Ahlakçılık terörü

Alişer Delek Independent Türkçe için yazdı

Ahlak içinde bulunduğu toplumla bireyin arasındaki bir anlaşma. Günümüzde karşı karşıya olduğumuz tehlike bu ahlak değerlerinin toplumu oluşturması değil, toplumun kendine has ahlaki değerler oluşturması.

Sokrates ve Platon gibi filozofların peşinden koştuğu temel soruların başında insanın amacı, erdemli yaşamın nasıl sağlanacağı gelir.

Sofistlerin karşısında evrensel ahlaki değerlerin var olduğunu savunmuşlardır.

Bugün günümüzde de genel kabul olarak evrensel ahlaki değerlerin var olduğuna inanılır.

Teori bunu söylese de dünya genelinde pratiğin sallandığını görmekteyiz.

Bu sallantının en temel sebebi de son yılların sorunu popülizm ve beraberinde getirdiği kutuplaşma.

Ahlakın, felsefe dünyasındaki tanımı şöyle:

Bir topluluk içinde yaşayan insanların davranışlarını ve birbirleriyle olan ilişkilerini düzenlemek amacıyla oluşturulmuş eylem kuralları ve değer sistemi. Ahlak bize belirli bir toplulukta neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söyler.

Ahlaklı insan sevilir sayılır, ahlaksız insan toplumdan dışlanır.  

Ancak yükselen popülizm ve onun aracı olan ötekileştirmeyle birlikte artık ahlaklılığı belirleyen kişinin ahlaki değerlerle olan ilişkisi değil.

İnsanın ahlakı içindeki bulunduğu topluluğa yaranmasıyla ölçülüyor; ahlaklılığını kendi topluluğu belirliyor.

(Aslında bu noktada toplum değil cemiyet ve hatta cemaat demek daha doğru ancak, mevzu bahis kişiler kendisinin gerçek topluluk, millet ya da halk olduğunu iddia ettiği için toplum ifadesiyle devam edelim)

Yazıya felsefeyle girince, felsefeyle devam ediyor ister istemez.

Daha pratik bir anlatıma dönersek, bir insanın ahlaklı olduğunu günümüzde belirleyen şey yine o kişinin ahlaki değerlere sahip çıkması.

Ve bu değerleri belirleyen şey de içinde bulunduğu toplum. Burada sorun da içinde bulunulan toplumda baş gösteriyor.

Örneğin her toplum için cenaze, ölüye ve ölenin yakınlarına saygı ahlaki bir meseledir.

En değişmemiş toplumlarda, günümüzdeki her inanışta taziye geleneği vardır.

Ölüm barıştırır, ayrılıkları ortadan kaldırır, birleştirir, en azından susturur…

En kirli savaşlarda bile cenazelerin evlerine gönderilmesi için imkan sağlanır. 

Popülizm kutuplaşmayı derinleştirmesi ile en temel ahlaki değerleri de sorgulatır oldu.

‘Ölünün arkasından konuşulmaz’ denilerek büyütülmüş bir toplumun çocukları bugün ölünün arkasından demediğini hatta yapmadığını bırakmıyor. 

Naaşlar topraktan çıkarılıyor, il il gezdiriliyor, birkaç kendini bilmezin eylemiyle başka bir yere gömülüyor.

Ve bir “mahalle” buna sessiz kalabiliyor. Hatta sessizliğini buna tepki gösterenlere karşı bozuyor sadece. 

Mesele sadece bu örnekle kalmadı, son on yılda neler görmedik ki…

Photoshoplar, montajlar, ses değiştirmeler, yanlış altyazılar, tarih saptırmalar günlük hayatımızın bir parçası haline geldi.

Bunlar artık o kadar sıradanlaştı ki, prodüksiyon devreye girdi.

İnsanlar kiralandı, sabahın köründe otobüse doldurulup videosu çekildi. Ya da kurgu röportajlar yapıldı.

Bunu yapanlar ve savunanlar varsayımsal olarak ahlaklı olduklarına inanıyorlar.

Çünkü dini vecizelerini yerine getiriyorlar, devlete bağlılıkları tam ve kendileri bir millet. 

Bu örnekler nedeniyle yazıyı çoktan kapatıp, beni de bir yere konumlandıranlar olmuştur.

Kalanların da hevesini kursağında bırakayım. Zira diğer kıyıda da durum pek farklı değil.

Elden ele dolaşan sokak röportajlarıyla geçilen dalgalar, pandeminin ne olduğunu anlayamadığı için direnen yaşlılara edilen hakaretler, başı kapalı ama altındaki kıyafet dar diye bir inancı sığca sorgulamalar en görünürleri.

Rakı masalarında inanca, kültürlere edilen hakaretleri -güncel tabirle söyleyeyim- biliyorum; ama ispatlayamam.

Bu zihniyet de kendisinin ahlak sahibi erdemli birey olduğunu savunuyor. Çünkü bilgi sahibi, okumuş, kendine ait bir inanç sistemi var, devletler üstü enternasyonel bir kişilik.

En güzel tarifini şuraya bırakayım:
 


Her iki mahallenin de yazıya ihtiyaç olan tarifini böyle yapmak mümkün.

Eklemeler, örnekleri fazlasıyla artırmak mümkün. Bulunduğunuz yerden karşı tarafa ağız dolusu küfür etmek de var tabii. 

Yazıya başlık olan ‘ahlakçılık terörü’ her iki tarafın da ortak noktası.

Her iki taraf da diğerini ahlaki değerler üzerinden aşağılıyor, eleştiriyor ya da beğenmiyor. Ve kendisinin ahlaklı olduğunu söylüyor.

Evet, ahlak içinde bulunduğu toplumla bireyin arasındaki bir anlaşma.

Günümüzde karşı karşıya olduğumuz tehlike bu ahlak değerlerinin toplumu oluşturması değil, toplumun kendine has ahlaki değerler oluşturması.

Yukarıdaki örneklerle devam edecek olursak, Grup Yorum üyesi olduğu için terörist kabul edilen İbrahim Gökçek’in naaşına yapılanlar ahlaki sorun oluşturmazken, başörtüsüyle spor yapan kadınla eğlenmek de bir sorun olmuyor.

Hatta daha da kötüsü kendi toplumunda cenazeye küfür etmeyenler ve kadınla eğlenemeyenler garip karşılanıyor. 

Yazıyı buraya kadar okuyabilenler, kendisini bu iki tarafın dışında tanımlayan ve taraflara yılgınlıkla bakanlar için işin özeti bir cümle;

Namaz kıldığı için kendisini namuslu varsayan insanlarla, rakı içtiği için aydın/entelektüel varsayılan insanlar arasında sıkışıp kaldık.

Oysa ne felsefe ne de sosyoloji bunu kabul ediyor.

Toplumun birey tarafından oluşturulduğu bir gerçek, aynı bireyin toplumdan şekillendiği de.

Ancak bir toplumu beğenmeyip, kendine yeni bir toplum (cemaat) kurarken evrensel ahlaki değerlerin üstünlüğünü yok saymak insanlık tarihine kara bir leke olarak geçiyor.

Söz konusu evrensel değeri uzaklarda aramak da yanlış.

Birçocuğun ‘süper kadın’ olduğunu söylemek ya da öldürülecek komşu listesi oluşturmak hiçbir toplumda ya da tarihte ahlakla anılamaz. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU