ABD-Çin gerginliğinin sonu nereye varır?

Nurettin Akçay Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Son günlerde ABD ile Çin arasında yaşanan gerginlik herkesi tedirgin edecek boyutlara ulaşmışken, bu işin sonu nereye varacak sorusu, cevabı en çok merak edilen konuların başında geliyor.

İlişkilerde son 40 yılın en kötü dönemleri yaşanıyor; fakat sorunun temeline indiğimizde, iki devlet arasındaki problemlerin tarihsel ve stratejik bir arka plana sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. 

Geriye dönüp baktığımızda ABD’nin uzun yıllardır tüm girişimlerine rağmen Çin’in yükselişini durduramadığını ve son yıllardaki Çin korkusunun Amerikan elitleri üzerinde daha fazla tedirginlik yarattığını görüyoruz.

Üstelik Çin’i dünyaya entegre edip Pekin’i zayıflatma hamleleri Orta Dünya’yı tahmin edilenden daha fazla güçlendirirken, ABD’li karar alıcılar Çin’i sistem içerisinde eritme girişimlerinin nasıl da büyük bir hüsranla sonuçlandığını çok geç fark ediyorlardı.

Bu hata, 2017 Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi'nde, ABD'nin küresel rakiplerini uluslararası topluma dâhil etme stratejisinin yanlış olduğu açıkça ifade edilerek de vurgulanmıştı. 

Aslında ABD’nin Asya Pasifik’e yönelik strateji değişikliğine gideceğinin ilk işaretini 2011 yılında almıştık. Dönemin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Foreign Policy’e yazdığı “Amerika’nın Pasifik Yüzyılı” başlıklı makalesinde, “Dünya politikasının geleceğine Irak veya Afganistan’da değil Asya’da karar verileceğini ve Washington’un tüm bu sürecin merkezinde olacağını” ifade ediyordu.

Böylelikle dünyanın merkezinde gördüğümüz Ortadoğu’nun artık yavaş yavaş önemini yitirmeye başlayacağını ve dünyanın en güçlü ekonomi ve ordularının bulunduğu Asya Pasifik’in yeni dönemin sürtüşme alanı olacağını anlıyorduk. 

Tam da beklendiği gibi oluyor ve yaklaşık 10 yıl boyunca yapılan açıklamalar ve karşılıklı hamlelerle kademeli bir şekilde gerginlik artırılıyordu.

Ancak son yıllardaki açıklamalar Çin’in artık ABD’nin doğrudan hedefi ve en büyük rakibi olduğunu ortaya koyuyordu. Örneğin 2017 Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde ilk kez bir ülke tehdit sıralamasında Rusya’dan önde geliyordu.

Yine 2017 yılında ABD Genelkurmay Başkanı General Joseph Dunford, “Çin güvenliğimiz için ana tehdittir. Çin'in 2025 yılına kadar ABD için muhtemelen en büyük tehdidi oluşturacağını düşünüyorum” diyordu.

Ve aynı yıl CIA’nın başında bulunan Mike Pompeo, ABD için en büyük güvenlik tehdidinin Çin olduğunu söylüyordu. 

ABD, Çin’i artık açıkça hedefe koyarken, Trump döneminde iki ülke arasındaki tansiyon zirve yapacaktı.

8 Mart 2018'de Trump’ın “Ticaret savaşları iyidir” tweetiyle başlayan tarife savaşları hem ABD’nin hem de Çin’in karşılıklı vergi artırımlarıyla uzun bir süre devam etti.

Ocak 2020’de Çin’in ABD’den 50 milyar dolarlık tarım ürünü alacağını taahhüt etmesiyle iki devlet arasında 1. Faz dediğimiz anlaşma imzalandı.

Gerilim bu şekilde az da olsa düşürülmüştü ki şubat ayında ortaya çıkan küresel salgın, ABD’nin Çin’e karşı yeniden vites yükseltmesine neden oldu. 

ABD her fırsatta salgından dolayı Çin’i suçlayıcı açıklamalar yaparken, Trump salgının sorumlusu olarak doğrudan Çin’i gösterip Pekin’in hesap vereceğini söylüyordu.

Salgın boyunca devam eden gerilim, Güney Çin Denizi, Tayvan, Hong Kong ve Uygur meselesi nedeniyle yapılan açıklamalarla daha da artıyordu.

Son olarak Çin’in Houstan’da bulunan konsolosluğunun kapatılması ve Çin’in de karşılık olarak ABD’nin Chengdu Konsolosluğunu kapattığını duyurması iki ülke ilişkilerinin dip seviyeye inmesine neden oldu. 


Gerginliğin kısa tarihi bu şekilde. Örnekler daha da çoğaltılabilir; fakat olayları alt alta sıralamak yerine ilişkilerin ne şekilde evrileceği konusu üzerine gelecek projeksiyonları oluşturmanın daha değerli olduğu düşüncesindeyim.

Bu sebeple sürecin anlaşılması için oluşturulan kısa bir tarihsel arka plandan sonra asıl sorumuz olan sürecin nereye evrileceği konusuna geçmek istiyorum. 

Yaklaşık bir hafta önce Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, 1972'de Çin'i ziyaret eden ilk ABD Başkanı Nixon'un evinde Çin'i hedef alan bir konuşma yaptı.

Konuşmanın içeriği çok sertti ve son 40 yılın en kötü dönemini yaşayan Çin-ABD ilişkilerinin geleceğini göstermesi açısından önemliydi.

Üstelik Pompeo, Çin’e karşı yeni bir ittifak oluşturmaktan da bahsederek, “Belki Çin'e karşı yeni bir grup oluşturma vakti gelmiştir. Demokrasilerden oluşan yeni bir ittifak. Araçlarımız var. Bize gereken tek şey irade" cümlelerini sarf ediyordu.

Çin-ABD ilişkilerini normalleştiren adamın evinden Çin'i bu sözlerle eleştirmek, özetle normalleşmeden ve sizi dünyaya entegre etmekten pişmanız demektir.

Belki ezbere olacak; ama bu tür durumlarda Tukidides Tuzağı'ndan konu açmak her zaman en eğlenceli yoldur. Ama bu ezbere girmeden, Çin-ABD ilişkileriyle ilgili başka bir ezber olan yeni bir soğuk savaş mı teması, ilişkilerin yeni boyutunu anlatmak için en uygun kavram gibi duruyor.

Evet, dünya yeniden iki kutuplu soğuk savaş pratiklerinin yaşanacağı bir yere doğru evriliyor. Fakat bu pratiklerin aynen yaşanmasını beklemek veya iki ülke arasındaki gerginliğin sıcak bir çatışmaya dönüşmesini ummak şimdilik mümkün görünmemekte.

Zira ABD ve Çin arasındaki karşılıklı yüksek bağımlılık bunu zorlaştırırken, soğuk savaş döneminde Rusya ile arasında yoğun bir ekonomik ilişki bulunmayan ABD, çok daha agresif hamleler yapabiliyordu.

Ancak bugün Çin’le var olan 737 milyar dolarlık ticaret hacmi iki devlet arasında yüksek bir bağımlılık oluşturmuş ve hem Çin’in hem de ABD’nin daha temkinli davranmasına neden olmaktadır.

Özellikle 378 milyar dolarlık bir ticaret fazlası olan Çin, buna çok daha fazla dikkat edecektir. 


Öte yandan Çin’in yüksek ticaret fazlası, teknoloji ve askeri kapasite artırımı, 5G ve yapay zeka ile ilgili çalışmaları Amerikayı endişelendirmekte ve Çin’e karşı önlem alma zorunluluğunu doğurmaktadır.

Kuşak ve Yol Girişimi, Çin’in Ortadoğu, Afrika, Latin Amerika ve Avrupa’daki faaliyetleri de ABD elitleri arasında Amerikan hegemonyasına karşı ciddi bir meydan okuma olarak görülürken, Çin’in önünün alınması gerektiği artık bir seçenek olmaktan ziyade hayati bir zorunluluk olarak duruyor.

Her ne kadar yaklaşan ABD seçimleri Çin’e karşı tansiyonun artmasına bir sebep olarak görülse de gerginliğin bu derece yükselmesini sadece seçimlerle açıklamak yerine, bunu ABD’nin daha kapsamlı bir Çin politikasının ürünü olarak görmek gerekmektedir. 

Bununla birlikte Çin’den de bu süreçte çok keskin hamleler beklememek gerekiyor. ABD’nin tüm kışkırtmalarına rağmen kendi kapasitesinin farkında olan Çin, gerginliği düşürmek ve Amerika’yı doğrudan karşısına almamak için gereken her türlü çabayı sarf edecektir.

Çin’in daha önce yaşadığı sınır sorunlarını çözme tecrübeleri de bize Çin’in gerginliğin önüne geçip iletişim kanallarını sürekli açık tutmak isteyeceğini gösteriyor.

Çin’in sadece toprak bütünlüğüne yönelik bir tehdit algıladığında askeri seçeneği tereddüt etmeden kullanacağını ifade etmekle birlikte, bunun dışındaki tüm seçeneklerde sorunları diplomatik kanallarla çözmek isteyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.


Sonuç olarak ABD-Çin geriliminde tansiyon her geçen gün yükselirken, önümüzdeki dönemlerde ABD’den çok daha agresif hamleleri görmemiz oldukça muhtemeldir.

Fakat sürecin kontrolden çıkan bir aşamaya evrilmesi şimdilik ihtimal dahilinde görünmüyor.

Ayrıca Çin’in ilerleyişini sürdürmek için düşük profilli ve uzlaşmacı bir tutum takınacağını ve Pekin’in her türlü ihtimale hazırlıklı olduğunu da vurgulamak gerekiyor. 

Yazıma Çinlilerin ünlü bir deyimiyle son vermek istiyorum:

狡兔三窟 (jiǎotù-sānkū)


Bilge bir tavşanın üç yuvası vardır. 


Yani tam olarak ifade edilmek istenen şu: Kurnaz bir kişinin geri çekilmek için birden fazla planı olmalıdır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU