Uzayın yeni jeopolitiği: Devletlerden özel şirketlere

Dr. Osman Gazi Kandemir Independent Türkçe için yazdı

Görsel: TechCrunch

20'nci yüzyıl ortasında uzay, ABD ve SSCB için ulusal prestijin, teknolojik üstünlüğün ve askeri caydırıcılığın bir sahnesiydi.

Bu süreçte uzay, nükleer silahlanmanın da ayrılmaz bir parçasına dönüştü.

Fırlatıcı roket teknolojisi, kıtalararası balistik füze kabiliyetleriyle neredeyse birebir örtüşüyordu.

Bu nedenle uzay programları, sadece bilimsel keşif değil, doğrudan askeri strateji anlamına geliyordu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Küresel genişleme ve yeni oyuncular

Başlangıçta iki kutuplu olan bu rekabet, zamanla çok aktörlü hale geldi.

Fransa, Japonya, Çin, Hindistan, İsrail, İran, Güney Kore ve hatta Yeni Zelanda, bağımsız uydu fırlatma kapasitesi geliştirdi.

Bugün Florida'daki Cape Canaveral ve Kazakistan'daki Baykonur üsleri sembolik önemini korusa da dünya genelinde yaklaşık yirmi aktif fırlatma sahası bulunuyor.

2024 verileri, küresel güç dengelerini rakamlarla da ortaya koyuyor:

  • ABD: 141 fırlatma
  • Çin: 68
  • Rusya: 17
  • Yeni Zelanda: 13
  • Japonya: 7
  • Hindistan: 5
  • İran: 4
  • Avrupa (Kourou): 3
  • Kuzey Kore: 1

Bu istatistikler, ABD ve Çin'in giderek iki ana rakip haline geldiğini açıkça gösteriyor.


Ekonomik ölçek ve bütçe yarışı

Uzayda varlık göstermek, yüksek teknoloji kadar devasa bütçeler de gerektiriyor.

ABD, sivil ve askeri programlara yılda yaklaşık 70 milyar dolar ayırıyor.

Bu rakam Çin'in resmi 14 milyar, Avrupa Birliği'nin 13 milyar ve Rusya'nın yaklaşık 3,5 milyar dolarlık bütçeleriyle karşılaştırıldığında, Washington'ın açık ara önde olduğunu kanıtlıyor.

Bu mali üstünlük, Amerika'ya yalnızca gelişmiş roket teknolojisi değil, aynı zamanda küresel gözetim ve veri toplama kapasitesinde de benzersiz bir hâkimiyet sağlıyor.


Uzayın çifte doğası: Bilim ve askerî strateji

Uydu ağları, sadece bilimsel araştırmalar için değil, askeri ve ekonomik güç projeksiyonu için de kritik önemde.

Gözlem uyduları, başka bir ülkenin hava sahasına girmeden askeri hareketlilik izlemeyi mümkün kılıyor.

Telekomünikasyon uyduları, şifreli askeri iletişimin belkemiği. Konumlandırma sistemleri (GPS, Glonass, Galileo, Beidou) ise hem sivil hem de askeri operasyonlarda vazgeçilmez.

Bu nedenle fırlatma kapasitesine sahip ülkeler listesi ile nükleer silah sahibi ülkeler listesi neredeyse örtüşüyor.

Uzay ve nükleer kapasite, 21'inci yüzyılın "büyük güç" kriterleri haline gelmiş durumda.


İnsanlı görevler ve bilimsel keşif

Bugün 400 kilometre yükseklikte iki büyük insanlı uzay istasyonu faaliyet gösteriyor:

  • Uluslararası Uzay İstasyonu (ISS)
  • Çin'in Tiangong ("Göksel Saray") İstasyonu

Bunların yanı sıra önemli keşif görevleri yürütülüyor:

  • Çin'in Chang'e 6 sondası Ay'ın karanlık yüzünden örnek topladı.
  • NASA'nın Perseverance aracı Mars'ta yaşam izlerini araştırıyor.
  • Japonya'nın Hayabusa 2 misyonu, Ryugu asteroidinden örnek getirdi.
  • Avrupa Uzay Ajansı'nın JUICE görevi, Jüpiter'in uydularını incelemek üzere yolda.

Bilimsel yön güçlü olsa da bu projelerin çoğu, veri toplama ve ileri teknoloji geliştirme kapasitesi nedeniyle stratejik bir boyut da taşıyor.


"New Space" devrimi: Özel şirketlerin yükselişi

Son 15 yılda uzay faaliyetlerinin dinamiği radikal biçimde değişti.

"New Space" adı verilen dönemde özel sektör, devletlerin önüne geçti.

2024'te fırlatılan uyduların yüzde 86'sı özel operatörlere aitti; fırlatmaların yüzde 70'i Rocket Lab ve SpaceX gibi ticari şirketler tarafından gerçekleştirildi.


SpaceX etkisi

SpaceX'in yeniden kullanılabilen Falcon roketleri, fırlatma maliyetlerini dramatik biçimde düşürdü: Düşük yörüngeye uydu gönderme bedeli kilogram başına yaklaşık 1.750 dolara kadar indi.

Bu, Ariane gibi geleneksel fırlatıcıları strateji değiştirmeye zorladı.

Bugün 11 bini aşkın aktif uydunun 7 binden fazlası SpaceX'in Starlink ağına ait.

Şirket, 42 bin uyduluk küresel bir internet takımyıldızı hedefliyor.

Bu dev ağ, yeryüzündeki en ücra noktalara bile internet erişimi sağlarken, aynı zamanda istihbarat ve gözetim açısından da benzeri görülmemiş bir kapasite yaratıyor.

Rakip projeler de hızla ilerliyor:

  • Avrupa Birliği'nin IRIS² programı, hükümet iletişimlerinde özerklik hedefliyor.
  • Çin, Qianfan ve Guowang takımyıldızlarını devreye alıyor.
  • Jeff Bezos'un Kuiper projesi ve Avrupa merkezli OneWeb de yüzlerce uyduyla küresel pazara oynuyor.

Yörünge seçimi ve uydu patlaması

2018'de yalnızca 2 bin olan aktif uydu sayısı, 2024'te 11 bini geçti.

Geleneksel jeosenkron yörünge (36 bin km) yerini giderek düşük yörüngelere bırakıyor.

Düşük yörüngeler hem daha ucuz hem de uyduların birbirine veri aktararak sürekli bağlantı sağlamasına olanak tanıyor.

Bu sayede aynı bölgenin üzerinden geçiş sıklığı, neredeyse gerçek zamanlı gözlem imkânı veriyor.


Uzay karşıtı programlar ve güvenlik tehditleri

Bu hızlı gelişim, "uzay karşıtı" (anti-satellite/ASAT) programların da önünü açtı.

  • 2007: Çin, kendi uydusunu füzeyle yok ederek gövde gösterisi yaptı.
  • 2008: ABD benzer bir testle yanıt verdi.
  • 2019: Hindistan ASAT yeteneğini sergiledi.
  • 2021: Rusya'nın denemesi yörüngede tehlikeli enkaz yarattı.

Bu testler, binlerce parça uzay çöpü üreterek diğer uydular için kalıcı risk yaratıyor.

Devletler, lazer ve siber saldırı gibi "görünmez" yöntemleri de gündemlerine almış durumda.
 


Trump'ın uzay stratejisi

ABD'de yeniden göreve gelen Donald Trump, "Space Golden Dome" adı verilen, kıtalararası füzeleri uzaydan tespit ve imha etmeyi hedefleyen savunma kalkanını yeniden canlandırıyor.

Proje savunma amaçlı sunulsa da 1967 tarihli Uzay Antlaşması'nın "askerden arındırılmış uzay" ilkesini tartışmaya açıyor.

Trump yönetimi ayrıca NASA'nın araştırma bütçesini yüzde 50 azaltmayı, iklim uzmanı Katherine Calvin'i görevden almayı planlıyor.

Bu adımlar, kamu kaynaklı bilimsel çalışmaların önünü kısarken özel şirketlerin etkisini daha da artırıyor.


Hukuk ve düzenleme sorunu

Uzay, Birleşmiş Milletler'in 1967 Uzay Antlaşması'na göre "insanlığın ortak mirası" sayılıyor.

Ancak özel şirketlerin hızlı yükselişi, bu tanımı fiilen zorluyor.

Şirketler hangi yörüngeyi hangi sıklıkla kullanabilir, uzay çöpünden kim sorumlu olacak, bir uydunun düşmesi halinde tazminatı kim ödeyecek?

Bu soruların uluslararası düzeyde net bir yanıtı yok.


Musk'ın Mars hayali

Elon Musk'ın vizyonu, yalnızca yörüngedeki uydularla sınırlı değil.

2026-2028 döneminde Mars'a önce insansız, ardından insanlı uçuş hedefi bulunuyor.

Uzun vadede ise 2050'de 1 milyon kişilik sürdürülebilir bir Mars şehri kurmayı amaçlıyor.

Bu iddialı planlar, özel sektörün yalnızca Dünya yörüngesinde değil, Güneş Sistemi'nde de belirleyici olabileceğini gösteriyor.


Sonuç

Uzayın jeopolitiği, Soğuk Savaş'ın iki kutuplu devlet yarışından, devletlerle özel şirketlerin karmaşık etkileşimine dayalı çok katmanlı bir düzene evrildi.

ABD'nin bütçe üstünlüğü ve SpaceX gibi dev girişimlerin öncülüğü hem ekonomik hem askeri dengeleri yeniden tanımlıyor.

Ancak aktör sayısındaki patlama, yörüngedeki çarpışma riski, uzay çöpü sorunu ve hukuki boşluklar, "ortak alan" olarak tanımlanan uzayın geleceğini belirsiz kılıyor.

Önümüzdeki yıllarda temel soru şu olacak:

Uzay, küresel iş birliği ve bilimsel keşfin mi; yoksa yeni bir silahlanma ve rekabet çağının mı sahnesine dönüşecek?

Bu sorunun yanıtı, yalnızca devletlerin değil, milyarder girişimcilerin ve uluslararası kurumların da atacağı adımlara bağlı.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU