Değerli Independent Türkçe Okuyucuları,
Geçen günlerde aile ziyareti için iki günlüğüne Rize, Fındıklı'ya gittik.
Rize'nin Fındıklı ilçesinde, Çağlayan Köyü, Taşköprü mevkiinde bulunan, 1790 yılında yapılmış tarihi Şişmanoğlu Konağı'nda konakladık.
Yazıma devam etmeden, öncelikle, bizleri büyük bir misafirperverlikle ağırlayan değerli Fatma ve Hasan Şişmanoğlu'na da içten teşekkürlerimi sunmak isterim.
Fındıklı, Karadeniz'in dalgaları arasında, hoş bir sahili olan, arkasında uzanan yemyeşil yaylaları ve çay arazileriyle memleketimizin bereketli ve güzel ilçelerinden biridir.
Doğu Karadeniz'in Laz kökenli vatandaşlarımızın da yoğun olarak yaşadığı bu ilçede, sahilde yer alan Atatürk Parkı'ndaki İnsan Hakları Anıtı beni gerçekten çok etkiledi.
Anıtın oluşturan taşların üzerindeki her bir maddeyi temsil eden yazıtlarda ifadeler yalnızca Türkçe değil, Lazca ve İngilizce olarak da yer alıyor.
Bu çokkültürlü yaklaşım, insan haklarının evrenselliğine yapılan anlamlı bir vurgu niteliğindeydi.
Anıtın çarpıcı hikayelerinden bir yanı ise, yazıtların altındaki dere taşlarının, vatandaşlarca getirilerek, farklı taşlardan bütüncül bir yapıyı oluşturmuş olmalarıydı.
İnsan hakları gibi temel bir konuda herkesin "elini taşın altına koyması" gerektiğini, bundan daha güzel bir metafor anlatamazdı.
Ayrıca, anıtta İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 1'inci, 9'uncu ve 30'uncu maddeleri dikkatimi çekti.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nden maddeler:
Madde 1: Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
Madde 9: Hiç kimse keyfi olarak tutuklanamaz, alıkonulamaz veya sürgün edilemez.
Madde 30: Bu Bildirge'nin hiçbir hükmü, herhangi bir devlete, gruba veya kişiye, burada açıklanan hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik bir faaliyete girişme hakkı verir biçimde yorumlanamaz.
Fındıklı halkının böyle bir anıtı sahiplenmiş olması şaşırtıcı değil.
Zira Türkiye'nin insan hakları konusunda Avrupa ülkelerinden yoğun eleştiriler aldığı 1990'lı yıllarda, dönemin İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanlarından biri Sayın Algan Hacaloğlu'ydu.
Aile kökeni Rize Fındıklı Çağlayan Köyü'ne uzanan Algan Hacaloğlu gibi önemli isimler, insan hakları gibi önemli bir konunun üzerinde daima hassasiyetle durmuşlardır.
İnsan hakları, Türkiye'nin yumuşak karnı olmamalıdır.
Çünkü insana saygı duyan herkes, evrensel insan haklarına saygı duymakla yükümlüdür.
Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi olup Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin de kurucu ülkelerindendir.
Türkiye, hem Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi hem de Avrupa İnsan Hakları Bildirgesi'ne taraf olan bir ülkedir.
Bu çerçevede, insan hakları ve demokrasiye verdiğimiz önem, uluslararası yükümlülüklerimizin bir gereğidir.
Avrupa'da özellikle İskandinav ve Kuzey ülkeleri, hem bireysel özgürlüklere hem de insan haklarına büyük önem verir.
Bugün Avrupa kıtasının en müreffeh ve gelişmiş ülkeleri arasında olmaları, insan haklarına saygı ile ekonomik kalkınma arasındaki doğrudan bağlantıyı ortaya koyuyor.
Özgür düşüncenin olmadığı yerde ne bilimsel düşünce ne sanatsal yaratıcılık ne de sürdürülebilir ekonomik büyüme kalıcı olabilir.
Güçlü toplum ve güçlü bireylerden oluşan bir ülke de güçlü olur.
Türkiye'nin bir İnsan Hakları Kurumu bulunması, bu alandaki farkındalığın göstergesidir.
Ancak unutulmamalıdır ki, insan hakları yalnızca iç politikada değil, dış politikada da temel bir ölçüttür.
Evrensel olduğu varsayılan insan hakları, devletlerin birbirlerini eleştirirken kullandıkları en güçlü argümanlar arasındadır.
Türkiye de, gerek Gazze'de yaşanan dramlar ve acılar, gerekse Arakanlı Müslümanların trajedisi veya Orta Asya'da, Türkistan'daki Türk ve Müslüman toplulukların yaşadıkları gibi konularda insan hakları temelinde eleştiriler yapmaktadır.
Bazen iyi ekonomik ilişkiler içinde olduğu ülkelere yönelik eleştirilerini de "kompartmantalizasyon" yaklaşımıyla sürdürmekte, yani insan hakları konularında eleştiri getirirken aynı zamanda ekonomik ve siyasi ilişkileri devam ettirmek istemektedir.
Bu aslında diplomatik bir normdur (Avrupa Birliği'de birçok ülkeyi insan hakları bazlı eleştirirken o ülkelerde farklı konularda iş birliği yapmaya devam etme gayretindedir).
Sonuç olarak, insan hakları olmadan ne iç politikada huzur ne ekonomide istikrar ne de dış politikada barışçıl ilişkiler uzun süre var olabilir.
İşte bu gerçeği, sahildeki mütevazı ama derin anlam taşıyan İnsan Hakları Anıtı bizlere bir kez daha hatırlatıyor.
Bu önemli mesajı 2024 yılında daima canlı tutan Fındıklı halkına gönülden teşekkür ederim.
İnsan hakları olmadan çocuk hakları da olmaz, gelecek nesillere değer vermeyen bencil aç gözlü ve acımasız kişilerin güç mücadelesinin olduğu bir dünyada yaşarız.
Örneğin, ABD Açık Tenis Turnuvası'nda aç gözlü bir Polonyalı CEO, Piotr Szczerek, tenisçi Karen Khachanov'un bir çocuğa verdiği şapkayı çocuğun elinden kapıp, pişkin pişkin gülümsedi.
Bu tarz sadece paranın gücüne güvenen kendini bilmezlerin mutlaka etik ve değer yargıları olan ahlaklı insanlara hesap vererek yaptıklarından dolayı cezalandırılmaları gerekir.
(Örneğin, bu Piotr Szczerek'in yönettiği veya sahip olduğu firmalar boykot edilebilir ve benim yaptığım gibi kamuoyuna bilgi verilebilir).
İnsan haklarının olmadığı yerde çocuk hakları da olmaz, çalışan hakları da olmaz, yapay zeka ve kişisel verilerin güvenliği ile ilgili etik ve ahlak da sorgulanmaz.
Halbuki Avrupa Konseyi, yapay zeka alanında da bir konvansiyon başlattı ve bu tarz önemli mevzuların, etkik ve uluslararası hukukun daha ileri notkalarda tartışılabilmesi için önce en temel haklar yani insan haklarının önemini hepimiz tekrar hatırlamalıyız.
Saygılarımla.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish