Distopyalara ve komplolara karşı devrimci korona dersleri

Bülent Şahin Erdeğer Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Yeni tip koronavirüs Kovid-19'un Çin'in Vuhan kentinden tüm dünyaya yayılması aslında karşılaştığımız pek çok olgu karşısında sınandığımız gibi Kovid-19 ile de imtihan olduğumuzu hatırlatıyor bize.

İmtihan o ki aslında karşılaştığımız zorluklar, acılar, engeller ya bizi daha da olgunlaştırıyor ya da daha da aşağıya çekiyor, çürütüyor. Kovid-19 ile yüzleşmek de onlardan biri. 

Salgına karşı ortaya konan tepkiler, toplum olarak ne kadar sağlıksız ve mantıksız düşündüğümüzü de ortaya koyuyor aslında.

Bir turnusol kağıdı oluyor küresel salgın.

Hem hurafelerle zehirlenmiş kaderci çürümüş dini zihniyet,

Hem komplo teorileriyle felç edilmiş idrakler.

Bilimin işleyiş mantığını ve dinin vahiy merkezli öğretisini belki öğretir meraklısına.

Hastalık Çin'de çıktı diye önce mevzuyu Doğu Türkistan sorununa bağladılar. Virüs, Allah'ın Çinlilere zulümleri sebebiyle cezasıydı.

Sonra sosyal medyada Çin devletinin virüsü ürettiği; ama kontrolden çıktığı iddiasını yaydılar. Fail Allah'tan Çin Komünist Partisi'ne dönüştü.

Ardından Kovid-19, ABD'nin Çin'e yönelik "biyolojik silahı"na dönüştü.

Komplo teorilerinin ucu olmadığından her gün yeni bir suçlu ile uyanıyorduk.

"Oh olsun Çinlilere" diyen pek çok dindar, hastalıktan dolayı ölen sivillerin tek suçunun Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu umursamıyordu.

"Allah'ın cezasını" Çinliler kontrol altına alınca "ilahi ceza"nın seyri de Ortadoğu ve Avrupa'ya yöneldi.

Bu sefer komplo iddialarına küresel bir boyut kazandırıldı. Gizli dünya devleti, karanlık perdelerin arkasından tüm dünyaya virüs bulaştırmışlardı. Baksanıza Kabe'yi bile boşalttırmışlardı.

"Allah'ın cezası"yla "Deccal'ın komplosu" arasında gidip gelen bir okuma tarzı. Gerçekleşen her olayın birileri tarafından önceden kurgulanıp tezgahlandığı ve her olayın bu mükemmelikle sahneye konduğunu düşünmekten vazgeçmemiz gerekiyor.

İnsan bu dünyada yalnız değil ve her şeye kadir de değil. Dünya ve dahi kainat bizim kontrolümüz dışında bir çok faktör, olasılık ve yasa ile akıp gidiyor.

Tarihin yasaları da doğanın yasaları da bu akışı düzenliyor. Dünya tarihi bu kaotik düzen ile ilerliyor.

İlerleme ne doğrusal ve olumluya ne de olumsuza doğru. İlerleme sadece zamansal.

Bu süreçte hiç hesap etmediğiniz bir faktör, yönetimlerin ve insanların hayatlarını hiç ummadıkları şekilde yönlendirebiliyor.

Bu duruma çağdaş fizikteki kaos kuramıyla sosyolojinin buluştuğu yerden bakabiliriz.

20'nci yüzyılda meteoroloji alanında araştırma yapan Edward Lorenz tarafından bilim literatürüne kazandırılmıştır.

Lorenz, hava olaylarının tahmini için kullandığı kelebek etkisi kavramını şöyle tanımlamaktadır:

Bir kıtada bir kelebeğin kanat çırpması, diğer bir kıtada büyük hava olaylarının yaşanmasına sebep olabilir.

(Lorenz, Edward (1995). The Essence of Chaos.
United Kingdom: UCL Press. 32-37)


Lorenz’in kaos teorisi bağlamında doğa olaylarının başlangıç durumuna hassas bağımlılığı ve rastlantısal olmayan gerçekliğin kaotik yapıya sahip olması gibi ilkeleri, bilim paradigmasında ciddi değişikliklere neden oldu.
 


Ancak Lorenz'in savı, küresel siyaset kurucular tarafından "Acaba kaos yönlendirilebilir mi?" sorusunu beraberinde getirdi.

Örneğin Durham şöyle diyor:

Kelebek etkisi hakkındaki popüler görüş, eğer bir kelebek Philedelphia’da kanat çırparsa, Japonya’da bir kasırga olmasına neden olabilir’ şeklindedir. Fakat bu görüş önemli bir kalıp yüzünden yanlıştır: ‘neden olmak’ .

Kelebek, kasırgaya neden olmaz. Sistemin zaten bir kasırga üretecek kadar enerjisi bulunmaktadır. Kelebeğin var olması, halihazırda, en küçük bir değişime karşı son derece duyarlı olan kaotik olan sistemi sadece harekete geçirir; ‘sistemi’ kelebeğin orada bulunmaması durumunda yöneleceği bir yönden farklı bir yöne ‘gönderir.

(Susan E. Durham, Chaos Theory for the Practical Millitary Mind,
ACSC, 1997, s. 38.)

 

Açıkçası hiçbir küresel politika bir doğal sistem gibi yürümeyecektir. Burada gerekli olan şey, sabit esneklik, bilginin devamlı toplandığı sürekli tetikte olma durumu ve mevcut tanımların değiştirilmesidir.

(Peat, Non – Linear Dynamics and Its Implications for Policy Planning.)


Yani komplo teorisyenlerinin zannettikleri ya da zannetmemizi istedikleri gibi mükemmel bir tasarımla birileri tarafından kurgulanmıyor. Doğa ve dolayısıyla tarihsel yasalar kendi kaotik yapılarıyla işliyorlar.  

Dünyadaki devrimlere bakıldığında; günümüz toplumsal düzeninin kaos teorisinin başlangıç durumuna olan hassas bağımlılık (kelebek etkisi) ilkesiyle açıklayabiliriz.
 


Örneğin; Kuzey Afrika ve Ortadoğu’nun şu andaki karmaşık ve istikrarsız durumunun fitili, Arap Baharı denilen ve Tunus’daki işsiz bir üniversite öğrencisinin kendisini yakmasıyla ateşlenmiştir.

Ya da 1915 Çanakkale Savaşı’ında küçük bir mayın gemisi olan Nusret, boğazı denizden geçmeye çalışan büyük donanmaya ağır bir hasar vermiştir.

"Çanakkale geçilmez" dedirten bu savaş yeterli desteği alamayan Rusya’daki Ekim Devrimi'nin bir nedeni olmuştur.

Örnekler: Avrupa’da pusulanın icadı ve yeni dünyanın keşfi, barutun icadı ve feodalitenin yıkılması, matbaanın icadı ve reform hareketleri şeklinde çoğaltılabilir. 

Ancak bu olayları AB’ye neden olmuştur şeklindeki tek yönlü ve lineer bir ilişkiyle yorumlamamak gerekmekte.

Sonuç olarak, ortaya çıkan toplumsal olaylar karmaşık yapıdadır ve bu kompleks sonuçların nedenleri de komplekstir.

Dolayısıyla çeşitli sosyo-kültürel ve ekonomik etkenlere bağlı olarak gelişen doğal davranış biçimlerinin incelenmesinde doğrusal olmayan yaklaşımlar daha uygun olmaktadır (Yeşilorman, 2006).

Ulrich Beck, toplum ve doğa ilişkisi yaşadığımız çağ ve gelecek için önemli olduğunu belirtmektedir.

Ona göre toplum ve doğa ilişkisi görmezden gelinirse risk oluşturacağını “Risk Toplumu” kuramında şu şekilde belirtmektedir:

Çevresel problemler (riskler) sadece bizi ve çevremizi değil tüm toplumu hatta tüm canlıları tehdit etmektedir.

(Beck, Ulrich (2004). Risk Toplumu - Başka Bir Modernliğe Doğru.
B. Doğan, Çev.) İstanbul: İthaki Yayınları. Sf.73)


İnsanın doğayla tanışması ve sonra nasıl tahrip etmesini sorgulayan Beck, insanı doğanın bir parçası olması fakat günümüzde ise insanın doğadan uzak yapay bir ortamda olduğunu belirtmektedir.

Ona göre doğal dengenin bozulması flora ve faunada değişikliklere (küresel ısınma, fosil yakıt tüketimi, doğal gıdaların azalması) yol açan şeyin insanın doğaya müdahalesi sonucunda olduğudur.

Böylece Beck, risk toplumunun birey ve doğa ilişkisinin ortadan kalkmasıyla açıklamaktadır (Beck 2004).

Tüm bunları niye anlattım. Salgın hastalıklar, depremler, küresel iklim değişikliği vb. risklerin bir yerlerde tasarlanmasına gerek olmadığını aksine doğanın hem yüzbinlerce yıllık geçmişinden bu yana bu riskleri içerdiğini hem de insanoğlunun ürettiği vahşi kapitalizm yüzünden bu riskleri tetiklediği, arttırdığı gerçeğiyle yüzleşmemiz gerektiğidir.

Toplumun dijitalleştirilmesi ya da Michel Foucault'nun biyolo-politika ya da Byung-Chul Han'ın psikopolitika olarak kavramsallaştırdığı egemenlik ve tahakküm tekniklerinin tam da bu kaotik riskler üzerinden inşa edildiğini de hatırlayalım.

Bu tablo doğal olarak bir korku endüstrisini de beraberinde getiriyor. Distopik korkuların doğması normalken bunun üzerine kitapların, senaryoların, tüketim malzemelerinin üretilmesi de normal. 

Ama şunu görmeliyiz. Peki, biz buna karşı nasıl direneceğiz?

Yaşayan önemli düşünürlerden Slavoj Zizek, "Koronavirüs bizi seçim yapmaya zorluyor: Ya küresel komünizm ya orman kanunları" başlıklı makalesinde koronavirüs krizi üzerine şöyle yazdı: 

Bu salgın bastırılabilir, ama bu (ancak) hükümetin tüm mekanizmalarını içeren kolektif, koordine ve kapsamlı bir yaklaşımla başarılabilir. Böyle kapsamlı bir yaklaşımın tekil hükümet mekanizmalarının ötesine geçmesi gerektiği de eklenebilir: Devlet kontrolü dışında, insanların yerel seferberliğinin yanı sıra güçlü ve verimli uluslararası koordinasyon ve işbirliği içermelidir.

Slavoj Zizek


Oysa Pierre-Joseph Proudhon, Zizek'ten 155 yıl önce şöyle yazmıştı:

Federal sistem, eşit bir ölçüde demokratik imparatorlukları, anayasal monarşileri ve üniter cumhuriyetleri karakterize eden idari ve hükümet merkezileşmesinin ya da hiyerarşinin tersidir. Temel ve asli yasası şöyledir: Bir federasyonda merkezi iktidarın yetkileri belirli alanlarla sınırlandırılmış ve kısıtlandırılmış olup, sayı, dolaysızlık ve konfederasyonun yeni devletlerin eklenmesi yoluyla büyümesiyle yoğunluk diyebileceğim şey bakımından azaltılmıştır. Merkezi yönetimlerde ise tam terine en yüksek otoritenin yetkileri artar genişler ve daha doğrudan bir hal alır, bölgesel ölçeğin ve nüfusun büyüklüğünün doğrudan bir fonksiyonu olarak eyaletlerin, kasabaların, kurumların ve bireylerin işini kralın yargılama yetkisine sevk edilir. Bu andan itibaren komünal ve bölgesel, hatta bireysel ve ulusal tüm özgürlükleri baskı altına alınır.

(Federalizm Üzerine -1863/65)


Kropotkin'in "karşılıklı yardımlaşma" üzerine otonom toplum birimlerini önermesi gibi.

Noam Chomsky'nin dediği gibi;

İnsanlığı ekonomik sömürü, siyasal ve toplumsal kölelik belasından kurtarma” sorunu, çözüm bekleyen bir sorun olarak varlığını bugün de sürdürüyor.


Yani yakın gelecek Black Mirror dizisinde önümüze konulan bir tekonolojik-biyo/psikopolitik bir "diktatörlüğün" distopyası da olabilir insanlığın küresel kapitalizm sonrası ulaşabileceği yaratılışla/doğayla daha uyumlu yatay örgütlenme düzenleri de doğurabilir.  

Bu açıdan hiyerarşik otoriter tahakküm yapıları çökerken küresel çevre bilinci, yardımlaşma ve ortak iş yapma, işbölümünü insanlar arasında onbinlerce yıldır olduğu gibi tekrar yeşertebilir.

Latin Amerika Kurtuluş Teolojisinin, Tolstoy ya da Ali Şeriati gibi bilgelerin yozlaşmış dinsel kurumlardan bağımsızlaşarak vaaz ettikleri fıtratla uyumlu özgürlük teolojileri de bu zeminde daha yüksek sesle risklerle mücadeleye değer ve anlam kazandırabilir.  

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU