Başta Netanyahu olmak üzere, İsrail yönetim kadrosunun 7 Ekim Hamas saldırısından çıkardığı en önemli ve bölgeyi temelden etkileyecek sonuçlardan başlıcası ulus olarak güvence altında olmadıkları, her ne olursa olsun güvenlik ve hayatta kalma meselesini köklü sonuçları olan tercihlerle çözme yoluna gitme kararını almaları oldu.
Büyük Ortadoğu Projesi'nin (BOP) yan etkilerinin bir sonucu Selefi Siyasal İslam'ın güçlenmesiydi.
Bunun bir nedeni merkezinde İran'ın olduğu, Irak, Suriye, Lübnan ve Umman'a kadar uzanan, irili ufaklı diğer Ortadoğu ülkelerine de yayılma eğilimi gösteren Şii İslam'ın varlığı asıl tehlike olarak görülmesiydi.
Tehlikeyi katlayan başka bir durum, Şii İslam ile Selefi Siyasal İslam'ın Kasım Süleymani'nin cenazesinin yanı sıra, Hamas saldırısına karşı tutumda da görüldüğü üzere ittifak ve dayanışma içinde olması idi.
Çözüm yollarından biri olarak ABD ve İsrail'in geldiği nokta, Ortadoğu'da devletler arası ilişkilere yeni bir biçim verilmesi ve siyasi güç ilişkilerinin yenilenmesiydi.
Bu nedenle öncelikle Ortadoğu'da "Alan Temizliği Operasyonu" yapılmalıydı.
Arka planda ABD olmakla birlikte, alan temizliğini yapma işlevi 7 Ekim operasyonuna hedef olması münasebetiyle İsrail'e düşecekti.
ABD İsrail'in çok muhtemel kanlı yönelimlerine karşı uluslararası tepkileri dengelemenin yanı sıra diplomasi, silah, maddi vb. katkılarda bulunacaktı.
İsrail'in alan temizliği operasyonunun temel hedefi, hava saldırılarıyla Gazze, Lübnan, Suriye, İran ve Umman'da Şii kuşağın tasfiye edilmesiydi.
Yanı sıra Tahran'da Hamas lideri Haniye ve Hizbullah lider Hasan Nasrullah başta olmak üzere, belli başlı Şii liderleri ve yüzlerce etkin kadroyu tasfiye etmek ve merkezi kadroları başta olmak üzere, Sünni yapıların iradesini kırarak yumuşatmak ve Körfez'deki gibi "normalleşmiş" ve "kabul edilebilir" bir İslami çizgiye çekme operasyonu olarak açıklanabilir.
Gelinen noktada, ABD destekli İsrail operasyonu tamamlanmış değil; tepkileri aşağı çekmeyeyi amaçlayan ileri geri adımlarla yeni biçimler altında sürüyor...
Emsal olsun, İsrail Suriye'yi vururken doğrudan Esad yönetimine vurmak yerine daha çok Hizbullah, Haşdi Şabi, Devrim Muhafızları vururken, Esad'a "geri çekilmesi" mesajını veriyordu.
Nitekim verilmek istenen mesajı alan Esad ilk elde İran ile görüşüp, sahadaki güçlerini geri çekmelerini istemişti.
Sonuç alamayınca, ardından Ürdün'ünün aracılığına başvurmuştu. Ancak oradan da istediği sonucu alamamıştı.
Bunlar olurken, T.C devleti derin güçleri "hedef Türkiye'dir" kaygısına kapıldı.
Devlet Bahçeli devlet kaygısının kamuoyundaki sözcüsü olmaktan hareketle Öcalan'a o "ünlü" tarihi çağrıyı yaptı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ında kanımca bu kaygıyla yaptığı "Aşağıdan İsrail geliyor" açıklaması böyle bir zamana tekabül etti.
Kısaca yazarak geçtim.
Arada yaşananlar üzerine düşünmeli, yazmalı, tarihe kayıt düşmeli…
Ancak gerçek şu ki Ortadoğu'da siyasi-toplumsal sonuçları olan bir "alan temizliği" yapıldı ve bu halen bir biçimde sürüyor.
"Alan temizliği" merkezinde belirleyici egemen güç olarak ABD yer alıyor, yanı sıra ikinci etkin güç İsrail…
Ortadoğu'da güç ilişkileri yeniden şekilleniyor ama her yeni olan gibi belirsizlikler, dağınıklıklar, oturmamışlıklar da var.
Ki bunların her biri başlı başına yeni kriz kaynağı olmaya adaydır diyebiliriz.
Ortadoğu'da bölüşüm ilişkileri bir biçimde düzenlenirken asıl hedef devasa enerji kaynakları ve enerji koridorları ve silah ticaretidir.
Hiç şüphesiz Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi enerji zengini ülkeler ABD'ye milyarlarca dolarlık yatırım yapmaya yönlendirileceklerdir.
İran'ın 1980'li'1990'lı yıllardan beri oluşturduğu ve esasen Şii yayılmacılığına dayanan molla rejimi "yenildi" demek herhalde erken olur ama yenilgili bir süreç yaşadı, toparlanmaya çalışıyor, denebilir…
Ancak hiç şüphesiz İran'ın şeytanlaştırılması sürecek, bu yönlü gelişmeler İsrail ile olası çatışmaların ve Körfez ülkeleri ile de çelişkilerin merkezinde yer alacaktır.
İran'a yönelik olası bir askeri operasyon hazırlıkları canlı tutulmayla birlikte, kanımca ABD'nin yeni bölgesel yönelimi İran ile sınırlı olmayacak, Ortadoğu meselesi kendilerince belirli ölçülerde istikrara kavuşturulursa, Pasifiklerinde içinde olduğu daha geniş ölçekli siyasetin ve ekonomik yönelimlerin güncellenmesi muhtemeldir.
Ancak gerçek şu ki ABD'nin İsrail 'i de gözeterek belirlediği Ortadoğu siyasetinin kısa dönemli olmayacağı anlaşılıyor.
Durum buyken ABD Ortadoğu'yu terk etmeyeceğine göre, bölgedeki ittifak ilişkilerini de buna göre yeniden belirleyecektir.
İsrail'in Ortadoğu siyaseti tarihsel olarak Fırat ve Dicle havzalarına ulaşma idealine dayanır.
"Büyük İsrail" zaten vadedilmiş topraklardır.
Suriye krizinin, İsrail'in, "Büyük İsrail" idealine yakınlaşması açısından önemli gördüğü fırsatlar yarattığı anlaşılıyor.
Bu nedenle değil midir ki İsrail tarihinde ilk kez Kürtleri aktif olarak desteklemek adına politikasında belirgin bir değişikliğe gitti.
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile politik ve askeri bağlarını güçlendirmek için önemli adımlar atmaya başladı.
Bu durumda SDG'nin de elde ettiği statüyü korumak ve olası saldırılara karşı güvence sağlamak için İsrail ile yakınlaşması ihtimaller dahilindedir.
İsrail'in SDG ile kuracağ bu yönlü ilişki, en azından askeri ve politik olarak Fırat'a ulaşmasını sağlayacaktır.
Kanımca İsrail'in, Ankara'nın Suriye'de özellikle askeri bir güç olarak konumlanmasına izin verme ihtimali yok denecek kadar zayıf görünüyor.
Nitekim Hama ve Şam çevresindeki askeri havaalanlarına yönelik yaptığı hava saldırılarını İsrail'in vermiş olduğu bir mesaj olarak okumak gerekir.
Başka bir nokta da Suudi Arabistan ve Katar'ın onayı olmadan Ankara'nın Suriye'nin herhangi bir bölgesinde askeri üs kurmasının zayıf bir ihtimal olmasıdır.
(Devam edecek...)
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish