Yeni açılım sürecinde Kürtçenin günlük hayatta ve eğitim-öğretimdeki yeri tartışılmaktadır.
Bu münasebetle ilgili bir kitabı tanıtırken anadilin önemi ve yokluğundaki sorunları ele alacağım.
Ekrem Bulut, Kars-Oluklu köyünden olup birkaç üniversitede felsefe, sosyoloji ve sağlık dersleri almış yeni kuşak Kürt aydınlarından.
Her Kürt evladı gibi anadilinde (bilhassa ailesinin 1960'larda yaşadığı Manisa'daki okullarda) konuşamamanın ve çevreden dışlanmışlığın acı travmasını yaşamış.
Bulut'un halkına ve kendine karşı vicdan borcunu bir nebze ödeyebilmek için yazdığı "Bölünmüş Kimlikler: Çocukluk Döneminde Ana Dilleri ile Eğitim Yapamayan Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu" başlıklı kitabı Mart 2025'te İsmail Beşikçi Vakfı yayınlarından çıktı.
Kitabın benzerlerinden farkı çoklu kimlik bozukluğu yaşayan veya kimliği paramparça olmuş kuşakların, bilhassa ana dili yasaklanmış Kürt çocukların eğitim dünyasına ve bulundukları ortamlarda yaşadıkları travmaya dair Türkiye'den örnekler sunmasıdır.
Dil nedir?
Konuyu daha iyi anlayabilmek dil hakkında genel bilgilendirme gerektirir.
Biz de Ekrem Bulut'u izleyerek konuya hâkim olmaya çalışacağız:
Dilin konumundaki değişim, tarihsel süreç açısından hem planlı hem de kendiliğinden bir gelişmeyi içerir.
Dilin konumundaki değişiklikler, her şeyden önce, o dilin işlevlerinin belirlenmesi veya görevlerinin yeniden saptanması anlamını taşır.
Sözgelimi, resmi statü (konum) kazanmış olan bir dil, kaçınılmaz bir biçimde hükümetin amaçları doğrultusunda kullanılır.
Bu da yönetim kademelerinde "olağan bir dil" olması demektir ki adalet, askeri-resmi yazışmalar, kamu basın yayıncılığı ve genelde de eğitim gibi alanları kapsar.
Bir yaklaşıma göre konum belirleme (status planning); toplumdaki dilin rollerinin sağlamlaştırılması, etkili kılınması ya da değiştirilmesini amaçlayan kararlar ile uygulamalar arasında uyum/uzlaşma sağlanmasıdır.
Madalyonun diğer yüzünde ise "bünyesel/yapısal düzenleme" (corpus planning) vardır ki, bu da bilerek ve isteyerek dilin yapısında (dilbilgisi kuralı, kelime hazinesi, sözcük yapısı ve oluşumu, seslendirme ve kelime yazım biçimi olarak harf vs), değişimini öngörür.
Özellikle azınlık dili söz konusu olduğunda, "konum belirleme" meselesi, öncelikle siyasi bir sorun olarak ön plana çıkar ve devlet ile o ülkedeki halkı birlikte ilgilendirir.
Avrupa'daki azınlık dillerinin tecrübeleri şunu göstermiştir:
İlgili ülke devletlerinin tutumları ile söz konusu azınlıkların sayısal durumlarının güçlü oluşu azınlık dillerinin yaşaması veya ölmesinde en önemli iki etkendir.
19'uncu yüzyıla kadar, Kürt dili, merkezi hükümetlerin direkt müdahaleleri olmaksızın kısmen özgür bir ortamda gelişti.
Gevşek örgütlenmelere sahip geleneksel devletler (millet kavramına öncelik vermeyen ümmet toplumu-FB) olarak Osmanlı ve Persler, Kürdistan'da kullanılan diller üzerinde etkin siyasetler uygulayıp dayatmak durumunda değillerdi.
Merkezi hükümetler, 19'uncu yüzyılın ortalarından itibaren düşen beyliklerden sonra, (zamanın deyimiyle) Kürdistan'da kurmaya başladıkları askeri ve sivil kuruluşlarda (eğitim aracı olan okullar dâhil) resmi dilin yaygınlaşmasına çalıştılar.
I. Dünya Savaşı sonrasında doğan modern devletler ise, son derece merkezi bir ekonomi, politika, kültür ve dil siyaseti izlediler. Bunlar, ulus-devlet kurma meselesine, dil ve kültürle başladılar.
Bu yüzden etnik toplulukların bu yapı içinde siyasal bir bütünleşmeye uğraması, sadece ve sadece onların egemen ulus tarafından özümsenmesi yoluyla tamamlanabilirdi.
Eğitim sistemi ile kitle iletişim araçları (özellikle de işitsel yayın) üzerindeki hükümet tekeli merkezi hükümete, resmi dili, diğer halklara dayatma konusunda muazzam bir güç ve yetki vermiş oldu.
Ekrem Bulut, eserinde anadilinde eğitimden yoksun bırakılmanın farklı nedenlerini sıralamış.
1-) Dil Engelleri:
Bazı ülkelerde, insanlar anadilinde eğitim almak istese bile okulların çoğu egemen ulus-millet dilinde eğitim vermektedir. Böyle bir gerçek, kendi dillerinde eğitim almak isteyen öğrenciler için engel oluşturmaktadır.
Anayurdundan uzakta yaşayanlar (Amerika, Afrika, Avrupa, Asya ülkelerindeki gurbetçiler) bu kategoriye girmektedir. Dilde eğitim engelinin diğer bir nedeni ise siyasi yasaklardır.
Türkiye, Suriye ve İran'da 60'lı ve 70'li yıllara kadar Kürtlerin anadillerinde eğitim almaları yasaktı.
Sömürgeci İngiltere'nin hükmü altındaki Irak'ta ise 1920'lerden itibaren zaman zaman dil serbestliği gelmiş, Kürtçe yayınlara izin verilmiş; anadilinde eğitim sorunu ise 1970'lere kadar çözülememiştir.
Olumsuz örneğine yakın zamanda tanık olduk: Irak Kürdistan bölgesindeki 2017 bağımsızlık referandumu sonrasında Türkiye, İran ve Irak'ın ortak müdahalesi sonucunda Kürdistan Yönetimi geriletilince Kerkük'teki Kürtçe eğitim de yasaklanmış oldu.
Olumlu örneği ise 14 yıl önce hayata geçti. 2011 Suriye iç savaşı sırasında kuzeydoğudaki (Rojava) Kürtler denetledikleri bölgelerde kendilerine ait bir yönetim kurdular.
Çoğulcu toplum anlayışı temelinde anadilinde eğitim almak isteyen topluluklar (Araplar, Süryaniler, Asuriler, Kürtler vs) için eğitim olanağı sağladılar.
2-) Yoksulluk:
Anadilinde eğitimden yoksun bırakılmanın veya kalmanın en yaygın nedenlerinden biridir fakirlik. Çoğu yoksul aile, nimetlerinden faydalanmak için sisteme yaranma çabası içindedir. Onlar açısından çocuklar, geleceğin umududur. Dolayısıyla her ne pahasına olursa olsun okuyup hayatını kurtarmak ve ilgili devlete sırtını dayamak arayışındadırlar.
Padişah Abdülhamit devrinde İstanbul'da açılan Aşiret Mekteplerine götürülen Kürt çocukları ile Cumhuriyet devrinde Yatılı Bölge Okulları ve İmam-Hatip Okullarında (bazen de tarikat ağırlıklı medreselerde) eğitim alan Kürt öğrenciler, ciddi bir asimilasyondan geçirilip egemen devletin istediği kalıba sokulmak suretiyle kendi halkının diline yabancı hale getirilerek asimilasyon politikasına hizmet için kullanıldılar.
Beyinleri yıkanıp kendi kimliklerini inkâr etmekle kalmadılar, aynı zamanda gittikleri aşiret, köy ve kent ortamlarında hem aileleri hem de kendilerinden sonra gelen kuşakların asimile olmasında büyük rol oynadılar.
Yüksekokullara giden Kürt gençlerinin tarikat-cemaat yurtlarına ve okullarına rağbet etmelerinin ana nedeni fakirlikti.
On binlerce Kürt öğrencinin ajan Fethullah Gülen'in cemaati tarafından devşirilerek sözüm ona "altın nesil" adı altında kendine, ailesine ve milletine yabancı hale getirilmesi de yoksulluk ve bilinçsizliktendi.
Yatılı Bölge Okullarının Kürt nüfusun yoğun ve yoksul olduğu bölgelerde açılmasının baş sebebi budur. E. Bulut'a göre:
Bir zamanlar Afrika'dan esir alınıp Amerika kıtasında köle olarak çalıştırılan insanları zorla hizaya getirip silahla denetlemek için, yine Afrika kökenli bazılarına ‘köle avcısı' rolü verilmiştir.
Nitekim Kürtlerin yaşadıkları ülkelerde yokluk-yoksulluk nedeniyle devlete sığınanlar da silah zoruyla değilse de beyinleri yıkanarak bahsedilen işlevi görmüşlerdir.
3-) Siyasal engeller:
Büyük iletişimsel gücü nedeniyle dil; etnik kökene, sınıfa, cinsiyete ve kültürün bütün bileşenlerine yakından bağlıdır. O, dünyayı yansıtmakla kalmaz; dünyaları ve gerçeklikleri de yaratır. Edebiyat, siyaset, bilim, din ve kültürün diğer tezahürleri, dil olmaksızın tasavvur edilemez. Bu nedenle dil, aynı zamanda bir iktidar kaynağıdır...
Kürt dili hakkında devlet politikaları
Konuyu somutlaştırmak açısından şu soruyu yanıtlamak gerek: Kürtlerin yoğun yaşadıkları Türkiye, İran, Irak ve Suriye'de ilgili devletlerin Kürtçe hakkındaki politikaları nelerdi?
Yanıtını birkaç baskı yapan "Kürt Dilinin Tarihçesi" isimli kitabımdan örneklerle vereceğim.
Irak: İngilizlerin Kürt diline yönelik siyasetleri, I. Dünya Savaşı sonrasındaki siyasal gelişmelerle yakından ilgilidir.
Kürtler, Irak ve Türkiye'den bağımsız bir Kürt devleti kurma çabalarını yoğunlaştırdıkları için, İngilizler onları da hesaba katmak zorundaydılar.
İngilizlerin, siyasi ortama göre değişen; başlangıçta Kürt dilinin gelişmesini destekleyip teşvik eden, daha sonra buna kısıtlamalar getiren belirgin siyaset izlediklerini görmekteyiz.
İngiliz hükümeti tarafından 24 Şubat 1926'da "Irak Kürt Bölgeleri Yönetimi Hakkında İç Yazışma" adıyla hazırlanıp Cemiyet-i Akvam'a gönderilen belge şunları içeriyordu:
Kürt bölgelerinde Adalet Bakanlığına bağlı her 13 görevliden 10'u Kürt'tür. Davalar Kürtçe dinleniyor (Süleymaniye, Koy Sancak ve Erbil'de) ve duruşma tutanakları Kürtçe tutuluyor. 16 okulda Kürtçe eğitim veriliyor ve buradaki 52 öğretmenden 45'i Kürt.
Yazışmada, Kürt dilinin gelişmesindeki yavaşlığın, esasen bu dilin geri kalmış doğasından kaynaklandığı da anlatılıyordu:
Kürt dilinin kullanımına gelince; belirtmek gerekir ki, Kürtçe savaştan önce (Birinci Dünya Savaşı-FB) ne resmi ne de özel biçimde, yazışma aracı olarak kullanılmıyordu. Daha önce Kürtçe yazılmış belli sayıda şiir olmasına rağmen, bu dilin bir yazışma aracı olarak kullanılıp gelişmesi tümüyle İngiliz görevlilerin çabaları sayesinde olmuştur.
Eskiden Farsça, Türkçe ve Arapça yazı dili olarak kullanılıyordu. Bununla birlikte yazılı Kürtçe; Türkçe ile Arapçanın kullanılmakta olduğu Musul vilayetinde henüz yaygınlık kazanmış değildir.
Hükümet görevlileri arasında bir yazışma aracı olmasının kabul edilmesiyle birlikte Kürtçenin Erbil'de daha fazla yaygınlaştığı görülüyor. Süleymaniye'de ise uzun yıllardan beri Kürtçe bir gazete yayımlanıyor. Burada özel ya da resmi biçimde Kürtçenin yazı dili olarak kullanılması, belli bir süreden beri zaten vardı.
Hükümetimiz tarafından başlatılan bu çaba, Irak hükümetince sürdürülmektedir. Şu anda Bağdat'ta iki Kürtçe gazete çıkarılmaktadır. Kürt dilinin özgür biçimde kullanılması yolundaki çabaların teşvik edilmesi için de mümkün olan her şey yapılmaktadır.
Öte yandan Sevr Antlaşması ile sözü verilen "Bağımsız Kürdistan"ın kurulmasından umut kesen Kürt önde gelenleri de Irak sınırları içinde hatırı sayılır ölçekte bir özerklik sağlanması için Cemiyet-i Akvam'a başvurmayı denediler.
Irak Meclisindeki altı Kürt milletvekili, Şubat 1929'da Başbakan'a bir dilekçe yazarak, Irak hükümetinin, Kürt haklarına saygı göstermediği yolunda şikâyette bulundular ve şu taleplerde bulundular:
- Kürtçe eğitim ödeneklerinin arttırılması.
- İçinde Süleymaniye, Erbil, Kerkük ve Musul gibi vilayetler de bulunmak kaydıyla Kürt ilçe ve yönetim merkezlerinin oluşturulması…
Bu talepler Irak Başbakanı tarafından "ayrılıkçı" olarak niteleyip reddedildi. Bunun yerine, "Dil Yasası" önerildi ve 19 Mayıs 1931 tarihinde Meclis'ten geçti.
Ancak bu kez kapsamı daraltılmıştı. İlgili komiteler, Kürt dilini öğrenip kullanmada (resmi dairelerde-FB) tek ölçütün ırk esası olmamasını ve Musul'un ilçelerinde yaşayanların bir yıl içinde hangi dil/lehçe ile konuşmayı seçeceklerini bildirmelerini de isteyen bir formül düzenlediler.
Irak, Cemiyet-i Akvam örgütüne üye olduktan sonra Musul ve Kerkük'teki hemen tüm okul ve yönetim makamları Araplaştırıldı.
1957'ye gelindiğinde, Erbil'de Kürtçe eğitim veren tek bir okul kalmıştı; Süleymaniye'deki bütün kız okulları Arapça eğitim yapıyordu.
Bu dönemde, dil açısından en radikal kazanımlar basın (gazetecilik), kitap ve radyo yayıncılığı alanında gerçekleşti.
Görece bir yayın ve konuşma özgürlüğü vardı. Kürtçenin eğitim ve yönetim kademelerinde kullanılması yarım yamalak da olsa tamamlandı. 1958-59 yıllarına gelindiğinde ise Abdülkerim Kasım Kürtlerin siyasal ve kültürel tüm taleplerini reddetti.
İran: Ülkede düzenlenen 1906 Anayasası, bu çok uluslu ve çok dilli ülkede tek resmi dil olarak Farsçayı kabul etmişti.
Fars dili bölgede genelde (eyalet çapında), özelde ise bazı okullarda okutuldu. Kamu kurumlarında resmi dil olarak işlem gördü ve geçerlilik kazandı.
Dil üzerindeki polis denetimi ve baskısı pek tahripkârdı. Kürt Şair Hazhar kendisiyle babasının, ellerindeki Kürtçe kitapları teneke kutulara koyup kent yakınındaki köylerinde toprağa gömerek gizlediklerini ve sadece geceleri okuyup yeniden çıkardıkları yere gömdüklerini anlatır.
O yasaklı günlere dair anlatılan bir anekdot da şöyle:
Xela Min adlı şair yakınlarına (Kürtçe) şiirler okuyormuş ve bunları ezberlemek zorunda kalıyormuş. Bu şairin bir köy camisinde özel olarak yapılan toplantıda okuduğu şiirden son derece etkilenen genç şair Hazhar, Mehabad kentinden üç günlük uzaklıktaki mesafeye, yürüyerek gidip şiiri istemek zorunda kalmış.
İran, Kürtçenin Irak'ta resmileştirilmesine karşı çıkıyordu. Nitekim yeni yönetim, Kürt milliyetçiliğinin gelişip sağlamlaşmasını önlemek için; Kürtçe konuşulan alanları, her biri doğrudan Tahran'a bağlı olacak şekilde üç kısma ayırmıştı.
Rıza Şah'ın tahttan çekilmesiyle biraz gevşeyen yoğun Farslaştırma ve asimilasyon siyaseti, Muhammed Rıza Şah'ın (1941-1979) döneminde de sürdü.
Tahran Üniversitesi'nin bazı öğretim görevlileri de öteki dilleri konuşan etnik toplulukları Farslaştırmayı destekliyorlardı.
1941-53 yılları arasında merkezi hükümet henüz zayıfken, Kürtlerin de içinde olduğu muhalefet üzerindeki baskılar gevşetilmiş; Fars diliyle çıkan Kuhistan (Yüksek Ülke) ile Kürtçe çıkan Mâd dergisinin yayımına izin verilmişti.
İlki Kürt bölgelerindeki acıları dile getiriyor; Kürt tarihi ve şiir de dâhil olmak üzere Kürt edebiyatına ilişkin yazılar yayımlıyordu.
İkincisi ise daha çok bir Kürt araştırma gazetesiydi. Hükümetin Bağıstan adıyla (Mart 1952'de sadece bir sayı) çıkardığı yayın organında ise "Kürtlerin Oturduğu Bölgelerin Tarihsel ve Kültürel Araştırması" başlıklı bir makale Farsça ve Kürtçe kaleme alınmıştı.
Ülke Şah yönetiminin sıkı denetimi altındaydı. 1953'ten sonraki dönemlerde Kürt bölgelerinde çok yönlü (askeri, siyasi vs) önlemler alınmıştı.
Bununla birlikte Kürt diliyle yayın yapılıyor (örneğin radyo), Kürtçe basın faaliyetleri sınırlı biçimde de olsa sürdürülebiliyordu.
Tahran Üniversitesi Diller Bölümünde Kürtçe kurs düzenlenmesi gibi faaliyetler görülüyordu.
Kürtler, 1978-1979 yılları arasında Şahlık rejiminin devrilmesine yol açan devrime katıldılar.
İstekleri; demokrasi temelinde federatif bir devlet çerçevesinde özerklik kazanmaktı.
Bu yönetim isteğinin en somut adımı Kürt dilinin resmi dil olarak tanınması; eğitimde, yerel yönetimlerde ve kitle iletişim araçlarında kullanılmasıydı.
Ne var ki bu talepler, devraldıkları devlet sistemini İslamlaştırmayı benimseyen yeni yöneticilerin teokratik (dinsel) merkezi rejimiyle uygunluk arz etmiyordu.
Bu nedenle Şahlık rejiminin yıkılmasından iki ay sonra, İslami ordu, özerklik isteyen halklara karşı (Kürtler, Türkmenler, Araplar) seferber edildi.
Anayasa'nın 19'uncu maddesinde, "Renk, ırk, dil ve benzeri şeyler bir imtiyaz nedeni olamaz" denilirken, çelişkili bir tarzda 15'inci maddede şu ifade yer alıyordu:
Bununla birlikte, İran halkının resmi ve ortak dili ile yazısı Farsçadır.
Türkiye: Eskiden Kürtçe tümden yasaklanmıştı. Kürtleri, dillerini terk edip Türkçe konuşan yerliler haline dönüştürmek, Türkiye'deki dil siyasetinin birincil amacıydı. Bu yüzden değişik yöntemler uygulanageldi.
Umuma açık yerlerde, devlet daireleri ile okullarda Kürtçenin kullanılmasının yasaklanması kolaydı.
Kırsal alanlarda ise bu yasağın uygulanması ve denetlenmesi o kadar kolay değildi. Yine de köyden kente mallarını getiren köylülerden Kürtçe konuşanlar, kullandıkları kelime başına (o zamanın parasıyla) 5 kuruş vermek suretiyle cezalandırılıyorlardı. Bu para bir koyunun fiyatına denk geliyordu.
Bir kişinin ailesinden zorla ayrılması, okullarda Kürtçe konuşan öğrencileri engellemek için izlenen bir ceza yöntemiydi.
Öğrencilerden, sınıf dışında, mesela kahvaltı saatlerinde Kürtçe konuşanlar cezalandırılıyordu.
Bu amaçla, 1964 yılından itibaren Yatılı Bölge Okulları kuruldu ki, öğrencinin yılın büyük bölümünde ailesinden ayrı kalarak anadilini konuşmaması sağlansın!
27 Mayıs 1960 Askeri darbesinin çekirdeği sayılan Milli Birlik Komitesi üyesi Salih Suphi Karaman 1987'de bana şunları anlatmıştı:
27 Mayıs sonrasında koalisyon hükümeti başbakanı olan İsmet İnönü'ye gidip şu öneriyi yaptım: Ermenistan, İran ve Irak'ta Kürtçe yayın yapan radyolar var. Bizdeki Kürtlerin oralara kulak verip meyletmemeleri için bizde de Kürtçe yayın yapan bir radyo kurulmalı. İnönü, öneriyi duyunca kızdı köpürdü, bağırarak beni susturdu!
Günümüzde Kürtçe yayın konusunda yer yer sıkıntılar yaşanmakla birlikte, en azından televizyon ve radyolarda Kürtçe müzik yayınlanabilmekte; Kürtçe gazete, dergi ve kitaplar basılabilmektedir.
Gerçekte yasak olan ise 2002 başında gündeme giren "Kürt dilinin öğretilmesi ya da Kürtçe eğitim" meselesidir.
Anayasa'da Kürtçeyi yasaklayan ilgili madde değiştirilmiş olmasına rağmen bu dile açıktan gönderme yapılmadan "eğitim yasağı" devam etmektedir.
Çoklu kişilik bozukluğu nedir?
Ekrem Bulut'un anadilinde eğitim meselesini ele aldığı çalışmasına yeniden dönersek, kitabının bölüm başlıkları şöyle sıralanabilir:
- Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu,
- Anadil ve Anadil Eğitimi,
- Çocukluk Dönemi ve Dil Öğrenimi,
- Dissosyatif Kimlik Bozukluğu ve Anadil ile Eğitim Yoksunluğu İlişkisi,
- Anadilde Eğitimden Yoksun Bırakılmanın Nedenleri ve Türkiye'deki Uygulamaları.
Kitabın ana eksenini oluşturan kavramı tanımlayarak başlamalıyım:
Dissosiyatif diğer adıyla Çoklu Kişilik Bozukluğu, kişide iki veya daha fazla farklı kimliğin varlığı ve her kimliğin kendine özgü adı ile kişisel özellikleri olabilen ciddi bir ruh sağlığı sorunudur.
Dissosiyatif kimlik bozukluğu olan kişi içinde kendisinden başka bir kişi ya da kişiler olduğunu sanır. Hastanın içinde hissettiği bu farklı kişiliklere alter adı verilir.
Bu alter kimliklerde, her kimliğin farklı hafızası, anıları, düşünceleri ve davranışları olabilir.
Bu durum çoklu kişilik bozukluğunda hafıza kaybı, sanrılar veya depresyon gibi belirtilerin yaşanmasına neden olur.
Genellikle yaşanan travmalar sonucu ortaya çıkan dissosiyatif bozuklukları tedavi etmek zor olsa da psikoterapi yöntemleri semptomları yönetmeye yardımcı olabilmektedir.
Ekrem Bulut, kimlik bozukluğu tanısının geçmişini şöyle özetliyor:
1800'lü yıllara kadar birçok ruhsal bozukluk gibi çokluk kişilik bozukluğu da kötü ruhlardan ve şeytandan etkilenme durumu olarak kabul edildi. 19. yüzyılın başlarında ilk olarak Amerikalı Benjamin Rush tarafından Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu (DKB) tanımlaması yapıldı.
Dissosiyasyon normalde bütünlük içerisinde olan bilinç, bellek, kimlik, duygu, algı, beden temsili, motor kontrol ve davranışta ayrışma ve/veya süreksizlik olmasıdır. Bu ayrışma ve süreksizlikler psikolojik işlevlerin her alanını etkileyebilir. DKB rahatsızlığı ise bu işlevlerin hemen hepsinden etkilenir.
Handbook of Dissociation: Theoretical, Empirical, and Cilinacal Perspectives isimli kitapta ise DKB hakkında şu bilgiler aktarılıyor:
DKB, bütün olarak bir kişilik hissetmesi yerine, kendisini ayrı ayrı kişilikler olarak algılaması ve yaşaması durumudur. Bu kişilikler farklı yaşlarda veya cinsiyetler olabilir; farklı kişilik özellikleri taşıyabilir veya farklı adlar veya isimlerle tanımlanabilirler.
DKB, travmatik olayların neden olduğu bölünmüşlük hissiyatının bir sonucu olarak çıkabilir ve kişinin hayatının farklı dönemlerinde farklı kişilikler geliştirmesine yol açabilir.
Bu arada belirtmek lazım: Dissosiyatif kimlik bozuklukları sadece anadilinde eğitim almamakla sınırlı değildir.
Genellikle cinsel, fiziksel veya duygusal istismar, aşırı şiddet, deprem, işkence ve savaş ortamının yol açtığı (ölme, öldürme, katliam, bombalama gibi) gibi her türlü ciddi travmatik olayla da ilişkilidir.
Küçük yaştakilerin maruz kaldıkları travmatik deneyimler, çocukların zihinsel bütünlüğünü koruma mekanizmalarını derinden etkileyerek kişilik yapısının bölünmesine yol açmaktadır.
Araştırmalar, genetik faktörlerin de dissosiyatif kimlik bozukluğunun gelişiminde rol oynayabileceğini göstermektedir.
Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu (DKB) ile Anadilinde Eğitim İlişkisi
Ekrem Bulut'un bu konudaki tespitlerini de aktaralım:
Çoklu Kimlik Bozukluğu ile anadilinde eğitim yoksunluğu arasında doğrudan ilişki yoktur. Ancak DKB, genelde çocukluk çağı travmalarıyla ilişkilendirildiğinden, çocukların dil ve okuryazarlık becerilerinin gelişmesini olumsuz etkileyebileceği bölgelerde söz konusu olmaktadır.
Kürtlerin doğal ortamından koparılıp gönderildikleri ülkelerde veya kentlerde azınlıkta kalmaları nedeniyle anadillerinde konuşamayan, okullarında anadili Kürtçe yerine Türkçe öğrenmek (veya Almanya'da Kürtçe yahut Türkçe yerine Almanca eğitim almak) zorunda kalan her yaş grubu ve bilhassa çocuklar da görülen DKB rahatsızlığından, çoklu kimlik bozukluğundan söz edilebilir.
Kürtçe konuşan çocuklar anadilinde eğitim yoksunluğu nedeniyle Türkçe öğrenmede zorluk çekmektedirler. DKB gibi psikiyatrik bozukluklar genellikle eğitim ve öğrenim süreçlerini olumsuz yönde etkileyebilir. En basitinden öğrenme ve kavrama güçlükleri yaşanabilir. Giderek zaman içinde daha büyük sorunlara dönüşebilir.
Bu durum okullardaki başarısızlığa ve öğrenme güçlüklerine neden olmakta; çok daha önemlisi Türkçe öğrenmeye mecbur edilen çocukların sosyal ve kültürel olarak dışlanma hissine kapılmalarına yol açmaktadır. Yani çocuk sosyal ve kültürel alanda da kimlik bölünmesine maruz kalmaktadır.
Yaklaşık 50-60 yıl öncesine kadar öğretmenlerin okulda Kürtçe konuşmayı yasakladıklarını; Türkçeyi doğru düzgün konuşamadıkları ve kendisini ifade etmek için anadilleri Kürtçeyi tercih ettiklerinde öğrencilerin ellerine, başlarına sopayla vurulduğunu yöredeki herkes bilir.
Anadilinde eğitim engelinin yol açtığı bazı sosyal ve ruhsal sorunlar, Ekrem Bulut tarafından 4 başlıkta belirtilmiştir:
- İletişim zorlukları.
- Öz kimlik ve kimlik problemleri.
- Eğitim performansında gerileme/düşüklük.
- Stres ve anksiyete (endişe, kaygı, huzursuzluk).
- Toplumsal dışlanma.
Yazar, Türkiye'de diğer ana dillerde (yasal olarak kabul edilmeyen Kürtçe, Lazca, Süryanice, Arapça, Çerkesce vs) eğitim yapılmamasının önündeki sosyal ve hukuksal engelleri de başlıklar halinde yazmış:
- Yasal engeller.
- Kültürel engeller.
- Sosyal engeller.
- Siyasal engeller.
Devam edelim:
Örneğin Türkiye'deki farklı kültürlerin bir arada yaşaması ve etkileşimde bulunması, anadilinde eğitim gibi konularda da farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu nedenle bazı kesimler anadilinde eğitimi ‘milli bütünlüğe zararlı' olarak değerlendirip karşı çıkmaktadırlar.
Sosyal açıdan bakıldığında Türkiye'de anadilinde eğitim genel bir toplumsal kabul görmediği için, bu konuda çalışan öğrencilerle öğretenler ciddi sosyal baskılarla karşılaşmaktadır. Bu da anadilinde eğitim yasaklarının önünde ciddi bir sosyal engel olarak karşımıza çıkmaktadır.
Günümüz Türkiye'sinde Kürtçe kaset çalanlar veya kamuya açık alanda Kürtçe şarkı söyleyenler polis tarafından gözaltına alınıp haklarında dava bile açılabiliyor.
Metropollerde, şehir veya kasabalarda çalışan Kürtlerin, en basitinden inşaat işçilerinin sıla hasretiyle Kürtçe şarkı söylediklerinde toplu saldırıların hedefi haline gelmelerine sebep olabiliyor.
Hülasa; Ekrem Bulut, "Bölünmüş Kimlikler" isimli çalışmasında alışılagelmişin dışında bir yönteme başvurmuş; ağırlıklı olarak ruhsal pencereden bakıp kendini bir türlü anlatamayan Kürdün duygularını Türkiye kamuoyuyla paylaşmak istemiştir.
Yolu açık olsun!
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish