Kıbrıs: Bir varoluş mücadelesinin perde arkası ve Türkiye'nin haklı davası

Dr. Osman Gazi Kandemir Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Dün, Kıbrıs Barış Harekatı'nın 51'inci yıldönümü idi.

Bu yazının belki dün yazılması gerekirdi ama Türk kamuoyunun konuya ne kadar ilgisi olduğunu görmek için bugüne bıraktım.

Görüldüğü gibi başka gündemler bizim haklı davalarımızı unutturuyor. 

Kıbrıs meselesi, yıllardır uluslararası ilişkiler gündeminin üst sıralarında yer alan, karmaşık ve derin bir mesele.

Ancak bu karmaşıklığın altında, Türk tarafının haklılığını ve Kıbrıs Türk halkının varoluş mücadelesini destekleyen güçlü tarihsel argümanlar yatıyor.

Kıbrıs bir coğrafi ada olmaktan öte, stratejik öneme haiz bir Türk vatanı ve Türk dış politikasının vazgeçilmez bir parçasıdır.


İngiliz hâkimiyetinden Enosis hayaline: Bir adanın kaderi

Kıbrıs'ın bugünkü çetrefilli durumunun kökenleri, 19’uncu yüzyılın sonlarına, Osmanlı İmparatorluğu'nun zorlu dönemlerine dayanıyor.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nın (93 Harbi) ardından, İngiltere, Rus tehdidine karşı Osmanlı'ya sözde yardım etme vaadiyle Kıbrıs'ın kullanım hakkını elde etti.

Anlaşmaya göre Ruslar Doğu Anadolu'dan çekilince İngiltere de adadan çekilecekti.

Ancak tarih, İngilizlerin sözlerinde durmadığını ve Ruslar çekilmesine rağmen Kıbrıs'tan ayrılmadıklarını gösteriyor.

Bu dönemde adadan ayrılmak zorunda kalan Türklerin boşalttığı yerlere Rumların yerleştirilmesi, adanın demografik yapısında ve etnik dengesinde önemli değişikliklere yol açtı.

Zira adanın hiçbir zaman Yunanistan'a ait olmamasına rağmen, Rumların Enosis yani adayı Yunanistan'a bağlama hayali, Kıbrıs meselesinin temel dinamiğini oluşturacaktı.

1960'ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, bu iki toplumlu yapıyı korumak ve Enosis'i engellemek amacıyla Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin garantörlüğünde kuruldu.

Ancak bu anlaşmalar, Rumlar tarafından hiçbir zaman samimi bir şekilde uygulanmadı.

Cumhurbaşkanı yardımcısının Türk olması, ordu ve polis kadrolarındaki dengeler, resmi dillerin kullanımı gibi kritik maddeler hep göz ardı edildi.

Bugün, Kıbrıs olarak bilinen Rum yönetimi, 1960 Anlaşmaları'yla kurulan hukuki devletten oldukça farklı bir yapıda, hatta gayri hukuki bir temelde varlığını sürdürüyor.

Bu durum, Türkiye'nin adadaki varlığının ve müdahalesinin hukuki dayanaklarını güçlendiren en önemli unsurlardan biri.


Makarios'un ihaneti ve Türk halkının kıyımı

Kıbrıs'ta gerilimin tırmanmasında önemli bir rol oynayan isimlerden biri de Başpiskopos Makarios oldu.

Bağlantısızlar Hareketi'ne yönelmesi ve Rusya ile yakınlaşma sinyalleri vermesi, onu Yunanistan'daki cuntanın hedefi haline getirdi.

15 Temmuz 1974'te Yunan cuntasının Makarios'u devirmeye yönelik darbe girişimi, Kıbrıs'ta zaten kırılgan olan barışı tamamen yok etti.

Makarios'un bizzat Yunanistan'a isyan eden ifadeleri, Türkiye'nin askeri müdahalesinin haklılığını uluslararası kamuoyu nezdinde tartışmasız kılıyor.

Makarios'un 2 Temmuz 1974'te Yunanistan Başbakanı’na yazdığı mektup ve özellikle 19 Temmuz 1974 akşamı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde yaptığı konuşma, Türkiye'nin eli kolu bağlı beklemediğinin adeta bir kanıtı niteliğinde.

Makarios, bu konuşmalarda "Kıbrıs'ın bağımsızlığı Yunan askeri rejimi tarafından acımasızca ihlal edilmiştir" ve "Adadaki Yunan subaylarının faaliyetleri Atina tarafından desteklenmekte ve yönetilmektedir" gibi çarpıcı ifadeler kullanıyordu.

Hatta daha da ileri giderek, "Kıbrıs'a Atina'dan olan tehdit Ankara'dan daha fazladır" diyordu.

Bu itiraflar, Türkiye'nin, garantörlük anlaşmasından doğan hakkını kullanarak Kıbrıs Türk halkını korumak için harekete geçmekten başka seçeneği kalmadığını gösteriyor.

Makarios'un ihaneti ve Yunanistan'ın saldırgan politikaları sadece siyasi krizlere yol açmadı, aynı zamanda Kıbrıs Türklerine yönelik vahşi katliamlara da sahne oldu.

"Kanlı Noel" olarak bilinen 1963 olayları, Erenköy Direnişi sırasında yaşananlar ve 15 Temmuz sonrası Muratağa, Atlılar ve Sandallar gibi köylerde kadın, çocuk demeden yüzlerce Türk'ün katledilmesi, Kıbrıs Türklerinin adada ne denli büyük bir varoluş mücadelesi verdiğinin kanıtları.

Kanlı Noel'de banyo küvetine sığınan anne ve çocukların hunharca öldürülmesi, bu vahşetin en çarpıcı örneklerinden biri.

Bu insanlık dışı olaylar, Türklerin adadaki güvenliğinin sadece uluslararası garantiyle değil, aynı zamanda Türkiye'nin fiili varlığıyla sağlanabileceğini açıkça ortaya koyuyor.


Türkiye'nin haklılığı uluslararası belgelerle tescillendi

Türkiye'nin Kıbrıs Barış Harekâtı'ndaki haklılığı, sadece yaşanan acılarla değil, uluslararası arenadaki belgelerle de tescillenmiş durumda.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin 29 Temmuz 1974 tarihli ve 573 sayılı kararı, Yunan askeri diktatörlüğünün darbesini açıkça kınarken, Türkiye'nin diplomatik çabaların sonuçsuz kalması üzerine Garanti Anlaşması'nın 4'üncü maddesinin verdiği hakkı kullanarak adaya müdahale etmek zorunda kaldığını belirtiyor.

Hatta Yunan Temyiz Mahkemesi'nin, Türkiye'nin harekâtının haklı olduğunu ve Garanti Anlaşması'ndan doğan haklarını kullandığını onayladığı da biliniyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Daha güncel bir belge ise, 2004 yılına ait NATO'nun Akdeniz Diyaloğu Tatbikat Programı'nda yer alan bir ifade.

Bu belgede, "Şehit Teğmen Gönyeli Arama Kurtarma Tatbikatı icra mahalli Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti karasuları" ifadesi kullanılıyor.

Bu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kendi karasuları olduğunun NATO gibi önemli bir uluslararası kuruluş tarafından fiilen onaylandığı anlamına geliyor.

Bu tür belgeler, Türkiye'nin Kıbrıs politikasının ne denli sağlam temellere oturduğunu gösteriyor.

Ancak ne yazık ki, bu güçlü hukuki ve tarihsel dayanaklar, uluslararası kamuoyuna ve hatta kendi vatandaşlarımıza yeterince anlatılamıyor.

Yunanistan'ın yoğun lobicilik faaliyetleri ve propagandası karşısında, Türkiye'nin haklı davasını daha etkin bir şekilde duyurması büyük önem taşıyor.

Üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve diplomatik kanallar aracılığıyla bu belgelerin ve yaşananların geniş kitlelere aktarılması, Kıbrıs'taki Türk varlığının neden vazgeçilmez olduğunu anlamak için hayati önem taşıyor.


Kıbrıs'ın stratejik önemi ve Türkiye'nin vazgeçilmez garantörlüğü

Kıbrıs'ın sadece Türklerin yaşadığı bir ada olmanın ötesinde, Türkiye için stratejik bir önemi bulunuyor.

Özellikle Doğu Akdeniz'deki zengin enerji kaynakları, Kıbrıs'ı bölgesel güç dengelerinde kilit bir konuma getiriyor.

Kıbrıs, adeta bir uçak gemisi gibi, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki varlığını ve çıkarlarını koruması için vazgeçilmez bir üs görevi görüyor.

Bu bağlamda, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin adadaki varlığını güçlendirmesi ve Geçitkale Havaalanı gibi stratejik noktaların İHA/SİHA üssü olarak kullanılması, Türkiye'nin bölgesel güvenlik stratejisinin ayrılmaz bir parçası.

Sonuç olarak, Kıbrıs Barış Harekâtı'nın sadece bir askeri operasyon değil, aynı zamanda bir varoluş mücadelesi olduğu açık.

Türklerin adada varlıklarını sürdürmesi, kimliklerini koruması ve kendi devletlerini kurması, büyük fedakârlıklar ve zorluklarla dolu bir süreç oldu.

Dr. Fazıl Küçük, Rauf Denktaş gibi liderlerin ve tüm şehitlerin bu uğurda verdiği mücadele asla unutulmamalı.

Türkiye'nin garantörlükten vazgeçmemesi, Kıbrıs Türklerinin eşitliğini savunması ve adada iki ayrı devletli çözüm politikasını sürdürmesi, sadece Kıbrıs Türklerinin geleceği için değil, aynı zamanda Türkiye'nin ulusal güvenliği ve bölgesel çıkarları için de kritik önem taşıyor.

Kıbrıs meselesi, haklılığımızın güçlü belgelerle desteklendiği, ancak anlatılması gereken bir hikâye olmaya devam ediyor.

Bu konuda başka yazılar da yazarak haklılığımızı en azından Türk kamuoyuna anlatmaya devam edeceğiz. 

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU