Bamako’dan yeni güvenlik doktrini: AES Sahel’de oyunu değiştirebilir mi?

Göktuğ Çalışkan, Independent Türkçe için yazdı

2024'te bir terör saldırısı sırasında başkent Bamako'dan bir kesit / Fotoğraf: AP

Mali, Burkina Faso ve Nijer liderleri 22 Aralık 2025 tarihinde Bamako’da bir araya gelip kameralara poz verirken üzerlerindeki askeri üniformaların ağırlığından ziyade tarihin onlara yüklediği misyonun özgüveniyle hareket ediyordu. 16 Eylül 2023’te Liptako-Gourma Şartı’nın imzalanmasıyla kurumsal kimliğe bürünen bu birliktelik Sahel’in makus talihini yenebilecek en kritik kaldıracın “yerel irade” olduğunu öne çıkarıyordu. 

Yıllarca süren dış müdahalelerin ve Batı başkentlerinde çizilen stratejilerin sahadaki gerçeklikle örtüşmediğini gören bu üç ülke masaya yumruğunu vurarak inisiyatifi ele aldı. Bu duruş 1960’lardaki bağımsızlık rüzgarını andıran bir coşkuyla karşılanırken aynı zamanda bölge için tarihi bir kırılma noktasını işaret ediyor. Bamako’dan çıkan mesaj net: Sahel’in güvenliği Paris veya New York’ta kurulan masalarda planlanamaz ancak Bamako, Niamey ve Vagadugu hattında sağlanabilir.

Zirvenin odağındaki terörle mücadelede kolektif savunma konsepti kâğıt üzerinde bir temenniden öte sahadaki acı tecrübelerden damıtılmış bir zorunluluktur. Batılı medya organlarının şüpheci yaklaşımlarına rağmen Sahel Devletleri İttifakı (AES); bölgeyi tanıyan, terörün sosyal dinamiklerini bilen ve en önemlisi “kaybedecek başka vatanı olmayan” orduların iş birliğine dayanıyor. Bu ittifakın sahadaki denklemi değiştirme potansiyeli dışarıdan bakan gözlere göründüğünden daha yüksek olabilir. Peki bu yerel merkezli güvenlik mimarisi Sahel’in kronikleşmiş yaralarına merhem olabilecek mi?

Saha Bilgisi ve Yerel Hakimiyet

AES’in elindeki en önemli koz sahadaki “yabancı” unsurunu minimize edip mücadeleyi yerelleştirmesidir. Yıllarca bölgede konuşlanan Birleşmiş Milletler (MINUSMA) veya Fransız (Barkhane) güçleri yerel halkın dilini, kültürünü ve coğrafyanın zorluklarını tam kavrayamadıkları için terörle mücadelede beklenen reaksiyon hızına sıklıkla ulaşamadı. Varlıkları çoğu zaman halk nezdinde bir “işgal” görüntüsü veriyor ve terör örgütlerinin propaganda malzemesi haline geliyordu. Oysa bugün Mali veya Nijer ordusu kendi köylerini, kendi vadilerini savunuyor. Bu içsel motivasyon farkı askeri başarının anahtarı olabilir.

Sahadaki son duruma baktığımızda JNIM ve ISGS gibi örgütlerin saldırı girişimleri devam etse de AES ordularının eskiye nazaran daha koordineli hareket ettiğini görüyoruz. Sınır ötesi takiplerde bürokratik izin süreçlerinin kalkması ve üç ordunun ortak operasyon odasından yönetilmesi teröristlerin o meşhur “sınır geçirgenliğinden” faydalanma imkanını daraltıyor. 

Eskiden bir grup Mali ordusundan kaçıp Nijer sınırına geçtiğinde kurtulurdu şimdi ise sınırın öte yanında onları bekleyen müttefik bir kuvvet var. Bu durum artan çatışma şiddetini bir “başarısızlık” olarak okumak yerine devletin alan hakimiyetini geri alma mücadelesinin sancılı bir evresi olarak değerlendirmeyi mümkün kılıyor. Buna rağmen JNIM ve ISGS’nin özellikle 2023–2025 döneminde birçok bölgede alan kazandığı unutulmamalı.

Yeni Ortaklıklar ve Çoklu Denge Stratejisi

AES’in klasik barış operasyonları yerine yöneldiği yeni model hantallıktan uzak ve sonuç odaklı bir yapı vadediyor. Mavi miğferli askerlerin karmaşık angajman kuralları ve aylar süren karar alma süreçleri hibrit bir tehdit karşısında yetersiz kalıyordu. Şimdi ise Rusya ile yapılan askeri iş birlikleri ve Africa Corps gibi yapılar ihtiyaç duyulan teçhizatın ve hava desteğinin bürokrasiye takılmadan sahaya inmesine imkân tanıyor. Batı’nın ambargoları ile vakit kaybetmek yerine farklı tedarik kanalları üzerinden sağlanan modern mühimmatlar ve İHA/SİHA’lar sahadaki ateş gücünü artırdı. Kasım 2023’te Kidal’in geri alınması gibi sembolik ve stratejik zaferler bu yeni kapasitenin somut bir göstergesidir. Ancak söz konusu özel askeri şirketin insan hakları ihlalleri de göz önünde bulundurulmalı, zira bu husus geri plana atılabilecek nitelikte değil. 

Bununla birlikte AES’in stratejisi tek bir ortağa yaslanmak yerine çeşitlendirilmiş bir dış politika izlemeyi öngörüyor. Bölgede artan Türkiye ve Çin etkisi Bamako’daki liderlere manevra alanı açıyor. Tıpkı Abidjan veya Pekin örneklerinde olduğu gibi Sahel yönetimleri de Batı’nın normatif dayatmalarına karşı “kazan-kazan” prensibine dayalı pragmatik ortaklıkları tercih ediyor. Bu yeni dönemde Sahel orduları ideolojik bagajlardan arınmış ve doğrudan güvenliğe odaklanan bir tedarik zinciri kurma peşinde. Bamako’daki zirve sonrasında 5.000 kişilik ortak ordu kurma kararının alınması da bu otonom güvenlik arayışının en net tezahürüdür. Liderler artık güvenliği ihale etmek yerine kendi öz kaynaklarıyla finanse edilen ve kendi komuta kademeleriyle yönetilen bir yapı inşa etmeyi hedefliyor.

Ancak bu operasyonel hız ve esneklik beraberinde ciddi bir hesap verebilirlik riskini de getiriyor. Uluslararası ajanslara ve saha raporlamalarına yansıyan sivil kayıp iddiaları “hızlı sonuç alma” baskısının disiplin ve insan hakları ihlallerine yol açabileceğini gösteriyor. Devletin meşruiyetini zedeleyebilecek bu durum AES’in en yumuşak karnı. Eğer askeri operasyonlar Fulanilere veya diğer gruplara yönelik damgalamanın önüne geçecek bir hassasiyetle yönetilmezse kazanılan askeri zaferler toplumsal barışı tehdit edebilir.

Egemenliğin Bedeli: Kurumsallaşma ve Toplumsal Direnç

Bamako’dan yükselen “tam bağımsızlık” sloganı askeri bir meydan okuma olmanın ötesinde ekonomik ve kurumsal bir devletleşme pratiğidir. Cunta yönetimleri iç kamuoyunu konsolide ederken halkın da bu sürece ciddi bir kredi verdiğini görüyoruz. Sokaktaki insan eski düzene karşı gerekirse kemer sıkarak liderlerinin arkasında durma eğiliminde. Burada Kamerun veya diğer Afrika ülkelerinde gördüğümüz meşruiyet krizlerinden farklı olarak liderlerle sokak arasında bir “kader birliği” söylemi inşa edilmiş durumda.

Zirvenin en dikkat çekici çıktılarından biri olan Konfederal Yatırım Bankası ve ortak biyometrik pasaport projeleri bu kader birliğinin somutlaşmış halidir. Liderler bu hamlelerle Batı merkezli finansal sisteme ve bilhassa CFA frangının boyunduruğuna karşı kendi egemenlik alanlarını genişletmeyi amaçlıyor. Pasaport hamlesi ise sömürge döneminden kalan sınırları zihinlerde silip Sahel vatandaşlığı kavramını güçlendirmeye yönelik psikolojik bir kopuşu simgeliyor.

Evet gıda fiyatlarındaki artış ve bölgesel yaptırımlar hayatı zorlaştırıyor. Ancak Sahel halkı egemenliğin bedel ödemeden kazanılamayacağını tarihten biliyor. AES’in konfederasyona gitme hedefi ve ortak pazar arayışları uzun vadede dışa bağımlılığı kıracak stratejik hamlelerdir. Batı’nın finansal baskılarına karşı yerel kaynakların (altın, uranyum) millileştirilmesi ekonomideki darboğazı aşmak için bir çıkış yolu olarak görülüyor. Halk “yabancılar gittiğinde aç kalırız” korkusu yerine kendi kaynaklarını işleme özgüvenini inşa etmeye çalışıyor. Bu psikolojik eşiğin aşılması Sahel’in geleceği adına askeri zaferlerden çok daha hayati bir öneme sahip.

Sonuç

AES zirvesi ve sonrasındaki gelişmeler Sahel’de oyunun kurallarının yerel aktörlerce yeniden yazıldığını gösteriyor. Batılı aktörlerin sahadan çekilmesi bir boşluktan ziyade bölge halkları için kendi kaderini tayin etme fırsatı doğurdu. Ortaya konan vizyon riskler barındırmakla birlikte bölgenin gerçeklerine daha uygun bir duruş sergiliyor. Bu süreç küresel güç dengesindeki değişimin ve Küresel Güney’in yükselişinin Afrika’daki en somut yansımasıdır.

Mali, Nijer ve Burkina Faso; terörle mücadeleyi bir “vekâlet savaşı” olmaktan çıkarıp “varoluş mücadelesi”ne dönüştürdü. Eğer bu askeri kararlılık; kapsayıcı bir siyasi diyalog ve adil kaynak paylaşımı ile taçlandırılabilirse AES Afrika’nın modern tarihindeki en dikkat çekici üçlü güvenlik çekirdeği olarak tarihe geçebilir. Batı medyasının şüpheci manşetlerine inat Sahel’in bu yeni bloğu imkansızı başarma potansiyeline sahip. Ancak bu potansiyelin kaderi sahadaki askeri kazanımların kalıcı bir toplumsal rızaya ve sürdürülebilir bir yönetim kapasitesine tercüme edilip edilememesinde düğümlenmektedir. Aksi halde başarısızlıktan öte gidemeyecektir.

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU