Ah!
Bir dile gelseydi acılar
Konuşsaydı eğer,
Canı yananlar,
Candan ve yardan olanlar
Kim bilir,
Neler neler anlatacaklardı?
Mezarda büyümeyi bekleyen çocuklar!
Çocuksuz oyunlar
Oyunsuz sokaklar…
Belki de utanırdı!
Dünyayı onlarsız,
Onları dünyasız bırakan
İn-san-cık-lar!
Evet, dün 20 Kasım'dı. Yani sözüm ona "Dünya Çocuk Hakları Günü"!
Çocukların elindeki oyuncakların bile kana bulandığı bugünlerde Gazze'yi ve Gazzeli çocukları düşününce kulağa ne de tuhaf geliyor bu kalaylı cümle.
Her çocuğun hakkıdır huzurla yaşamak ve gülmek.
Peki ki neden Gazze'de çocuk olmak, büyümeden ölmek demek?
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Haydi utanç dolu bir soru sorayım herkese:
Söyler misiniz adı bomba olan ölüm yüklü paketler içinde dün kaç çocuğa ölüm hediye edildi Gazze'de biliyor musunuz?
Hem de Dünya Çocuk Hakları Günü'nde!
Zira İsrail saldırılarıyla geçen her günde saatte ortalama 6 çocuk öldürülüyor Gazze'de. Hem de tüm dünyanın gözleri önünde.
Sanki Gazze'de ölen o masum çocuklar çocuk değilmiş gibi ve Gazze, sanki bir başka gezegendeymiş gibi davranılıyor.
Öyle ki bu vahşeti görmezden gelmek için deve kuşu misali başını kuma gömüyor batılı çoğu lider.
Üstelik tüm bu utanca ve acıya dayanamadığı için dünyanın dört bir tarafında protestolarla vicdanlarının sesiyle haykıran ve Gazzeli çocukların feryadını duyurmaya çalışan milyonlarca insanın sesi bile artık yetmiyor vicdansızlık uykusuna yatmış olan dünya liderlerini uyandırmaya.
Düşünüyorum da insan hakları denince mangalda kül bırakmayan ama iş kendinden olmayana gelince kimseye insan olarak bile bakmayan bu ikiyüzlü liderler, tarih önünde nasıl hesap verecekler.
Oysa insan olmak, mazlumda renk aramamaktı.
Acıya bakarken renk körü olmak gerekirken acıya kör gözlerle bakmak vicdan iflası değil de nedir?
Hiç şüphesiz bu zulüm ve ölümlere sessiz kalan herkes insanlığın hafızasında koca bir utanç olarak kaydedilecek ve yarınlarda hep bu utancın kirli adıyla hatırlanacak.
"17'nci yüzyıl matematiğin çağıydı; 18'inci yüzyıl doğa bilimlerinin, 19'uncu yüzyıl ise biyolojinin. Bizimkisi, yani 20'nci yüzyıl korkunun çağıdır" diyen Albert Camus, içinde bulunduğumuz bu çağı görseydi şayet tam olarak ne derdi bilemiyorum; ama ben yaşadığımız bu çağa bakınca 21'inci yüzyıla, "Merhametsizliğin ve Adaletsizliğin Çağı" diyorum.
Zira bu kocamış dünyamızı bir uçtan bir uca bir sinema şeridi gibi gözlerimin önünden geçirdiğimde merhamet ve adaletin, güç ve iktidar uğruna her yerde hunharca öldürüldüğünü ve insanlık vicdanının diri diri acımasızca gömüldüğünü görüyorum.
Nereye baksam apayrı bir karanlık....
Nereye dönsem bambaşka bir acımasızlık...
Ve tüm bunların içinde can çekişen koca bir insanlık...
Acı ve karanlığın hüküm sürdüğü bu kokuşmuş çağda en büyük bedeli, ne yazık ki küçücük bedenleriyle savunmasız, masum çocuklar ödedi hep ve ödemeye de devam ediyor halen.
"Dünyaya bir daha gelirsem, ne kadar tank, tüfek ve silah varsa hepsini eritip saz, cümbüş ve zurna yapacağım" diyen ama bu dileğin amansız hasretiyle aramızdan öylece sessizce giden ezginin büyük ustası Aram Tigran'ı hatırlıyorum.
Onun yaralı yüreğinden dökülen içi tıka basa barış ve sevgi dolu olan bu sözler yankılanıyor kalbimin insan kokan her köşesinde.
Hırsları insanlıklarından büyük olan vicdansızların işlediği günahların bedelini ödemek zorunda bırakılan o masum bakışlı güzel çocukların acı dolu halini görünce tarifi olmayan bir ateşin içinde yanıp kül oluyor ciğerim ve paramparça oluyor yüreğim.
Çoğu zaman o çocukların gözlerine bakmaya cesaret edemiyorum ve nedense sanki onların yaşadığı tüm bu acıların ve karanlıkların sebebi benmişim gibi hissediyorum. Sonrasında dayanılmaz bir utancın içinde buluyorum kendimi.
Zira dünyanın neresine bakarsam bakayım her yerde adı savaş olan, adı açlık olan, adı ırkçılık olan farklı bir canavarın pençesinde acılar içinde kıvranırken görüyorum çocukları.
"Nerede bir can ölse oralı olur yüreğim" diyen Ahmed Arif'in mısralarını bıraktığı o yüce erdemin olduğu yerdeyim.
Bir yandan oyun oynarken saklanması gerekirken bombalardan kaçıp ölümden saklanmaya çalışan Gazze'nin çocuklarına yanarken yüreğim diğer yandan açlıktan inleyen ve ölüme bir deri bir kemikle direnen Afrikalı o zavallı masum çocukları görüyor gözlerim.
"Bizler açlık ve yoksulluktan kırılırken sizler aşırı tokluktan aldığınız fazla kilolarınızdan kurtulmak için milyonlar harcayan gözü doymayan, bizi duymayan merhametsizlersiniz" diyerek açlığın ve yoksulluğun tokadını vuruyorlar kirli yüzümüze.
Kaderi, keder olan, ölüm ve zulüm kusan coğrafyalarından kaçarak kurtulmaya çalışan ve umudun yolculuğuna çıkarken kurda kuşa yem olan, aşmaya çalıştıkları dağlarda kışın ayazında buz tutarak donup kalan Afgan çocuklarının ve denizin hırçın dalgaları arasında boğulan ve sonrasında küçük bedenleri kıyıya vuran Aylan bebeklerin sessiz çığlıkları çınlıyor kulaklarımda.
Bu kin ve kir dolu savaşların öldürdüğü kanlı gözyaşlarıyla mezarda büyümeyi bekleyen çocuklardan yükselen acı dolu haykırışlarla irkiliyorum!
"Her şeyi sığdırdınız da bir bizim küçük bedenlerimizi sığdıramadınız bu acımasız dünyanıza! Vallahi merhametsizliğinizi anlatacağız, zalimliğinizi şikâyet edeceğiz Allah'ımıza" diyerek tükürüyorlar kurumuş vicdanlarımıza!
Onları yakan acının cehenneminde kızdırılan bir hançer saplanıyor yüreğime.
Bir de cinsiyetini bile ayırt edemeyecek yaştayken cinsel istismara uğrayan zavallı çocuklar çıkıyor karşıma.
Mide bulandırıcı bir günahın kurbanı oldukları günden beridir taşıdıkları sonsuz utancın ağır yükü altında her gün biraz daha ezilen minik bedenleriyle bakıyorlar gözlerime.
"Hiç mi utanmadınız benim çocuk gözlerimden? Ne istediniz o savunmasız, minik bedenimden" diyerek tükürüyor o acımasız sapık ruhlarımıza!
Yüreği zarif bir adamın dediği gibi;
Çocukları ürkütülmüş bir dünyanın denizleri, mavi olsa ne yazar olmasa ne.
Bugün çocukların gözünden akan her damla yaş, yarın toplumların başına yağan koca bir taş olacaktır.
İnsanlığın karanlığı, çocukların ağladığı anda başlar.
Çocuklarımız ağlıyor ve biz karanlıktayız...
Çocuklarımızın ürkmediği bir dünya dileğiyle...
Yaşasın çocuklar!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish