydana gelen olayları, cepheleşmeyi, hak gasplarını, birbiri ardına değişik bölgelerde ortaya çıkan krizleri bir tarafa bırakın.

Batı'nın 21'inci yüzyıl projeksiyonunda gelişmiş ve bütünlüğünü korumuş bir Türkiye ile bütünlüğünü korumuş bir İran yok. Daha sonraki aşamada bütünlüğünü korumuş bir Rusya ve Çin de yok.

Ancak Ortadoğu’dan sonra sıranın İran ve Türkiye’de olduğunu unutmayalım. Tabii sonrasında da sıra Rusya ve Çin’de olacaktır.

Batı; Irak, Suriye, Kuzey Afrika vb. bölgelerde attığı ayrıştırma tohumlarının hasadını alırken bir sonraki safha için İran ve Türkiye’ye bölünme tohumlarını atmaktadır. 


Türkiye Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerinden mahrum edilmeye çalışılmaktadır. Aslında sadece Doğu Akdeniz değil Ege’yi de içine alan Akdeniz’deki hak ve menfaatlerini ifade etmek gerekir.

Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı Arap ülkeleri dahil (Katar hariç) İsrail, Yunanistan, GKRY, Fransa, bazı AB ülkelerin oluşturduğu cephe bunun bir örneğidir.

Peki, sadece bu kadar mıdır? Bunun dışında ABD, Rusya, Çin, Almanya, İngiltere gibi ülkelerin nereye koyacağız?

Amaçları Türkiye’nin gelişmek ve bölge gücü olmak için denizci devlet olmak, denizlerdeki kaynaklara ulaşabilmek imkanını ortadan kaldırmaktır.

Yunanistan ile ortaya çıkan son krizde bazı Avrupa ülkelerinin Türkiye’nin yanında olması, ABD, Rusya, İngiltere ve Çin’in sesinin çıkmaması daha Türkiye’nin tam olgunlaşmadığı ve zamanın erken olmasından kaynaklanmaktadır.

Tabii bu ülkelerin kendi hesaplarının da olduğu unutulmamalıdır. Zamanı geldiğinde hepsi birden Türkiye’nin üzerine çullanacaklardır. Türkiye Doğu Akdeniz’deki hak, alaka ve menfaatleri için bir çatışmaya hazırdır.   


Gelelim Libya konusuna ya da Türkiye’nin Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile ilişkisine. Türkiye UMH ile yaptığı anlaşmalar sonucu Güvenlik ve Askeri İşbirliği konusundaki yardım ve danışmanlık hizmeti vermesiyle bölgede dengeler değişmiş, UMH güçleri Sirte’ye kadar bölgeyi denetimleri altına almışlardır.

Bu süratli gelişme karşısında başta BAE, Mısır, Suudi Arabistan, Fransa ve Rusya vb. ülkeler (standart hasım olduğu için Yunanistan ve GKRY ayrıca saymıyorum) hemen UMH karşısında yığınak yapmışlar ve Libya petrol bölgesini Türkiye’nin desteklediği UMH’nin eline geçmesini önlemeye çalışmışlardır.

İngiltere, ABD ve hatta Almanya bu konuya sessiz kalmıştır. Tabii Çin de. Libya’da bir durağanlık hakimdir; durum dondurulmuş gözükmektedir.

Rusya ile ateş konusunda bir çalışma yapılmış olup yeni toplantı için beklenildiği değerlendirilmektedir. Tabii Türkiye bu bölgede de Hibrid savaştan daha fazlası için yani konvansiyonel bir savaş için hazırlıklarını yapmaktadır.


Suriye’de durum nedir?

İdlib potansiyel tehdit olmaya devam etmektedir. Muhtemelen eylül-ekim gibi bölgede yeni bir çatışma ortaya çıkabilir.

Bölgedeki şimdilik dondurulmuş durum her an ısınmaya müsaittir. Karşı tarafın M4 karayolunun tamamını ele geçirmek için hazırlık yaptığı bilinmektedir.

Daha önce harekat yapılarak girilen El Bab, Afrin ve Barış Pınarı Harekat bölgelerinde durum sakin olmakla birlikte bu bölgelerin arasında kalan yerlerde karşı tarafın çalışmaları devam etmektedir.

Özellikle Fırat’ın doğusunda ABD’nin YPG/PKK devleti kurma faaliyeti kesintisiz devam etmektedir. Türkiye bu bölgede geç kalmadan Arap Aşiretlerini örgütlemeli ve onların bölgenin demografisini değiştirerek YPG/PKK devleti kurulmasına karşı ayaklanmalarını sağlamalı ve desteklemelidir.

Bu konuda Rusya ve Suriye’nin tutumuna güvenilmemelidir. Onlar da bu konuda ABD’den farklı düşünmemekte ve sadece kurtarabilecekleri ile ilgilenmektedirler.

Birkaç yazıda belirttiğim gibi Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi bütünlüğünün korunma ihtimalinin çok küçük bir olasılık olduğunu söylemeliyim.

Türkiye bölünmüş bir Suriye ve hemen güneyinde (buna Afrin’de dahil olabilir) bir YPG/PKK devleti ile yüz yüze gelmeye hazır olmalıdır. Tabii bazı bölgelerde, aralarındaki sınırlar kalkmış bir Suriye ve Irak’a da hazır olmalıdır. 


Üç parçaya bölünmüş bir Irak’a hazır olalım. Türkiye bunu değiştirmek için bir şey yapabilir mi? Sanmıyorum. Bölünme belli bir safhaya gelmiş durumda.

Türkiye’nin yapacağı en önemli konu şu ana kadar yaptığı gibi Irak-Türkiye sınırı boyunca 30 kilometre derinliğinde bir tampon bölge oluşturmak ve Irak’taki PKK faaliyetlerini izlemek ve teröristleri ve kamplarını imha etmektir.

Son operasyondan sonra Irak hükümeti protesto etmiş, BM’ye şikayet etmiş hatta Arap ülkelerinin toplanmasını talep etmiştir. Buradaki ana amacın Türkiye’nin güçlerini Irak’tan çekmesini ve belli bir anlaşmaya zorlanmasıdır.

ABD, PKK’nın lağvedilmesini ve bunların güneye çekilmesini, Türkiye’nin Irak sınırında 30 kilometre derinlikte bir tampon bölge tesis etmesini ve PYD/YPG’yi meşru hale gelmesi planını kabul ettirmeye çalışmaktadır. 


Beyrut’taki patlamanın bölgenin yeniden dizaynında yeni bir dönemin başlaması anlamına geldiğini söylemeliyim. Başarısız devlet haline gelen Lübnan’ın bildiğimiz bir devlet olarak idamesi mümkün değildir.

Yazımın giriş kısmında da belirttiğim gibi çok farklı unsurlara ayrılmış millet olma özelliği taşımayan toplulukların bir batı ülkesi veya onların yönlendirdiği bir ülkenin/ülkelerin yönetimi tarafından görevlendirilen idareciler tarafından idare edilen emirlikler şeklinde yönetimi vb. bir yönetimin Ortadoğu’daki ilk örneği olabilir.


BAE ve İsrail arasındaki barış anlaşması, Mısır ve Ürdün’den sonra bir Körfez ülkesinin İsrail ile yaptığı ilk anlaşmadır.

Bu anlaşmayı yaparken BAE’nin Suudi Arabistan ile görüşmesi konusu yakın zamanda körfez ülkelerinin İsrail ile barış anlaşmaları yapacağı anlamına gelmektedir.

Bu anlaşma birinci öncelikle İsrail’in güvenliği ve İran’ın çevrelenmesi amacına hizmet eder. İkinci olarak Filistin’in beklediği iki devletli bir çözümün olmayacağı anlamına gelir.

Her ne kadar bu anlaşma ile Batı Şeria’nın İsrail tarafından ilhakı geçici olarak askıya alınıyorsa da ABD’nin önerdiği yüzyılın planının üstü örtülü devamıdır.

Eğer durum böyle devam ederse Filistin halkı devlet yerine İsrail’e bağlı 8-10 emirlikten oluşan bir halk haline gelecektir. Filistinlileri daha çok da Hamas’ı destekleyen Türkiye, İran ve Katar’dan başka ülke kalmamıştır.

Üçüncü olarak da bu anlaşma Müslüman Kardeşler'i desteklediği ifade edilen Türkiye’ye yönelik bir anlaşmadır.

Ortadoğu’da Türkiye karşıtı bir cephe oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu cephenin liderliğini de görünürde BAE yapmaktadır.

Ancak bunun arkasında İngiltere ve ABD’nin olması kuvvetle mümkündür. Amaç İran ve Türkiye’dir. Türkiye’nin gelişmesinin önlenmesi, siyasi ve toprak bütünlüğü hedef alınmaktadır.


Gelişmiş ve bütünlüğünü korumuş bir Türkiye, ABD, İngiltere ve Fransa için tehdittir. Belki Almanya için de. Bunun için denizlere açılmaması, idare edilebilir parçalara bölünmesi ya da ABD ve İngiltere’nin emir ve talimatlarını dinleyecek ve uygulayacak bir kıvama gelmesi sağlanmalıdır.

Bütün bunları yapmak için ekonomik sorunların dışında da oyuncular hazırdır ve hepsinin de kendilerine göre nedenleri vardır. Bunları sıralarsak başta Yunanistan ve GKRY gelir.

Ortadoğu’da BAE, Suudi Arabistan, Mısır başı çekmektedir. Avrupada her zaman görünür olan Fransa bu konuda ilk sırayı almaktadır. Fransa Türkiye karşı hem bazı ülkeleri kullanan hem de ABD tarafından kullanılan bir ülkedir.

ABD, AB ve Almanya bunun arkasındadır. Rusya ve Çin suskun kalmaktadır ancak aynı plan onlar için de hazırlanmıştır.

Tabi terör örgütü YPG/PKK’yı da kullanılanların başında saymam gerekiyor. Suriye’nin demografik yapısı ve coğrafi büyüklüğü dikkate alındığında Rusya, Türkiye’nin yanında olması gereken bir ülkedir.


Peki, bütün bu tehditlere karşı ne yapacağız?

Önce milli olacağız. Öncelikle de siyasi partiler ve Türkiye’yi yönetenler milli olacak. Ülkeyi yönetmek için dışarıdan talimat almayacak ve talimat alanları yönetimden uzaklaştıracaktır.

Diplomasiyi kullanarak cephemizi genişletecek ve güçlendireceğiz. Güçlü bir ülke olacağız ekonomisiyle, tarımıyla, sağlık yapısı ve eğitimiyle, silahlı kuvvetleriyle.

Zaaf göstermeyeceğiz. Bu bölgede istikrar için gerekli olduğumuzu göstereceğiz. Saygı duyulan ama aynı zamanda çekinilen bir devlet olacağız.

İçeride güçlü olacağız. İç cepheyi sağlam tutacağız. Demokratik, sosyal, hukuk ve özgürlükler devleti olacağız.


Haklarımızı sonuna kadar savunacağız. Karar aldıktan sonra da siyasi irade bu kararın arkasında durmayı bilecek. İçeriden ve dışarıdan ne gelirse gelsin.

Sağlam bir gıda üretme ve dağıtım sistemi, milli ilaç sanayiine dayanan bir sağlık sistemi tesis edeceğiz. Kaynaklarımıza sahip çıkacak bunları muhafaza edeceğiz ve halkımız için kullanacağız.

Yetişmiş, kaliteli personelimizi koruyacağız. Bilim ve teknolojide üst seviyelere geleceğiz. Bütün bunları yapabilirsek bu vatana o zaman sahip çıkarız.

Yoksa 15- 20 yıl sonra büyük bir çöküntü ile karşılaşmamız sürpriz olmaz. Onun için iktidarın da, muhalefetin de, Türkiye’yi yönetmeye talip olanla da en küçüğünden en büyüğüne kadar aklını başına toplaması gerekmektedir. 


Devleti yönetenler, devlet mevcut gücüyle ne yapabilir, buna belirlenmiş hedefler ve strateji, siyasi hedeflere uygun geleceğe yönelik bir strateji ve buna uygun güç projeksiyonu hazırlamalıdır.

Devlet buna göre uygun teşkilatlanmalıdır. İstihbarat dahil.

Ekonomimiz mevcut gücümüzü, seçilen stratejiyi destekliyor mu, desteklemiyorsa stratejide ve hedeflerde ne gibi değişiklikler yapılmalıdır?

Geleceğe yönelik hedef ve stratejiler için ulaşmamız gereken güç nedir? Ekonomimiz bunu destekler mi? Stratejide tadilat yapmak gerekir mi?

Bütün bunlar varoluş mücadelesinde olmazsa olmazlarımız. Ancak o zaman bu mücadeleyi kazanır ve rakiplerimizden iki adım ilerde oluruz. 


Türkiye olarak bir başka ülkenin nasihatine ihtiyacımız yok. İhtiyacımız olan şey milli olmak, bilimde ve teknolojide ileri gitmek, gıda ve ilaç yönünden kendimize yeterli olmak, kaynaklarımıza ve yetişmiş insan gücüne sahip çıkmaktır. İç cepheyi kuvvetli tutmaktır.

O ülkenin, bu ülkenin adamı olmak bizi felakete götürür. Demokrasi, özgürlükler, hukuk ve sosyal devlet bizi güçlü kılar.

Tekrar tekrar söylüyorum bu ülkeyi ancak milli olmak, milli düşünmek, geleceği düşünerek planlı hareket etmek ve yönetmek kurtarır. Yoksa başka ülkelerin sömürgesi ya da modern köleleri oluruz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU