Rusya'nın Ukrayna'yı işgal girişiminden bu yana Avrupa'da çok derin bir dönüşüm var. Ve söz konusu dönüşümün en son ve en güncel tezahürünü Amerikalı Kardinal Robert Prevost'un "XIV. Leo" adıyla 8 Mayıs 2025 günü seçilmesiyle müşâhede ettik.
Prevost, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) vatandaşı olan ilk Papa. ABD'li ancak kişisel sosyal medya hesaplarındaki paylaşımlardan sıkı bir MAGA ("Make America Great Again") muhalifi olduğu anlaşılıyor.
Başka bir deyişle ABD Başkanı Donald J. Trump'a Avrupa'nın kalbi Vatikan'dan bir "küresel rakip" çıkmış olabileceği dahi tartışılıyor.
XIV. Leo'nun seçildiği tarih de manidar zira İkinci Dünya Savaşı'nın sonunun (daha doğrusu Hitler Almanya'sının kapitülasyonunun) yıl dönümüne denk geldi. Fakat sembolik plânda mevzubahis tarihin bir anlamı da "bölünen, işgâl edilen ve fiilen "paylaşılan" Avrupa imgesiyle olan bağdaşıklığı.
8 Mayıs 1945'te bir tarafta ABD, diğerinde Rusya, Eski Kıta'yı pratikte "bölüşmüş"lerdi.
Bu ikiliden Washington bugünlerde Avrupa müesses nizâmını "totaliteryenlik"le itham ederken -ki Başkan Yardımcısı J.D. Vance'in Münih Güvenlik Konferansı'ndaki konuşması bu anlamda belirleyicidir- Moskova 80 yıl evveline nispetle "Avro-faşist"likle özdeşleştiriyor.
İkisinin de en iyi dostları -yeni Papa'nın da karşı olduğu- Avrupa içindeki göçmen karşıtı sağ-popülistler.
Ve bu hareketlerle şimdiye değin Avrupa Birliği (AB) projesiyle yavaşça ve fakat kesince kendi içinde birleşerek "egemenleşme" yolunda ilerleyen Avrupa'yı "içeriden" fethetmeye (kendi nüfuz alanlarına uygun olarak "bölmeye-bölüşmeye" de denilebilir) çalışıyorlar.
Nitekim bu hususî levhada beliren ABD-Rusya "kaynaşması" geçtiğimiz günlerde Rusya Dış İstihbarat Başkanlığı'nın resmî sitesinde "80 yıl sonra (ABD ile) aynı ortak düşman" başlığıyla yayımlanan ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in Svastika biçimini almış ağzı kanlı bir cadı şeklinde tasvir edilen karikatürüyle açıkça yansıtılmıştı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Ne var ki, "Tek Avrupa"cı Avrupa da boş durmuyor.
Gerçekten de 2022 yılından bu yana önce Rusya'ya, akabinde Trump'ın ikinci döneminin başlangıcıyla ise ABD'ye karşı Avrupa müesses nizâmı kendi egemen pozisyonunu büyük bir kararlılıkla örüyor.
Ve bence bunda – XIV. Leo'nun "sürpriz" seçimiyle de ortaya çıktığı gibi – şimdiye kadar gayet "başarılı" sayılır.
"Nasıl"ını ve "neden"ini kısaca derleyip-toplayayım.
Rusya'nın Ukrayna işgali, Trump'ın NATO'ya eleştirel yaklaşımı ve AB'yi de içine alan "gümrük savaşları" neticesinde Avrupa müesses nizâmı "hızlandırılmış" bir "kutuplaşma" istenciyle (veya zorunluluğuyla) yüz yüze geldi.
Ukrayna meselesi, Avrupa müesses nizâmının "birleşik cephe" oluşturma ("birleşik kalma") kapasitesini sınayan en önemli dönüm noktalarından biriydi.
AB'nin 2022 tarihli REPowerEU plânı çerçevesinde Rusya'ya enerji bağımlılığını azaltma hamlesi, Eski Kıta'nın "sistemli" manevralarının belki de ilki oldu. Avrupa Komisyonu verilerine göre, 2021'de AB'nin doğalgaz ithalatının yüzde 40'ı Rusya menşeili iken, 2024 sonu itibarıyla bu oran yüzde 15'e düştü.
Bunlar olurken Avrupalı sağ-popülist liderlerin "bölücü" söylemleri dikkat çekti: Macaristan'da Viktor Orban, enerji anlaşmaları üzerinden Moskova'ya yakın bir tavır sergilerken, Almanya'da AfD, Rusya'ya yaptırımlara karşı çıkarak Brüksel'in siyâsetini sorguladı.
Ancak müesses nizâm, bu söylemlere -kıta genelindeki seçim dinamiğine rağmen- taviz vermedi. AB, "enerji bağımsızlığı" hamlesiyle hem Rusya'nın kıta üzerindeki etkisini kırabildi hem de sağ-popülist hareketlerin Moskova'yla flörtünü "ifşâ" etmek suretiyle etkisizleştirdi.
Keza Avrupa başkentleri 2022-2025 aralığında Ukrayna'ya yarısı askerî tabiatlı yardımlara vakfedilmiş yaklaşık 135 milyar avro yardımda bulundular. Şüphesiz ki, bu yadsınamayacak bir meblağ. Dahası, bir "ideal"e -"Tek Avrupa" idealine- yapılmış olan uzun vâdeli bir "yatırım".
Söz konusu "yatırım"ın ne denli "stratejik" bir içeriği haiz olduğunu ise Trump'ın yaklaşımları doğruladı. NATO'ya "burun kıvıran" ve AB'ye yüzde 20 gümrük vergisi uygulamaya karar veren Trump figürüyle birlikte Washington da Avrupa açısından bir "ortak"tan çok bir "engel"e doğru evrildi.
Moskova'nın ardından Washington'un da "zorlayıcı" denkleme dâhil olmasıyla Avrupa müesses nizâmı tonunu sertleştirdi.
Trump'ın gümrük vergilerine aynıyla mukabele edildi.
Yetmedi, alternatif tedârik zincirleri arayışı ivme kazandı ve ticârî partner çeşitlendirilmesi hedeflendi.
Gerçekten de uzunca bir süreliğine "askıda" bırakılan Avrupa-Hindistan Serbest Ticaret Anlaşması'nın bu yıl içinde nihayet ete kemiğe bürünebileceği konuşuluyor. Ursula von der Leyen'in şubat sonundaki Hindistan ziyâreti ve Başbakan Narendra Modi'yle yaptığı görüşme bu açıdan mühimdi.
Keza bünyesinde Japonya, Kanada, Avustralya ve Meksika gibi ülkelerin de bulunduğu CPTPP'yle (Trans-Pasifik Ortaklığı) henüz "erken bir aşamada" olsa da "yapısal iş birliği" yapmak arzusunda olunduğunu Avrupa Komisyonu'nun resmî ağızları net biçimde dillendiriyorlar.
Askerî düzlemdeki kıpırdanmalar da kayda değer.
İrili-ufaklı "askerî yardım" projeksiyonları yerini "yeniden silâhlanma" programlarına bıraktı.
Mart 2025'te Avrupa Dış İlişkiler Servisi (EEAS) tarafından yayımlanan White Paper on the Future of European Defence, AB'nin savunma üretimini artırmayı ve Rusya tehdidine karşı hazırlıklarını güçlendirmeyi hedeflediğini ortaya koydu.
ReArm Europe plânı 2030 yılına değin müşterek savunma kapasitesini 800 milyar avro bandına taşımayı amaçlıyor örneğin. Yine NATO verilerine göre 2024'te AB ülkelerinin toplam savunma harcamaları 240 milyar avro seviyesindeyken, 2025'te bu rakamın 300 milyar avroyu aşması bekleniyor.
Son olarak Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile Almanya'nın çiçeği burnunda yeni Şansölyesi Friedrich Merz'in 7 Mayıs 2025'te işâret fişeğini attığı Paris-Berlin eksenindeki yeni bir Savunma ve Güvenlik Konseyi inisiyatifi, hâkim "anlayış bütünlüğü"nün ve "sistemik refleks"in harikulâde bir özeti addedilebilecektir.
Bu esnada Avrupa sağ-popülistleri "barış" kavramı etrafında müthiş bir pasifizme doğru kaydılar. Paris'ten Madrid'e, Berlin'den Budapeşte'ye sağ-popülist oluşumların muntazam aralıklarla düzenledikleri "barış" yürüyüşleri ve toplantıları her geçen gün mantar gibi çoğalıyor.
Mesele gerçekten "barışçıllık" mı, yoksa "Tek Avrupa" tasavvurunu içeriden dış başkentlere yarayacak şekilde zayıflatmak mı – tartışılır.
Nitekim Avrupa müesses nizâmı bu tutumu acımasızca hesaba çekiyor.
Romanya'da ulusal-sağ aday Călin Georgescu'nun seçimlerden menedilmesi, Fransa'da Ulusal Birlik lideri Marine Le Pen'e siyâsî yasak getirilmesi ve Almanya'da istihbaratın AfD'nin "aşırıcı" olarak sınıflandırması bu katı "takibin" somut izdüşümleri.
Bahsi geçen sîmâların her birinin hem Moskova'yla hem de Washington'daki "MAGA" muhitiyle var olan "yakın" ve "sıcak" ilişkileri kimseye sır değil(di).
Nihayet "göçmen dostu", "rasyonel", "mutedil merkezci" bir Papa'nın (ve hatta neredeyse bir "Trump antitezinin") – XIV. Leo'nun – seçilmesini satranç tahtasındaki gözü pek bir "karşı-taarruz"un (enerji özerkliği, hukukî tasarruflar, yeniden silâhlanma, kendi ekonomik açılımlarını tasarlama vb.) son halkasını temsil edebileceği gerçeği yabana atıl(a)maz.
"Tek Avrupa" ideali gelinen safhada artık bir "kutuplaşma" istikâmetini (ve irâdesini) açığa çıkardı.
"Öldü" denilen Avrupa liberalizmi (ve tabii müesses nizâmı) 80 yıllık edinimleriyle birlikte kendini koruma noktasında müsamahasız, atik ve yırtıcı davranıyor, davranmayı sürdürecek.
Sağ-popülist "takoz"a -hele ki onun Alman ve Fransız sürümlerine- "yaşama" şansı vermemeye adanmış bir çizgiye rastlıyoruz.
Yolunun sonunu bugünden kestirmek zorsa da Avrupa müesses nizâmının son yıllarda keskinleşen bir tarzda "anka kuşu" özellikleri sergilediği çok açık.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish