28 Nisan'da Portekiz ve İspanya'yı bütünüyle, Fransa'yı kısmen etkileyen büyük elektrik kesintisi bir gerçeği açığa vurdu: Bollukla, rahatlıkla, velhâsıl konforla "mayıştırılan" insan (hususen de Batı-tipi insan) kendine yetmeyi unuttu ve şimdi bu unutkanlığı üzerinden tehdit ediliyor.
Elektrik hem semboliği yüksek hem de modern toplumların vazgeçilmezi bir "medeniyet-kurucu" unsur.
Dahası, çağımızda günlük hayat akışının atan "nabzı".
Doğruya doğru: 21'inci yüzyılda elektriksiz hayat "tahayyül" dahi edilemez. Yaptığımız, yapmaya alıştığımız-alıştırıldığımız her şeyin kökünde artık elektrik var; "düşünce"nin bile!
Sıkışan jeopolitik dengeler, tırmanan devletlerarası gerilimler ve asimetrik savaş yöntemlerinin gitgide yaygınlaşması dijitalleşme ivmesiyle harmanladığında "elektrik"in ağır siyâsî boyutları da kendiliğinden beliriyor.
Bir ülkeyi, bir toplumu "hayattan koparmak" için artık basit bir "elektrik kesintisi" kâfi.
"Hayattan kopuş" çok pratik, çok somut. Çağdaş ve "alışıldık" standartlarımızda elektriksiz ulaşım, iletişim, beslenme, yön bulma, üretme ve hatta "harcama" kabiliyetlerimiz alabildiğine daralıyor. Bu "daralma" hâli yer yer "burharlaşma"ya kadar varıyor.
28 Nisan kesintilerinin akabinde sosyal medyada "şen" şarkılar eşliğinde dolaşıma sokulan lirik manzaraları ben olsam hiç dikkate almam.
Zira güneşli bir ilkbahar gününde Eski Kıta'nın "eğlenceli" addedilen ülkelerinde tecrübe edilen böylesi bir "mola"yı kısa vâdede romantikleştirmek kolaydır.
İçinden sahtelik fışkıran "ekrancık"larımızın ötesindeki gerçeklik ise bambaşka.
Elektriksizlik 21'inci yüzyılda belli (ve çok kalabalık) bir "insan tipi" açısından radikal ve total bir yıkımı tetikleyici mahiyette. Bir nevî rasyonaliteden, bilimden, "aydınlanma"dan kopuk, "ilkel koşullara dönüş" kıvamında "gerici" bir savrulma.
Tam bu noktada kapitalist çerçevelemenin mahareti tüm ihtişamıyla paralamıyor mu?
"İlkellik" kelimesine modernitenin gelişiyle (ve gelişimiyle) biçilen küçümseyici, aşağılayıcı içerik çok manidardır.
Neyse ki "dil" bir derya ve bazen "direnç"in kendisini başlatabilen bir cevher.
İmdâdımıza "ilksellik" kelimesi yetişti. İlkellik -öğrenilmiş ve öğretilmiş tarzda- bir "eksikliği" yahut "yetersizliği" işâretlerken, ilksellik aşkın ve hatta derin-saf bir "başlangıç"ı temsil ediyor.
Batı'da ilkelliğin karşılığı "primitif" iken, ilkselliğin dengi "primal" ve/veya "primordial". Biri tarihte kronolojik bir geriliği, diğeri tarihte (bazen) üstün bir "kadimliği" anlatıyor.
Doğrusu, bu terminolojik ayrım mühim ve mecburî olsa da "ilerlemecilik" havarileri açısından ikisi de lüzumsuz, gülünç teferruatlar. Çünkü onlar açısından aslolan yegâne istikâmet fütüristtir.
Dünya Ekonomik Forumu'nun (WEF), onun liderliğinin ve manevî takipçilerinin ısrarla vurguladıkları "dijital dönüşüm" işte bu kadraja dâhil. "Eski"ye ve "Geçmiş"e dair ne varsa yıkılmalı, yerine "Yeni" ve "Yarın" gelmeli.
Peki, tüm bunların 28 Nisan kesintileriyle ilgisi ne?
Bazı analistler 28 Nisan kesintilerini bir "şebeke ataleti"ne yorarlarken, bazıları da "siber-saldırı" ihtimalini gündemleştiriyorlar.
Keza bu kesintinin Avrupa Birliği (AB) teknokrasisinin (ki bu sınıfın "küreselci" ağdaki yeri ve önemi tartışılmazdır) bir marifeti olabileceği, "ileri"ye dönük bir çeşit savunma (yahut taarruz) provasını yansıtabileceği de dillendirilen olasılıklar arasında.
Gerçekten de bu kesintinin AB bünyesinde son dönemlerde resmî yetkililerce "savaş-kriz ânında yapılması gerekenler" broşürleri ve "hayatta kalma" kitleri vâsıtasıyla icrâ edilen "halk eğitimi" bağlamında gerçekleşmesi ilginç. "Bu kadar denk gelir!" dedirten cinsten.
Yine örneğin yeni Netflix yapımlarıyla zamanlama acayip. Dünyayı Ardında Bırak (2023), hacklenen Tesla'ların yarattığı kaotik çöküşü; Zero Day (2025) ise elektrik şebekelerini vuran bir siber saldırıyı kurguluyor.
WEF'in 2025 Küresel Sibergüvenlik Görünümü raporunun saldırı ve altyapı zafiyeti uyarıları ise adeta bu senaryoların gerçekle olan sınırlarını bulanıklaştırdı.
Peyderpey inşâ edilen, nakışlanan bir "algı" var. Siyâset biliminde "okült" levhası altında muhtelif araştırmalara konu olan "kaos büyüsü"nden dahi bahis açanların olduğunu not etmeli. Bu temelde benim bundan 1 yıl önce kaleme aldığım "Cefalù Manastırı, kaos büyüsü ve sağ-hızlandırmacılık" başlıklı makalemi de fırsatını bulmuşken hatırlatmak isterim.
Bu "algı örgüsü"nün pratik doğrulamaları o kadar "istikrarlı" ve "çok" ki, toplanan verilerin ışığında "komploculuk" ithamını göğüslemek hiç bu kadar "zahmetsiz" olmamıştı.
Ancak meselenin "püf" noktası bu değil.
En yakıcı olanı, sıradan insanın tüm bu olanlar karşısındaki biçâreliği.
Elektriğin (veya "elektriksizliğin" mi demeli?) kaosu safhasında kendi kaderine duru ve bir o kadar da "acımasızca" bırakılmış olduğunu kim yadsıyabilir?
"Tehdit" merhalesini aşan tarzda bir "durum" müşahede ediyoruz.
Eğitim sisteminden iş piyasasının aldığı şekle kadar, "ilksellik" toplumsal şubelerden ve -hâliyle- yaşayıştan tümüyle tecrit edildi.
Bilimin (ve bugün onun en "üst"/"üstün" kolu olan büyük-dönüşümcü "dijitalliğin") "doğal" ve "kadim" olan her şeye karşı yürüttüğü mücadelenin odak noktası insanı "savunmasızlaştırmak".
Bu eğilim maalesef evvelâ "toprak"ın terkiyle başladı. Toprağa, bitkiye, hayvana sırt dönüldü. Beslenmeden şifâya ve el becerilerine kadar yüzyıllar içinde kaydedilmiş muazzam bir bilgi-birikimin nesilden nesle "nakli" sekteye uğratıldı. Bilim hepsini silip-süpürdü ama bunu yaparken de insanı öz yeterlilik reflekslerinden ayrı düşürdü – onu miskinleştirdi, bağımlı kıldı.
Oysa sanayi de dayanamadı, dayanamıyor. Bilim onu da alt etti-ediyor.
Sıradan insan önce çiftçiyken işçi yapıldı. Şimdi ise işçiyken "hiç" yapılmak isteniyor.
Burada geçmişin "idealize" edilmesi yok. Bir "doğru denge" arayışı ve "aşırılıklara" itiraz etme var. Çünkü gidilen nokta maalesef sahiden de bu, bir "hiçleşme-hiçleştirilme".
Minyatür bir elitin iki dudağının arasına ve keyfiyetine çivilenme hâlinin tam tercümesi bundan başka bir şey değildir.
Ekip-biçemeyen, taze sebze-meyve yiyemeyen, temiz havada nefes alamayan, nitelikli su içemeyen, 2-3 hayvanın başını okşayamayan, yapaylığa boğulan, daracık kişisel alanında ekran başına çakılan, "mega"lığın kucağında bir noktadan diğerine elektriksiz gidemeyen, ısınamayan, tedavi olamayan -her şeyi geçtik- yönünü bulamayan insan hiçtir.
Dahası ve en önemlisi, en temel ihtiyaçlarını kendi başına karşılamanın "nasıl"ını unutmuş – ilksel içgüdülerinden ve dirimselliğinden arındırılmış insan, hiçleşmiştir.
Günümüzde "ilkselliğin yeniden keşfi"ne dair düşünen, yazan-çizen pek çok farklı muhit var.
Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) ve hususen Anglosakson havzasında 1970'li yıllardan itibaren (nükleer savaş tehdidi riskine mukabil) filizlenen "survivalist" (hayatta kalmacı) hareketten primitivist anarşizme, "homesteading" (kendi kendine yeten yaşam) tarzından "derin ekoloji" akımına uzanan (henüz mikro ölçekli olsa da) düşünce ve pratik nüveleri sıralanabilir.
Hepsinde ideolojik ve metodolojik yaklaşımlar oldukça farklılaşsa da merceğin büyüğü "öz yeterliliğe" yani "ilkselliğin (yeniden) fethine" tutulur.
Dahası bunlar "Sistem"in tam olarak dışında olmasa bile "marjında" durmaya yönelik bir şuurun tezahürleri şeklinde değerlendirilebilir.
Vaktiyle "Doğa-Ulus-İnsan Pedagojisine Giriş" başlıklı 7 bölümlük yazı dizimle bu meselelere bir "girizgâh" tadında değinmeye çalışmıştım.
Gelinen noktada, 28 Nisan'daki "bölgesel" ve fakat genişleme potansiyeli hâsıl elektrik kesintisinin "ötesi"ni sezmeye gayret etmek gerek fertlere gerekse de irili-ufaklı topluklara, toplumlara "farz" diye düşünüyorum.
Ufukta beliren "şey" pek nahoş, pek sevimsiz.
Bu "merkezî" ve "dikey" bir küresel irâdenin gözetiminde cereyân edecekse de kötü, "akışkan" ve "spontane" bir biçimde cisimleşecekse de kötü.
Panzehri ise ilkselliğin -her ânda ve alanda- canlandırılması.
İlkselliğin üstünlüğü pörsümez, çürümez bir hakikat.
Farkındalığı ise perdeyi kaldırabilecek tek kuvvet.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish