Ahmet Hocam, konuştuğumuz gibi toplumsal talepler, özgürlükler ve yasa ilişkileri üzerine yapacağımız çalışmamıza, nasıl ve nereden başlamak istersiniz?
Toplum hayatının belli bir döneminde toplumun ortak talepleri olabilir. O zaman toplum bunların gerçekleşmesini ister. Bunların gerçekleştirilmesini sağlayacak kadar güçlü ise bu ya devlet tarafından yerine getirilir veya bunları gerçekleştirecek/gerçekleştirebilecek yeni bir devlet kurulur.
Bu bakış açısının ışığında 'özgürlük, devlet ve yasayı gerektirir' sözü ne anlama gelir?
Toplumun ortak taleplerinin yerine getirilebilmesi devlet eliyle sağlanabilir anlamına gelir. Bazen de o taleplerin yerine getirilmesi için farklı bir devletin gerektiği anlamına gelir.
Devletler toplumdan gelen bu yönlü talepleri genelde yasalar yaparak gerçekleştirir. Bununla birlikte bir süre sonra toplumun söz konusu talepleri devlet tarafından gerçekleştirilemeyecek ya da bu devletin gerçekleştirmek istemeyeceği yeni talepleri ortaya çıkabilir. Bu durum karşısında toplum yeterince güçlüyse, bu taleplerin gerektirdiği bir devlet kurulur veya eski devletin söz konusu talepleri yerine getirmesi sağlanır.
Özgürlük devlet ve yasayı gerektirir. Daron Acemoğlu’nun kendisini Nobel’i kazanmaya kadar götüren çalışmalarındaki tezlerinden biri de budur.
Oysa devlet ve yasa aslında özgürlüğü sınırlar biçiminde bir görüşte var.
Özgürlük toplumun taleplerinin serbestçe oluşabilmesi ve ifade edilebilmesini içerir. Bu o nedenle de ifade özgürlüğü, fikir özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü devlet ve yasa tarafından korunabilir, korunmalıdır da.
Devletin ve yasanın değişmesi gerektiğinin savunabilmesi özgürlüğü de devlet ve yasa tarafından korunmalıdır.
Bu ne kadar mümkün? Gerçekten devlet kendisini değiştirmek ve belki yıkmak isteyenlerin bu özgürlüğünü de savunmalı mıdır ve bu mümkün mü?
Avrupa’da bu var ama orada devleti değiştirmek ve yıkmak isteyenlerin bu özgürlüğü kullanıyor olması devlet için bir tehdit oluşturmuyor.
Çünkü orada insanların çoğunluğunun böyle bir talebi yok, toplum genel olarak bunu isteyenlere katılmıyor. Türkiye gibi yerlerde, hatta Hindistan’da bile bu özgürlüğün verilmesi ve kullanılması bu anlamda bir tehdit oluşturmuyor
Ama oralarda böyle bir tehdidin toplumun talebi haline dönüşmesi tehlikesi görece var olduğu için Avrupa ölçüsünde bir özgürlükte yok.
Yok ama verilmesi veya kazanılması da radikal bir tehdit potansiyelini fazla taşımadığı için oralarda bile belli bir özgürlük var ve bir taraftan da bu özgürlüğün varlığının kendisi onu kullananların bir tehdit düzeyine yükselmesine engel oluyor.
Yukarıda özgürlüklerin devlet açısından bir tehdit anlamı taşımaması halinde sınırlanmayacağını ima ettim. Ne var ki asıl önemli olan devletin bir tehdit olarak algılaması halinde özgürlüklerin akıbetinin ne olacağıdır. Burada devlet ve toplum karşı karşıya gelmiş oluyor ama bu iki tarafın da tüm gücünü kullanarak mücadele edeceği anlamına gelmez. Tarafların güçlerini ne ölçüde kullanmak isteyeceği söz konusu özgürlüklerin taraflar için ifade ettiği anlama bağlıdır.
En uç durumda iki taraf da tüm güçlerini kullanarak kendi talebini gerçekleştirmek ister. Bu iç savaş hali demektir. Şimdi, böyle bir durumda, devlet toplumun talebinin gerçekleşmesini engellemek için tüm gücünü kullanmayı neden istesin sorusunu sormamız gerekiyor. Yeniden devletin neyi temsil ettiği sorusuna gelmiş olduk.
Devlet mevcut düzeni korumaya çalışır. Mevcut düzenin değişmesini gerektirmeyen talepleri de olur toplumun, hatta çoğu böyledir diyebiliriz. Böyle durumlarda genelde toplumun talepleri gerçekleşir. Ne var ki toplumun talepleri mevcut düzenin değişmesini gerektiriyorsa o zaman mevcut düzeni korumak isteyenlerle değiştirmek isteyenler arasında mücadele olur.
Böyle durumlarda devlet düzeni korumak isteyenlerin yanında yer alır. Çünkü onlar tarafından kurulmuştur. Toplumların büyük alt üst oluş dönemlerinde bir taraf kazanmalıdır ki yeni bir düzen kurulabilsin ve o düzen kazanan tarafın istekleri doğrultusunda kurulur, yani yeni hukuk aslında kazananların hukukudur.
Diğer taraftan mevcut düzenin çerçevesi dahilinde özgürlüklerin ne ölçüde var olabileceği düzenin çerçevesinin genişliği ile ilgilidir. Mesela Avrupa’da düzenin çerçevesi görece geniştir.
Aslında bu genişliği sağlayan da toplumun geçmişteki mücadelelerinin ve şimdiki duruşunun sonucudur. Bu durumda özgürlüklerin toplumun mücadelesinin sonucu olduğunu görüyoruz. Çünkü devlet özgürlükleri kendiliğinden vermiyor. Özgürlükler ancak devletle mücadele edilerek elde edilebiliyor. Devlet mevcut düzeni korumaya çalıştığı için böyle oluyor. Devlet neden mevcut düzeni ve onun sınırlamalarını korumaya çalışıyor? Çünkü devlet mevcut düzenin korunmasını isteyenlerin çıkarlarını temsil ediyor. Neden böyle olduğunu yukarıda gördük. Devletin kuruluş sürecinde o sıradaki toplumsal mücadelelerin kazanan tarafının talepleri doğrultusunda gerçekleşeceğini gördük. Bu noktadan itibaren devlet hep başlangıçta kazananların çıkarları doğrultusunda hareket eder diyemeyiz. Bu yönde kuvvetli bir motivasyonu vardır ama toplumsal mücadele devletin kuruluş sürecindeki durumunda kalmayabilir. Süreç hep mücadelelerin tarihidir. Kuruluş sürecinde kaybedenler daha sonra birçok durumda üstün gelebilir ve o durumlarda devletin kuralları başlangıçta kaybedenlerin çıkarları doğrultusunda şekillenir.
Ne var ki başlangıçta kurulan devlet yıkılmadığı sürece başlangıç savaşında kazananların devletidir, sonradan başlangıçta kaybedenler kazanımlar elde etse ve bu devletin kurallarına yansısa, başlangıçta kaybedenler kazanımlar elde etse ve bu devletin kurallarına yansısa bile neden devlet hala başlangıçta kazananların devleti oluyor?
Çünkü bu devlet başlangıçta kazananların bu konumunu korur. Başlangıçta kazananlar devleti bu doğrultuda dizayn eder.
Teşekkürler Ahmet Hocam...
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish