UNESCO mirasında Hint keneviri

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: T.C. İçişleri Bakanlığı

Diyarbakır, Dicle Vadisi projesiyle ilgili görüşlerimi sizlerle birkaç kez paylaştım.

Bilmeyenler için bir kez daha hatırlatayım:

Dicle Nehri, Diyarbakır şehrinin surlarına neredeyse bitişik bir şekilde akar ve kuzeyden gelerek Maden, Hazar Gölü, Eyl istikametinden Hasankeyf'e, Cizre'ye, Musul'a, oradan Bağdat'a ve Basra'ya kadar uzanır.

Diyarbakır halkının, -bizim tabirimizle- Diyarbakır şehir çocuklarının, dünyaya gözlerini açtıkları günden itibaren en büyük sevdalarından biri Dicle Vadisi projesidir.

Ne yazık ki bugüne kadar gerçekleşmedi.

Neler yapıldı; neden gerçekleşmedi?

Bu projeyi kimler destekledi?

Kimler ölümüne engelledi, köstekledi?

Bunları size defalarca anlattım.

Biliyorsunuz, dünyanın birçok şehrinden nehirler geçer: Moskova, Berlin, Paris, Londra, Budapeşte, Viyana…

Yani Tuna Nehri neredeyse bir deniz gibi akar.

Kahire, Bağdat, Musul, Deyri Zor, İsfahan… İranlıların "Nısf-ı Cihan" (dünyanın yarısı) dedikleri İsfahan'ın da içinden nehir geçer.

Bu nehirlerin etrafları çok güzel peyzajlarla, düzenlemelerle halkın nefes aldığı, yaşadığı, soluklandığı keyif alanlarına dönüşür.

Dünyada durum böyle.

Peki, bu şairin dediği gibi "bahtı da kara, taşları gibi kara" olan Diyarbakır'da neden böyle değil?
 


Uzun yıllar bunu anlattım, tekrar etmeyeceğim.

Ama şunu söyleyebilirim:

Bu işin düşünceden uygulamaya geçişinin ilk adımını Osman Baydemir döneminde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi attı.

10 tane proje seçildi; birinci, ikinci, üçüncü projeler ve mansiyonlar verildi.

Ne yazık ki maddi ve bürokratik sebeplerle projeler gerçekleştirilemedi.

Sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla büyük bir faaliyet başlatıldı.

Ancak bu sefer Diyarbakır'daki muhalif çevreler -Surlar, Hevsel Bahçeleri (tabii "evsel" mi, "hevsel" mi, "esfel" mi, bu da ayrı tartışma) şiddetle karşı çıktı ve çalışmalar yarım kaldı.

Diyarbakır'da özellikle Kürt siyasetinin önde gelen bazı isimleri, kendilerini her şeyin ve herkesin düşmanı zanneden kişilerce "istemeyen yük" olarak görüldü ve adeta kıyametten kovuldular.

İstememenin en büyük gerekçesi, şehrin surları, yani eski şehir Diyarbakır (Amid) ve Hevsel Bahçelerinin UNESCO koruma mirası içinde olmasıydı.

"Buraya çivi çaktırmayız" dediler, başka bir şey söylemediler.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Uzun uzun anlattım size.

Viyana'da, Paris'te, Londra'da, Frankfurt'ta, İsfahan'da, Kahire'de UNESCO mirası yok mu?

Tüm dünyada bu işler nasıl yapılmış, kriterlere uygun projeler nasıl hazırlanmış?

Ne yazık ki bu çok bilmiş çevreler bunu söylemediler ve alternatif çözüm de sunmadılar.

Her neyse, bunları size uzun uzun anlattığım için bugün bu mevzulara girmeyelim.

Çünkü bugün size anlatmak istediğim bununla bağlantılı trajikomik bir olay var.

Ne oldu biliyor musunuz?

Kıyamet kopardıkları, UNESCO koruması altındaki kültürel miras içinde bulunan Hevsel Bahçeleri'nde, geçen hafta resmi yetkililerin açıklamalarına göre, yaklaşık 2 milyar TL değerinde uyuşturucunun ham maddesi olan Hint keneviri yakıldı.

Yahu nasıl olur, Altan Tan, sen bizimle dalga mı geçiyorsun?

Şaka mı yapıyorsun? İroni mi yapıyorsun?

Şehrin göbeğinde, On Gözlü Köprü ile Surlar'ın arasında, Surlar'ın üzerinde her gün binlerce kişinin çıktığı bir yerde, gözle görülebilecek bir alanda nasıl olur da 2 milyarlık Hint keneviri ekilir?

Kim cesaret eder?

Kim gizler?

Nasıl olur?


Valla, bunların hepsini siz gelin araştırın, bulun.

Ben yeterince bağırıyorum, çağırıyorum, gırtlağım yırtıldı senelerdir; bir de dünyanın hakaretini işittim.

Buraya TOKİ yapılacakmış, burası yağma edilecekmiş. Kültür, tarih, ekoloji, patoloji, dermatoloji, bilmem neoloji, hepsi tahrip olacakmış.


Burada bir sürü yalan ve yanlışla aleve, daleve muhatap oldum.

Gelen araştırmam bu. Ama asıl söylemek istediğim şu:

Dünyada yüzlerce örneği olan, üzerinde teknelerin gezdiği, bu kadar büyük çalışmalar ve peyzajlar varken; Diyarbakır'ı bu bataklığa mahkûm eden zihniyete dönüp bakın.

Üzerine titredikleri, tırnak içinde "keşke titreseler."

Bahçelerde, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi 4 tane zabıta yollayıp o UNESCO belasını kontrol bile ettirmemiş.

Yahu, ne alakası var bunun zabıtanın işiyle?

Peki jandarma da bakmamış?

Şunu söyleyebilirim:

"Bakın, işte ben gittim, buldum şimdi."

Bulduğunda bu kadar.

Ama buldum da, bu kadar zaman ekilene, biçilene kadar neredeydim?

Değerli arkadaşlar, maalesef mezbeleye dönmüş durumdaki Dicle Vadisi yatağı hepimizin yüreğinde bir yara.

Dicle akmıyor; yüreğimize irin akıyor.

Dert, bu kadar atıp tutanların belediyesiyle, yani HDP'li belediye ile şu anki devlet yetkililerinin olaya bakışı bu.

Tabii şunu da söyleyebilirsiniz:

Yahu, hadi rüşvetler verildi, iltimaslar geçildi, şu oldu, bu oldu; devlette sıkça rastlıyoruz bunlara.

Peki bu kadar kıyameti koparalım, kendini dünyanın en entel zanneden HDP'li, belediyeli yöneticiler neredeydi?


Biliyorsunuz artık birçok yere bizzat gitmeye de gerek yok, bakmaya da gerek yok.

İşte uzaydan, Google'dan, görüntülerle bile tarım alanları, hatta bütün alanlar -sadece tarım değil- kontrol edilebiliyor.

Şehrin göbeğine 2 milyar TL'lik Hint keneviri ekiliyor, dikiliyor ve bizim UNESCO'cuların hepsi uyuyor.

Bu trajediye, bu komediye, bu rezalete bir son vermek lazım.

Dicle Vadisi'nde baykuşlar, uyuşturucu tacirleri cirit atacağına, yüreği bu işe sevdalı halkımız gezsin; gönlü açılsın ve bu rezalete bir son versin.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU