Amerika'nın Güney Afrika politikası ve beyaz çiftçiler meselesi

Dr. Halim Gençoğlu Independent Türkçe için yazdı

ABD Başkanı Donald Trump, Güney Afrika Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa ile yaptığı görüşmede, Güney Afrika’yı beyazlara karşı soykırım yapmakla suçladı, 21 Mayıs 2025 / Fotoğraf: AFP

Güney Afrika ile Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasındaki ilişkiler, karşılıklı çıkarların yanı sıra, ideolojik ve politik farklıklarla da şekilleniyor.

Ticaret, güvenlik ve diplomasi alanlarında iş birliği sürse de insan hakları, Ortadoğu politikaları ve küresel adalet gibi konulardaki görüş ayrılıkları, ilişkilerde zaman zaman gerilim yaratıyor.

Yine de iki ülke, Afrika'nın geleceği ve küresel istikrar açısından önemli stratejik ortaklar olmaya devam ediyor.


Güney Afrika ve Amerika ilişkileri

Güney Afrika ile ABD arasındaki ilişkiler, tarihsel olarak dönemsel değişimlere açık bir seyir izledi.

Soğuk Savaş döneminde Amerika, Güney Afrika'daki Apartheid rejimine karşı net bir tavır almaktan kaçındı; bu tutum Afrika kıtasındaki birçok ülke ve uluslararası kamuoyu tarafından eleştirildi.

Ancak 1990'larda Apartheid rejiminin sona ermesi ve Nelson Mandela'nın liderliğinde Güney Afrika'nın demokratikleşmesiyle birlikte ikili ilişkilerde yeni bir dönem başladı.

Buna rağmen, Mandela Amerika'da TV programında yaptığı bir konuşmasında "Sizin analistlerin yaptığı en büyük hatalardan biri Amerika'nın kendine düşman seçtiklerinin bizim de düşmanımız olması gerektiğini düşünmesidir" demekten kendini alamamıştır.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bunlarla birlikte Güney Afrika, Amerika'nın Sahra Altı Afrika'daki en büyük ticaret ortaklarından biri.

İki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler, Afrika Büyüme ve Fırsat Yasası (AGOA) kapsamında güçlendi.

Bu yasa, Güney Afrika gibi ülkelerin Amerikan pazarına gümrüksüz erişimini mümkün kıldı, özellikle otomotiv, tarım ve tekstil sektörlerinde ciddi ticaret hacmi yarattı.

Ayrıca, zaman zaman karşılıklı tarife anlaşmazlıkları ve korumacı önlemler nedeniyle gerilimler yaşandı ve halen yaşanıyor.

Amerika, Güney Afrika'yı bölgesel bir lider olarak görmeye devam ediyor.

Güney Afrika'nın Afrika Birliği (AfB) ve Birleşmiş Milletler (BM) gibi uluslararası platformlardaki aktif rolü, Washington'ın dikkatini çekiyor.

Ancak iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler zaman zaman gerginleşiyor.

Güney Afrika'nın Batı dışı aktörlerle özellikle Çin, Rusya ve İran gibi ülkelerle geliştirdiği ilişkiler, Amerika tarafından dikkatle izleniyor.

Ayrıca, Güney Afrika'nın İsrail'e yönelik sert eleştirileri ve Filistin yanlısı tutumu da Amerikan politikalarıyla çelişiyor.
 


Küresel diplomaside çifte standart

Son yıllarda ABD'nin Güney Afrika'ya yönelik dış politikası, özellikle toprak reformu ve beyaz çiftçilerin durumu bağlamında hem ilgi hem de eleştiri konusu oldu.

Apartheid rejiminin sona ermesinden sonra Güney Afrika hükümeti, sömürgecilik ve ırkçı egemenlikten kaynaklanan tarihi toprak gaspını düzeltmeye çalışıyor.

Ülke, demokratik geçiş sürecinin bir parçası olarak, tarihi adaletsizlikleri telafi etmeyi ve siyah çoğunluğu güçlendirmeyi amaçlayan yeniden toprak dağıtım politikalarını benimsedi.

Ancak bu çabalar Batı'nın, özellikle de Amerika'nın dikkatinden kaçmadı.

Trump yönetimi döneminde ABD, Güney Afrika'nın tazminatsız toprak kamulaştırma planlarını açıkça eleştirdi; bu girişimleri mülkiyet haklarının ihlali olarak yorumladı ve beyaz çiftçilere yönelik olası şiddet konusunda endişelerini dile getirdi.

Sistematik hedef alınmaya dair sınırlı kanıtlar olmasına rağmen, bu anlatı Batı medyasında ve bazı siyasi figürlerce büyütüldü, beyaz çiftçiler ırkçı bir kampanyanın mağdurları olarak lanse edildi.

Amerikalı siyasetçiler, sağcı söylemleri tekrar ederek yaklaşan bir kriz konusunda uyarılarda bulundu ve beyaz azınlığa destek sinyalleri verdi.

Bu tutum, çoğunlukla demokratik süreçlerle şekillenen toprak reformlarını meşru gören küresel anlayıştan ayrılıyor.

Bu seçici duyarlılık, uluslararası insan hakları ve adalet ilkelerine tutarsız yaklaşıldığını gösteriyor. Güney

Afrika'nın, anayasal yollarla Apartheid'in derin izlerini silme hakkını desteklemek yerine, Amerikan tepkisi, beyaz azınlığın çıkarlarını, çoğunluğun demokratik taleplerinin önüne koydu.

Bu tutarsızlık, Amerika'nın Ortadoğu'daki politikalarıyla, özellikle İsrail ve Filistin meselesiyle kıyaslandığında daha da belirginleşiyor.

Güney Afrika, Gazze ve işgal altındaki topraklarda İsrail'in uygulamalarını insanlık suçu ve Apartheid olarak nitelendirerek sert biçimde eleştirirken, ABD genellikle İsrail'i savunma pozisyonunu sürdürdü.

Sivil kayıplar ve savaş suçu iddiaları dünya çapında kınanırken bile, Amerikan yönetimleri gerek Cumhuriyetçi gerekse Demokrat kesim, İsrail'e askeri yardım sağlamaya ve BM'deki hesap verme çağrılarını veto etmeye devam etti.

Kendi kurtuluş tarihini hatırlatan Güney Afrika, Filistin'le dayanışma içinde oldu; adalet, yaptırımlar ve uluslararası müdahale çağrısında bulundu.

Ancak beyaz çiftçilerin haklarını savunurken yüksek sesle konuşan Amerika, söz konusu İsrail olduğunda ya sessiz kalıyor ya da dolaylı olarak suistimallere göz yumuyor.

Bu açık çifte standart, Amerikan dış politikasının rahatsız edici bir yönünü ortaya koyuyor; adalet ve insan haklarını, stratejik çıkarlara göre seçici şekilde savunma eğilimi… 

Güney Afrika, içeride yasal ve anayasal yollarla adaleti sağlama ve dışarıda hesap sormaya yönelik ilkeli duruş sergilerken ABD, müttefiklerinin işlediği suçlar karşısında çoğu zaman sessiz kalmayı ya da onları korumayı tercih ediyor.


İnsan hakları ve çifte standart tartışmaları

Güney Afrika, küresel adalet, insan hakları ve anti-kolonyalizm gibi ilkeleri dış politikasının merkezine koydu.

Özellikle Filistin meselesinde sergilediği kararlı duruş, Amerikan politikalarıyla sıklıkla çatışıyor.

Buna karşılık, Amerika'nın Güney Afrika'daki beyaz çiftçilerin durumu gibi konularda zaman zaman tek taraflı ve seçici tutum sergilemesi, Güney Afrika'da tepkiyle karşılanıyor.

Sonuç olarak, Amerika'nın Güney Afrika'daki beyaz çiftçileri savunma konusundaki kararlı tutumu ile Ortadoğu'daki İsrail kaynaklı insan hakları ihlallerine karşı sessiz kalışı arasındaki çelişki, küresel insan hakları söylemindeki ahlaki tutarsızlığı ortaya koyuyor.

Yani, Filistin'de soykırımı destekleyen Donald Trump, Güney Afrika'daki beyaz çiftçilerin durumu ile ilgili Ramaphosa'ya hesap sorabiliyor; fakat Nelson Mandela olsaydı Amerika'nın bu ukala tavrı şüphesiz işe yaramazdı.

Mandela, Irak ve Libya'nın işgalinde Amerika'ya terör devleti yakıştırması yapacak kadar cesur bir devlet adamıydı.

Son nefesine kadar Amerika'nın hukuka değil, sadece menfaatine göre hareket eden bir zorba devlet olduğunu heryerde söyledi.

Belki zaman ve şartlar değişti, lakin Güney Afrika devlet ricali geçmişteki bu onurlu duruşunu unutmamalı.

 

 

Kaynaklar:

Bond, P. (2006). Looting Africa: The economics of exploitation. Zed Books.
Carmody, P. (2011). The new scramble for Africa. Polity Press.
Gibson, N. C. (2011). Fanonian practices in South Africa: From Steve Biko to Abahlali baseMjondolo. University of KwaZulu-Natal Press.
Mills, G. (2010). Why Africa is poor: And what Africans can do about it. Penguin Books.
Nathan, L. (2012). Community of insecurity: SADC's struggle for peace and security in Southern Africa. Ashgate Publishing.
Schraeder, P. J. (2004). African politics and society: A mosaic in transformation (2nd ed.). Wadsworth.
South African Government. (2023). South Africa–United States relations. Retrieved from https://www.gov.za
United States Department of State. (2023). U.S. relations with South Africa. Retrieved from https://www.state.gov/u-s-relations-with-south-africa/
Vale, P., & Mphaisha, C. J. (1999). South Africa and the African Renaissance. International Affairs, 75(2), 283–295. https://doi.org/10.2307/2623433

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU