Aso Hacî, 1973'te Erbil'de (Hewlêr) doğdu. Medya alanında lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladı. Şu ana kadar birçok kitap kaleme aldı. Kürdistan Gazeteciler Sendikası ve Dünya Gazeteciler Federasyonu üyesidir.
Aso Hacî'nin "İmamı Bekleyen Necef" kitabı, Mehmet Salih Bedirxan'ın Kürtçeden Türkçeye başarılı çevirisiyle 2024 yılında Avesta yayınlarından çıktı.
Orijinal adı "Necef le Çawerwani İmam da" olan kitap, orijinal dili Kürtçede ilk defa 2019 yılında Erbil'de yayımlandı.
Kitapta; Şii inancı, Şii Hilali projesi, İran'ın mevcut siyasetinin tarihi arka planı, ABD, İran, Irak, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki ilişkiler ve politikalar hakkında önemli bilgiler veriliyor.
Çalışmanın benim için önemli olan yönünü şu şekilde özetleyebilirim:
Gazeteci, yazar ve siyasi analist Aso Hacî, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde (IKBY) gazetecilik yaptı ve bir dönem politikada bulundu.
Bu görevleri boyunca Ortadoğu'daki ABD, İran, Irak, IKBY, Haşdi Şabi ve IŞİD gibi aktörleri ve onların faaliyetlerini yakından izleme fırsatı buldu.
Bu, Hacî'ye bölge ve aktörler hakkında birinci elden bilgi edinme imkânı sağladı.
Ayrıca; Hacî, İran, Batı dünyası ve siyasetleri hakkında bilgi verirken, İslam ve dünya tarihinden, sinemadan örneklere dayanarak anlatıyor.
Bu açıdan "İmamı Bekleyen Necef", Ortadoğu ve İran hakkında yazılan diğer çalışmalardan farklılaşıyor; bu konuda literatürde kayda değer bir eksiği de gideriyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Kitabı okurken, İran ve Şiilik hakkında daha önce edindiğim bilgilerle yeni öğrendiklerimi karşılaştırdığımda aralarında bariz farklar olduğunu fark ettim.
Özellikle kutsal bölgeler, İran'ın Mekke'ye bakışı ve Şii Hilali gibi konular dikkatimi çekti ve oldukça ilgi çekici buldum.
İran, Ortadoğu'da köklü bir geçmişe ve imparatorluk mirasına sahip olan, siyasi geleneği güçlü bir devlet.
Aynı zamanda, İslam dünyasında inançsal açıdan ayırt edici bir özelliğini de koruyor.
Ortadoğu ve bölgedeki gelişmeler ele alınırken İran'ın siyasetini göz ardı etmek, yapılan araştırmalarda yanlış ya da eksik sonuçlara yol açabilir.
Bu nedenle, İran'ın güncel siyasetini tarihi arka planı ile birlikte anlamak büyük bir önem taşır.
İran, 1979'da İslam Cumhuriyeti'ni ilan ederek kendini Şii İslam'ın bir temsilcisi olarak konumlandırdı; idam cezası, zorunlu başörtüsü, tartışmalı nükleer program ve ABD-İsrail ile süregelen gerilimlerle daima gündemde kalmayı başardı.
Son zamanlarda İsrail ile yaşanan doğrudan askeri çatışmalar, İran'ı uluslararası alanda daha fazla öne çıkardı.
Bu yüzden İran'ın bölgesel politikalarını ve iç dinamiklerini anlamak, küresel siyaseti izleyen herkes için önemli bir hale geldi.
Aso Hacî'nin bu eseri, İran'ı geniş bir perspektiften ele alıyor, Şiiliğin felsefesinden, İran'ın Şii gruplar üzerindeki etkilerine, iç politikasından komşu ülkelerle olan ilişkilerine kadar geniş bir çerçevede inceliyor.
Kitapta özellikle Irak'taki yaşanan olaylar üzerinde duruluyor ve İran'ın bölgesel dengeler üzerinde oynadığı role dikkat çekiyor.
Biraz da kitabın detaylarına bakalım;
"İmamı Bekleyen Necef", İran'ın tarihi ve güncel politikalarını üç ana başlık altında sunuyor:
- Şiiliğin ideolojik stratejileri,
- İran'ın Sınır dışı faaliyetleri
- İran-ABD gerginliği.
Bu başlıklar, İran'ın sıradan bir ülke olmadığını, küresel bir aktör olduğunu gösteriyor.
Kitap, İran siyasetinin merkezinde yer alan Şiilik inancının ideolojik stratejilerini açıklayarak başlıyor.
Şiiliğin mazlumiyet hafızası
Hz. Ali ve ailesi, Şii inancında çok önemli bir yere sahip. Onların ve diğer Şii imamların öğretileri, Şii inancının temelini oluşturuyor.
Son imam olan 12. İmam, Şiiler tarafından "Mehdi" olarak biliniyor ve bir gün yeryüzüne döneceğine inanılıyor.
Şiilere göre, Hz. Muhammed'den sonra halifelik Hz. Ali'nin hakkıydı. Ancak bu hak ona verilmediği için, Hz. Ali İslam tarihinde haksızlığa uğrayan ilk kişi olarak kabul ediliyor.
Şiiler, bu görüşlerini, Teberi'nin Kur'an tefsirinde yer alan 7'nci ayetine dayandırıyor:
O, dinin hüccetlerinin bakiyesi, ilahi peygamberlerin halifelerinden bir halifedir. (syf,15)
Ayrıca, Hz. Hüseyin'in Kerbela'da katledilmesi ve ardından yaşanan olaylar, İmam Mehdi'nin yeryüzüne inmesinin işaretleri olarak kabul ediliyor.
Hz. Hüseyin'in intikamının alınması, Şiiler için büyük bir motivasyon kaynağı ve Şii silahlı grupların mücadelesinde önemli bir rol oynuyor.
Aso Hacî, Muharrem ayında yapılan Aşure günü ritüellerinin, Hz. Hüseyin'in şehit edilmesini anmak için yapılan matem törenlerinin, Şii düşüncesi açısından önemli bir propaganda aracına dönüştüğünü belirtiyor:
İmam Hüseyin'in şehit edilmesi, mazlum gösterilmesi ve onu katledenlerin ise zalim gösterilmesi amacıyla yapılan bu işkence, kederli anma ve ağlamalar, şii felsefesine göre bin yıldır önemli bir propagandaya dönüşmüş, dünyadaki tüm Şiilere ulaşma aracı haline gelen bir anma biçimi olmuştur. Bu matem ve anma ayinleri, dünyadaki tüm Şiiler matem hafızası yaratmıştır. (syf,9)
Bu matem ve anma törenleri, İran'ın liderliğinde tüm dünyadaki Şiiler arasında ortak bir "Şii hafızası" yaratıyor ve hem tarihi hem de dini bağlamda bir dayanışma sağlıyor.
Kitapta dikkat çeken bir diğer önemli nokta, Şiiliğin İran'da neden daha yaygın olduğu.
Hz. Ali ve Hz. Hasan gibi kutsal sayılan kişilikler Irak'ta öldürüldüğü için, aslında Şiiliğin Irak'ta daha fazla yayılması beklenirdi.
Ancak, gerçekte İran'da daha fazla yayıldı. Yazar, bunun nedenini şöyle açıklıyor:
Şiiliğin üçüncü imamı olan Hz. Hüseyin; Hz. Ali ve Hz. Hasan'a göre İran'da daha çok tanınmış olmasıdır.
Devamında ise bazı tarihçilerin, Hz. Hüseyin'in neden İran'da tanındığına dair görüşlerini aktarıyor:
Hz. Hüseyin'in eşlerinden biri olan Bibi Şahbanu'nun Sasani İmparatorunun kızı olması, Hz. Hüseyin'e İran'da özel bir saygınlık ve kutsallık kazandırmıştır. Bu, Hz. Hüseyin'in ve dolayısıyla Şiiliğin İran'da daha fazla benimsenmesine yol açmış.
Şii Hilali
"Şii Hilali" terimi, 2004 yılında Ürdün Kralı Abdullah tarafından kullanıldı.
Ortadoğu'da Şiilerin yoğun olarak yaşadığı bölgeleri tanımlar ve tarihi bir arka planı var.
Yemen'den başlayıp Suudi Arabistan, Irak, Suriye ve Lübnan'ı kapsayan geniş bir coğrafi alana işaret eder.
Yazar, bu kavramın temel amacının tarihi Pers İmparatorluğunu yeniden canlandırmak olduğunu belirtir.
Aso Hacî, bunu "görkemli tarihe duyulan özlem" şeklinde ifade ediyor.
Şiilerin, bu amacı gerçekleştirmek için bölgedeki Sünni ve diğer azınlıkları yerlerinden ederek demografik yapıyı değiştirdiklerini vurguluyor.
Saddam rejiminin yıkılmasından hemen sonra Basra'da Şiiler ve Sünniler arasında çatışmalar başladı. Saddam Hüseyin döneminde mezhep değiştirerek Şiilikten Sünniliğe geçen birkaç ailenin katledilerek cesetleri yakıldı. O günden bu yana Sünniler için, kaçırılma, öldürülme ve kaybolma hikayeleri başladı. (syf,26)
Gazeteci-yazar Yusuf Kaplan, bu konu hakkında dikkat çekici bir tespitte bulunuyor.
5 Kasım 2023 tarihinde yayımlanan "Türkiye'nin Batılılar ve Şia tarafından çifte kuşatmayla karşı karşıya kalması" başlıklı yazısında Kaplan, Türkiye'yi Sünni İslam'ın, İran'ı ise Şii İslam'ın temsilcisi olarak görüyor.
Kaplan'a göre Batılıların nihai hedefi, İran ve Türkiye'yi birbiriyle savaştırmak.
İlgili yazıda Kaplan, şu ifadeleri kullanıyor:
Hilafetin bitirilmesi, Sünnî dünyanın yaşadığı en büyük yıkımlardan biri oldu. Sünnî dünyanın dört bir cephede yediği bu darbelerden sonra Şia'nın önü alabildiğine açıldı.
Önümüzdeki süreçte Sünnî dünyanın tarihî ve zihnî derinliğini temsil eden Türkiye ile Şia'nın temsilcisi İran kafa kafaya getirilmeye, büyük bir çatışmanın eşiğine sürüklenmeye çalışılıyor.
Bu süreçte, bu müstakbel çatışma senaryosunda Batılılar Şia'yı destekliyorlar, Türkiye'ye ölümcül bir darbe vurmak istiyorlar… Şiilerin önü açılıyor. Sünnilere her yerde büyük katliamlar yapılıyor.
Aso Hacî, gazeteci İrfan Aktan ile yaptığı ve 22 Ocak 2024 tarihinde yayımlanan "İran'ın büyük hayallerinin önündeki tek engel Kürdistan" isimli röportajında, İran'ın Erbil'e (Hewlêr) yönelik artan saldırılarının ve Kürdistan'daki bazı İslami ve sosyalist partiler aracılığıyla Kürdistan siyasetini zayıflatma çabalarının nedenlerini açıklıyor.
Hacî, İran'ın bölgedeki asırlık hedefleri doğrultusunda hareket ettiğini belirtiyor.
İran'ın Irak'ta kontrol sağlayamadığı tek bölgenin Kürdistan, özellikle de Erbil olduğunu ifade ediyor.
Ayrıca, İran'ın Basra'dan Süleymaniye'ye kadar Irak'ın diğer bölgeleri üzerinde doğrudan etkisi olduğunu ekliyor.
Hacî, röportajının devamında şunları söylüyor:
İran rejiminin aktörleri Pers İmparatorluğu'nu diriltme hayalinin peşinde. Kuzeyden güneye, Umman Denizi'ne kadar uzanan bir Şii Hilali'nde Fars egemenliği kurmak nihai hedef. İran şu anda Kürdistan bölgesini, Erbil'i bu hedefin önünde bir düğüm olarak görüyor ve bu düğümü çözmek istiyor. İran rejimine göre Kürdistan düğümü çözüldüğünde bahsettiğim hat kendisi açısından bir otobana dönüşecek.
İran, hedefinin önündeki engelleri kaldırmak için, Irak anayasasında tartışmalı bölgeler olarak belirtilen Kerkük, Musul'un bir kısmı ve Şengal gibi yerleri, İran destekli Haşdi Şabi tarafından kontrol altına alındığı ve bu bölgelerin Suriye'ye karayolu bağlantısıyla İran'ın stratejik bir rüyasını gerçekleştirdiği belirtiliyor.
Ve böylece "Şii Hilali" planı tarihte ilk kez gerçekleşmiş oldu.
Kutsal bölge Mekke'ye karşı
Necef, Kerbela ve Babil gibi bölgeler "kutsal bölge" olarak adlandırılıyor.
Bunlar, Şii kutsal mezarlarının olduğu yerler. Ve Şii dini liderler tarafından yönetiliyor.
Hacî'ye göre, bu bölgeler; sadece dini öneme sahip değil, aynı zamanda siyasi amaçlar için de kullanılıyor.
Şii inancının yayılmasında merkezi bir rol oynuyor ve buradaki yüksek gelirler Şii mercilere aktarılarak, farklı amaçlar için kullanılıyor.
Yazar, Farsların İslamiyet'i kendi milli çıkarları için Araplara karşı kullandıklarını öne sürüyor ve Sünni ile Şii Müslümanların Mekke'ye bakış açılarının birbirinden farklı olduğuna dikkat çekiyor.
Şiiler, Mekke'nin Arap işgali altında olduğunu düşünüyor ve İmam Mehdi'nin yeryüzüne inebilmesi için Mekke'nin bu işgalden kurtarılmasını gerektiğine inanıyor.
Bu amaçla, Necef ve Kerbela'yı dini açıdan güçlü merkezler haline getirerek, İslam dünyasında Mekke ile rekabet edebilecek bir konuma taşımak istiyor.
İran neden halifeliği kabul etmedi?
İslam peygamberinin vefatından sonra Müslümanları bir arada tutacak, devlet işlerini yürütecek ve onun yerine geçecek kişiye halife denir.
Halifenin görevleri arasında, İslam'ın hükümlerini uygulamak, dini muhafaza etmek, Hz. Peygamber'in izini takip ederek din ve dünya işlerini idare etmek bulunur.
İran'da gerçekleşen İslam devrimi, İslam âleminde büyük bir heyecan uyandırdı.
"Artık şeriat uygulanacaktı" ve "Allah'ın hükümleri yeryüzünde hâkim olmaya başlayacaktı."
Bu durum, bazılarının aklına yeni bir halifeliğin kurulduğu düşüncesini getirebilir.
İslam Devrimi'nden sonra, birçok Sünni İslamcılık temsilcisi Tahran'a giderek İran İslam Devrimi'ne desteklerini açıkladılar ve İmam Humeyni'den dünyadaki tüm Müslümanları ilgilendiren bir talepte bulundular.
Aso Hacî, İslam alemi için önemli olan isteği ve Humeyni'nin cevabını şöyle aktarıyor:
İmam Humeyni'ye hilafeti ilan etmesi talebinde bulundular. Ancak İmam Humeyni bu talebi elinin tersiyle geri çevirerek 12 İmam inancının, Şii mezhebindeki Caferiliği, İran İslam Cumhuriyeti'nin resmi dini olarak ilan etti. (syf.43)
Bu, İran devletinin mezhep temelli yapılandırıldığını ve Müslümanlara yardımcı olma veya İslam'ı yeryüzünde hâkim kılma gibi bir niyetinin olmadığını gösteriyor.
İran, adında geçen "İslam" kelimesini kullanarak hem Sünni hem de Şii İslamcılarını din ve vatanseverlik gibi sloganlarla etkilemeye çalışıyor.
Müslüman Kardeşler, Hamas, IŞİD ve Taliban gibi Sünni gruplarla işbirliği yapan İran, bu grupları Batılı güçlere karşı sahada kullanıyor, onlardan bulundukları ülkelerin hükümetlerine karşı bir baskı unsuru olarak faydalanıyor.
Ancak onlara, iktidarda herhangi bir pay vermiyor. Yani, aralarındaki ilişkileri askeri ve güvenlik eksende tutarak siyasi düzeye taşımıyor.
Büyük Ortadoğu Projesi
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), şimdiye kadar birçok komplo teorisine konu oldu.
Bu teorilerin doğruluğu hakkında kesin bir şey söylemek zor olsa da yazar bu konuya da değiniyor.
BOP, İngiliz yazar ve tarihçi Bernard Lewis'in fikirleri üzerine kuruldu ve 1983 yılında ABD Kongresi tarafından kabul edildi.
Projeye göre, Ortadoğu'daki mevcut devletlerin yerine etnik ve dini temellere dayalı 30 yeni devlet kurulması planlandı.
2008 yılında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, BOP ve Bernard Lewis anlaşmasının devam ettiğini açıkladı.
Bu durumu gören İran, çeşitli mezhep ve inanç gruplarıyla ilişki kurarak, Amerika başta olmak üzere Batı'nın planlarını baltalamaya başladı.
İran, Sünni gruplar da dâhil olmak üzere, farklı inanç gruplarıyla işbirliği yatı.
Bu, İran siyasetinin ne kadar pragmatik olduğunu gösteriyor.
ABD ve İran
ABD ve İran arasındaki ilişkiler hakkında sürekli olarak "ABD İran'a saldıracak mı?" ya da "Ne zaman saldıracak?" gibi sorular gündeme geliyor.
Bazıları bu çatışmanın kaçınılmaz olduğunu öne sürerken, bazıları ise bu tür söylentilerin gerçeklik payının olmadığını savunuyor.
Gerçekte, medya önünde birbirlerine tehditler savuran bu iki ülkenin, göründükleri kadar düşman olmadıklarını iddia edenler de var.
Bunlardan bir de siyasi analist ve yazar Serbest Ferhan Sindi'dir.
Sindi, "Irak'ın yumuşak karnını fırsata çevirmede en başarılı ülke: İran" başlıklı yazısında şu çarpıcı tespitte bulunuyor:
Düşman olarak nitelendirdiği ABD'nin Irak'a girmesi için her türlü kolaylığı sağlayan ve desteği sunan İran, günü geldiğinde bunun meyvesini yemeyi de bildi.
Aso Hacî, ABD ve İran arasındaki gerginliğe de değinerek, her 2 ülkenin Irak'ı çatışma alanı olarak kullandığını ve vekil örgütler aracılığıyla çatışmalarını sürdürdüğünü belirtiyor ve doğrudan bir ABD-İran çatışmasının mümkün olabileceğine söylüyor.
ABD ve Batı dünyası, İran'ı "demokrasinin önündeki engel" olarak görüyor.
İran ise, ABD ve müttefiklerini "yabancı" olarak nitelendirerek bölgeden ayrılmaları gerektiğini savunuyor.
İran-Batı gerginliğini somutlaştırmak için 2006 yapımı "300 Spartalı" filmine atıfta bulunuyor.
Film, İran İmparatoru Kserkses'in sıcak denizlerdeki limanları ele geçirmeye çalışmasına karşı 300 Spartalının direnişi ve sonrasında Greklerin katılımıyla İran imparatorluğu ordusunun ağır bir yenilgi almasını ve bu savaşın demokrasiye geçişte önemli bir rol oynadığını işliyor.
Hacî ayrıca, ABD'nin Irak'ta başarılı olabilmesi için Kürtlerle iş birliği yapmasının gerekliliğini vurguluyor.
Netice olarak; yazar Aso Hacî, İran'ı Ortadoğu'daki sorunların bir parçası olarak görüyor ve Arap Baharı'nı bir tür oyun olarak nitelendiriyor.
İran'ın bu oyunun kurucularından biri olduğunu ve "Arap Baharı"nı kendi lehine kullanarak Irak'ı tamamen ele geçirdiğini, Suriye, Lübnan ve Yemen gibi diğer Arap ülkelerinde nüfuzunu artırdığını iddia ediyor.
Bu hamlelerle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi rakiplerine karşı önemli avantajlar elde ettiği ve diğer rakiplerini zayıflattığı belirtiyor.
Aso Hacî'nin "İmamı Bekleyen Necef" adlı çalışması, İran ve onun siyasetinin temel amacını anlamak isteyenlerin okumasını isterim.
Aso Hacî, İran'ın siyasetini anlamak için gerekli olan gizli kodları gün yüzüne çıkarırken, okuyucuya bazı önemli sorular sorma fırsatı da sunuyor:
İran'ın gerçekten Müslümanları koruma gibi bir niyeti var mı?
Eğer cevap "evet" ise;
Devam eden İsrail-Filistin çatışmasında neden devlet gücüyle doğrudan savaşa dâhil olmuyor; sadece bir iki füze atmakla yetiniyor?
İran, Şiilik mezhebini İslam'ın önüne mi geçiriyor?
Gelecekte Şii İran ile Sünni Müslüman devletler arasında bir savaş çıkabilir mi?
"İmamı Bekleyen Necef", İran'ın tarihi ve güncel siyasetini derinlemesine anlamak isteyen herkes için kapsamlı ve aydınlatıcı bir kaynak sunuyor.
Okurlara, İran'ın tarihini, kültürünü ve bölgesel etkilerini geniş bir perspektiften sunarak, küresel siyasetteki yerini daha iyi kavramalarını sağlıyor.
Keyifli okumalar dilerim!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish