Foucault: Hümanizm, Marxizm, pastorallik

Ümit Aktaş Independent Türkçe için yazdı

Michel Foucault (1978) / Fotoğraf: Martine Franck

1970'li yıllarda Foucault'nun düşüncesinin Marxist etkilerden çıkması, devletle toplum ilişkilerine yeni bir bakışla bakmasını sağlayan pastoral iktidar tema'sı etrafında gerçekleşir.

Özellikle reformasyon döneminde devlet kavramı etrafındaki tartışmalar, değişimler ve hatta sosyalist isyanlardaki yaklaşımlar, Avrupa geleneğindeki pastoral etkiye dikkatini çeker.

Modern rasyonellik, örgütlülük ve üretimsellik kadar toplumsal dayanışma, sorumluluk ve özenin kaynakları da Kilise dolayımıyla işleyen bir pastoral etkiye işaret etmektedir.

Bu işaretlere dikkat kesilen bakışı giderek toplumsal olaylara ezen/ezilen sınıflar bağlamında değil de yöneten/yönetilen kesimlerin ilişkileri açısından bakmaya yönelecektir. 

Foucault, güzergâhının ya da söyleminin bu ânında 'Marksizm'den kurtulmuştur… Nitekim 'çoban-papazlık' ve 'yönetimsellik' kavramları bizi şu 'sivil toplum' figürüne geri götürür… Ona göre devlet/sivil toplum çifti de, 'özgül bir yönetim teknolojisine has bir şemalaştırma biçimidir. 1


Ve her halükârda bu, aşağıdan bir stratejidir. Dolayısıyla da sivil toplum, öte yandan ise devrimci hareketler, devlet karşısındaki yegâne direniş biçimleri olarak, yönetimselliğin, yani modern iktidar ilişkilerinin durdurulma veya aşılma biçimleri ya da ihtimalleridir. 2

Bir diğer mesafelenmesi ise hümanizmle ilgilidir.

Foucault'nun hümanizm hapishanesinden firar için çizdiği düşünsel planın son unsuru, esrik (ecstatic) düşünme deneyimiydi. Esriklik, şimdilik, iki geçişi tanımlayan bir nitelendirmedir.

Birincisi, coşkun düşünme, Foucault'nun son eserlerinde düşüncesinde görülen iki manevraya işaret ediyor: Foucault artık etik öznellik ve bireysel davranış konuları üzerinde düşünüyordu.

İkinci değişim olarak da, modern dönem araştırmalarını bırakıp klasik döneme ve Hıristiyanlığın ilk dönemlerine yöneliyordu. 3


Siyasal düşüncenin üzerindeki Hegel-Marx çizgisinin etkisiyle baskınlaşan diyalektik düşünmenin mekaniği de Foucault açısından zaman içerisinde işlerliğini yitirmişti.

Bilimsellik iddiaları bir yana, sosyal ve siyasal düşünce açısından yeterli bir genişliğe sahip olmayan bu izlekten uzaklaştıkça farklı düşünme pratiklerine yönelecektir.

Foucault'nun etiği, esrik bir düşünme ya da dünyevi bir mistisizm olarak betimlenebilecek entelektüel bir özgürlük pratiğidir. Dinsel mistikler, zamanında, doğaüstü gerçekliğe ulaşmak için teolojinin gösterdiği yolları izlemenin gerekmediği bir vahiysel deneyim alanı yaratmışlardı. Foucault ise bugün, insani hayatın yönetimi ve tarihsel araştırmalar için, hümanist programın dışında bir özgürlük pratiği alanı yaratıyordu. 4


Bu süreç içerisinde yöneldiği pastorallik de, Avrupa siyasetinin Yunani olmayan ve modernleşme ile birlikte bastırılmış ama bu siyaseti anlamak açısından oldukça önemli ve etkin bir temadır.

Pastoralliğin benim yönetimsellik adını verdiğim ve 16. yüzyıldan sonra oluşacak olan şeyin bir öncülü olduğunu düşünüyorum. Pastorallik, yönetimselliği iki biçimde önceler.

Bir kere selamet, yasa ve hakikat ilkelerini ancak yasanın, selametin ve hakikatin altında başka ilişki tipleri inşa etmek için kullanan pastoralliğe özgü usuller yoluyla önceler.

Ayrıca pastorallik, meziyetlerinin analiz yoluyla saptandığı bir öznenin, itaatin sürekli ağlarında tâbi kılınan bir öznenin, kendisine dayatılan hakikatin damıtılması yoluyla özneleştirilen bir öznenin bu son derece özgül inşasıyla da yönetimselliği önceler. 5


Pastorallik "tutumların yönlendirilmesi" yoluyla insanı toplumsallaştırır, dahası siyasallaştırır.

Tabi ki üretilen her siyasal tutum bir karşı tutum (tutum isyanları) yoluyla cevaplanacaktır.

Dolayısıyla bu adeta bir oyundur ama toplumsal ve siyasal gerçeklik kadar oyunun nerede duracağı ya da hakikatin ne olduğu da ancak bu oyun süreci içerisinde belirginleşir.

Bu, adeta etik olanla politik olan arasındaki bir dengenin de oluşumudur.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Foucault'ya göre merkezileştirici bir iktidarın siyasi biçimi devletse, bireyselleştirici iktidara da pastorallik denebilir.

Pastoral iktidarın simgesi sayılabilecek olan çoban-krallık kavramı Atina ve Roma'ya yabancı bir kavramdır.

Pastorallik kavramı İbrahimî peygamberlerin genel siyasal tutumuna ve onlardan etkilenen veya onlara özenen ya da onları ikame etmeye çalışan çoban-krallara, Mısır, Babil krallarına işaret eder ki o da egemenin topluma karşı duymak zorunda olduğu sorumluluktur.

Öyle ki ellerinde taşıdıkları asa, yönetsel yetkeden ziyade bu sorumluluğa işaret eder. Esasında ise bu sorumluluk, Tanrı'nın yeryüzündeki naibi olmaya dayanır.

16'ncı yüzyıldan sonra oluşacak olan yönetimselliğe doğru gidişatı önceleyen ve hazırlayan işte bu pastoral siyasal temalardır.

Birincisi selamet, yasa ve hakikat ilkeleri pastorallik tarafından öncelenir. Öte yandan bir öznenin inşasını ve itaatini sağlamak da temelde pastoral bir önceliktir.

Zira bu, sadece ailenin değil cemaatin, bedenlerin değil ruhların da bir ekonomisidir (idaresi).

Bunların da ötesinde 16, 17 ve 18'inci yüzyıllar boyunca süregiden dinî hareketler, toplumsal sorumluluk üstlenmenin yanı sıra, siyasetin veya dinin hatta sağlığın düzenlenmesi için de sorumluluk alacak ve hatta savaşım vereceklerdir ki bu da doğrudan pastoral bir zihniyetin ve kültürün mirasıdır.

Öyle ki bu bazen bir tutum (iktidar mücadelesi, yeni bir öğretinin savunulması, cemaatleşme çabası…), bazen de bir karşı-tutum (itiraz, isyan, direniş…) olarak tecelli eder.

Bunlar eşitlikçi, kurtuluşçu, kıyametçi, toplumcu, mistik, kitaba dönüşçü veya devrimci tutumlar da olabilir.  

Bir başka açıdan ise 16'ncı yüzyıl, ruhların pastoral yönetiminden insanların politik yönetimine bir geçiş sürecidir.

İlginç bir biçimde hem dinî pastoralliğin alanının genişlediği hem de insanların dinî çerçevenin dışında da siyasal, yaşamsal ve stratejik yönelimlerine dair kendilerine sorular sorup sorumluluklar almaya başladıkları bir süreçtir bu. 

Foucault'nun bu süreç içerisinde farkına vardığı gibi, Batı'daki yönetim temel olarak antik Yunan'a (Atina-Roma hattı) dayanan mülkiyetçi egemenlik yönetimi iken, Kudüs-Mekke hattındaki yönetim biçimi, yani Foucault'ya göre İbranî Peygamberlerin yönetim biçimi sorumluluk yönetimidir ki Foucault bunu çobanlıktan (çoban peygamberlerden veya krallardan) kinaye olarak, pastoral yönetim biçimi olarak tanımlar.

Bu yönetim biçiminde siyaseti ve egemeni meşru ve itaate layık kılan, onun topluma karşı olan sorumluluğunu ifası ve adalet çizgisini sürdürebilmesidir. 6

Oysa Atina mahreçli yönetimde egemenin sorumluluğu toplumdan ziyade mülke dayanır; yani üretim araçlarına ve üretime. 

Atina'daki en önemli üretim aracı ise köle emeğidir (tarım, madencilik ve gemicilik).

Köle emeğinin üretimsel bir araç olarak kullanılması kadar, toprağın özel mülk haline getirilmesi de Atina'ya özgüdür ve bu sistemin egemenleri, aynı zamanda Atina'daki siyasetin aktörleri de olan mülk sahibi erkeklerdir.

Köleliğin üretimsel bir araç olarak kullanılması, Marx'a göre uygarlaşma açısından ileri bir adımdır. Oysa Doğu'da buna tevessül edilmemiş, üretimsel alanlar ise köylerin toplumsal mülkiyeti olarak değerlendirilmiştir. 

Yunan şehrindeki yönetim, hem Afro-Avrasya kıstağı (nübüvvet havzası)'ndaki ilk küreselleşme çabası olan Fenike'nin, hem de eşitlikçiliğe (izonomi'ye) dayanan bir model olan İyonya (Ege) şehir devletlerinin yönetiminin bozulmuş bir türevidir.

Fenike'den alfabe kadar ticareti ve kolonizasyonu da alan Atina, İyonya'dan ise eşitlikçi bir yönetim modeli olan izonomi'yi almış ama bunu tam olarak uygulayamadığı için köleci, sınıfçı ve eril bir demokrasiye dönüştürmüştür.

Fenike, nebevî etkileri taşıyan cemaatçi (pastoral) bir dinî anlayışta iken, Atina çoktanrıcı ve bireyci bir dinî anlayışa sahiptir.
 


Köleci bir üretimsel mantıktan yola çıkan Atina, uzun vadede kolonizasyona dayanan ve hatta kapitalist mantığın da uç verdiği bir sömürge ağı oluşturur.

Zira verimsiz tarım alanları emperyal Atina şehrini beslemeye yetmemektedir ve bu açığın kapatılması ancak Doğu'nun sömürüsüyle sağlanacaktır. Bu açıdan Atina, modern "Avrupa toplumu"nun da kurucusudur. 7

Dolayısıyla Atina'daki siyasal mantık, üretim araçlarına sahiplik ekseninde etkinleşir ve o minvalde de işler.

Yönetici, toprağa ve sair üretim araçlarına egemendir ve sadece bunlar için bir kaygı duyar. Geminin kaptanı denizcileri değil, gemiyi; kral da şehrin içindeki insanları değil, şehri yönetir.  

İnsanlardan sorumluluk ise şehrin varlığıyla ilgili dolaylı bir sorumluluktur. Dolayısıyla insanların yönetimi fikri doğrudan eski Yunanlılara ait bir fikir değildir.

Bu fikir daha çok Doğu'da yeşeren, Hıristiyanlık öncesinde ortaya çıkan ve Hıristiyanlıkla birlikte Avrupa'ya da taşınan pastoral bir yönetim biçimine dayanır.

Yani yöneticinin, çoban-kral ya da peygamberin tanrısal bir sorumlulukla yükümlü tutulduğu, şehirden ve mülkiyetten önce insanlardan/toplumdan sorumlu ve hatta onlar için hayatını bile fedaya hazır olduğu bir yönetim biçimine. 

Bu fikir dinî bir ilişki içerisinde geliştirilip yoğunlaştırılır. İbrahim'in Tanrı'sı halkının başını çeken ve ona izlemesi gereken yönü işaret eden bir Tanrı'dır.

Yunan tanrısı olsa olsa şehri korumak için surların üzerinde görünür. İbrani tanrısı ise tam da şehir terkedilirken, surların bittiği yerde, çalılıkların kat edildiği yol izlenmeye başlandığında ortaya çıkar. 8


Pastoral iktidar temelde hayırsever, toplumu gözetmeyle ve ona karşı ihtimamla sorumlu bir iktidardır. Onun varlık sebebi topluma dair bir sorumluluğa ve yükümlülüğe dayanır.

Bunun eksikliği iktidarın yokluğu ya da azli anlamına gelir. Zira onun temel amacı sürünün/toplumun olduğu kadar tek tek bireylerin de selametidir. Hem de bu salt maddi değil, manevi bir selamet, bir kemale erme, bir kurtuluştur. 

Pastoral ya da nebevî siyasette toprak (madenler, otlaklar, sular, ormanlar…) Allah'ındır (bir başka deyişle toplumun).

Egemen ise temel yükümlülüğünü, yani topluma karşı sorumluluğunu ifa etmek için, yönetimi altında olanların vekâletini üstlenerek toplumsal adaleti sağlar ve korur.

Zulmü ve sınıfsal ayrışmayı engeller. Fetihçi değil, yardımseverdir. Amacı sürünün/toplumun selametidir. Bu hem maddi hem de manevi bir güvenlik ve kurtuluştur.  

Çoban/nebi/pastör'ün sorumluluğu, cemaate karşıdır. Çünkü başka dayanağı yoktur. Üretim araçlarının sahibi değildir ve olamaz da.

İster istemez halkın (ve de halk edenin) rızasını kazanmak zorundadır. Sürüsünü korumak için gerekirse ölümü göze alır.

Oysa yurttaşlığa dayanan bir yönetimde mekanizma tersine döner. İyi bir yurttaş olmanın koşulu ise kendisini önder ya da yurt için feda etmektir. 

Hıristiyanlık, Roma İmparatorluğunun içinde siyasi ve toplumsal bir örgütlenme gücü haline geldiği andan itibaren, henüz böyle bir iktidardan tamamen habersiz bu dünyaya söz konusu iktidar türünü soktu…

Hıristiyan toplumunda pastoralliğin örgütlenmesiyle, Hıristiyan Batının tarihi için önemli bir iktidar mekanizması gelişecektir:

Birinci olarak: Bir yol göstericinin varlığı, her birey için kendi selametini sağlama zorunluluğu anlamına gelir…

İkinci olarak, bu zorunlu selamet tek başına aranmaz. (Batı'da örneği olmayan bir kilise örgütlenmesi ortaya çıkar.)…

Üçüncü olarak, bir Hıristiyan toplumda papaz ötekilerden mutlak itaat isteyebilen kişidir…

Nihayet, pastorallik kendisiyle birlikte hakikati ve hakikat üretimini içeren bir dizi tekniği ve prosedürü de beraberinde getirir. 9


Pastoralliğe dayanan bu Hıristiyan toplumculuğu, Avrupa'ya bütünüyle nüfuz edemese de Kilise biçiminde örgütlenerek ve köylü isyanlarından mezhep savaşlarına, anarşist cemaatlerden sapkın sayılan tutumlara kadar birçok vasıtayla Avrupa toplumunun ana karakteristiğini oluşturacaktır. 

 

 

1.  Jacques Bidet, Foucault'yu Marx'la Okumak, Metis Y. s. 177, 178.
2.  M. Foucault, Güvenlik, Toprak, Nüfus. İBÜY. s. 310, 311.
3.  James W. Bemauer, Foucault'nun Özgürlük Serüveni, Bir Düşünce Etiğine Doğru, Ayrıntı Y. s. 278.
4.  James W. Bemauer, age, s. 307.
5.  Foucault, age, s. 165.
6.  E. Varga tarafından söz edildiği gibi, Hz. Yusuf'un yedi yıl kıtlık dönemini düşünerek, toplumun aç kalmaması için önceki yedi yıl tahıl stoklaması, ne bir feodal bey, ne de bir kapitalist patron tarafından alınacak olan, Asya'ya özgü bir tedbirdir. Asya Tipi Üretim Tarzı, Çeviri-Derleme, Ant Y. s. 85.
7.  Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Baykan Sezer, Doğu-Batı İlişkileri Açısından Batı Tarımı, Doğu Kitabevi.
8.  M. Foucault, Güvenlik, Toprak, Nüfus. s. 112.
9.  M. Foucault, Entelektüelin Siyasi İşlevi, Ayrıntı Y. s. 227, 228, 229 (değişikliklerle).

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU