Kürtlüğün Kayıp Risalesi

Rahmetullah Karakaya Independent Türkçe için yazdı

Bitlis-Hizanli Bediuzzaman Said-i Kurdi (Nursi), Türkiye tarihinde dili, kimliği ve davası, en çok tahrip ve tahrif edilen, yurtsever bir Kürt aydınıdır.

r.JPG

Genç sosyolog Muhyiddin Zinar, değerli incelemesi "Said-Kürtlüğün Kayıp Risalesi"de, Kürtlerin hak ve hukukunu savunduğu için, Osmanlı döneminde akıl hastanesine kapatılan, cumhuriyet döneminde ise hayatı zindan ve sürgünde geçen Said-i Kürdi'nin trajedisine objektif tutmaktadır.

1878'de Hizan'ın Nurs köyünde doğan Said-i Kürdi, Bitlis Valisi Tahir Paşa'nın, 16 Kasım 1907 tarihli "Mürur Tezkiresi"yle (Geçiş İzin Belgesi) Kürdistan'dan ayrılıp Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'a hareket etmiştir.

Bu tezkire, yurt içi seyahatlerde pasaport vazifesi görmekte…

Dönem, II. Abdülhamit'in, zorunlu olarak II. Meşrutiyet'i ilan etmek zorunda kaldığı tarihtir.

1910'a kadar uygulanan tezkirenin amacı, bazen İstanbul'a gelmesi istenmeyen Niğde'den kefereler, bazen Kürtler, bazen de Arnavutlardı.

Son dönemlerde ise güvenin iyice azaldığı Ermenilerdi.

İhtisap Ağalığı Nizamnamesi'nin 23. Maddesi'ne göre, açıkça Kürtlerin -koyun nakleden Konya Cihanbeyli ve Alişanlı aşiretleri dışındakilerin, - istisnai durumlar hariç- herhangi bir sebeple İstanbul'a gelmesi yasaktı.

Bitlis Valisi'nin tezkiresinde zikredilen hastalık tedavisi gibi gerekçeler, İstanbul için mürur tezkeresi talep etme nedenleri arasında yer almaktadır.

Seyahat belgesindeki açıklamalar ve Zaptiye Nazırı'yla görüşmesindeki tavrı ve konuşmaları, Sarayca, şuurunda anormallik bulunduğu seklinde yorumlanacak ki, 30 Mayis 1908 tarihli telgrafla, hakkında Van Valisi'nden bilgi istenir.

Said-i Kürdi'nin İstanbul'a geliş sebebinde, açıkça Kürdistan'da yaşanan keşmekeş ve cehaletin yol açtığı Kürtlerin maduniyeti/ dışlanma, (özne olamama, alt, ast olma hali) sorunu vardır.

Fenni ve dini ilimleri birlikte ders verecek ve eğitim dili Kürtçe olarak tasarlanan okullaşmayı, bu maduniyetin kalıcı çözüm kapısı olarak görüyor. Bu tabii ve haklı talebi için, Saray'ı ikna edebileceğini düşünüyor.

Özellikle Van, Bitlis gibi vilayetlerde yaygın şekilde faaliyet gösteren Ermeni okullarının ulusal uyanıştaki rolleri, ona ilham kaynağı olmuştur.

İstanbul'a geldiğinde başlattığı ilmi düellonun amacı (ulemayı münazaraya davet etme meselesi), ilmi çevrelerin, Kürdistan ulema sınıfına üstenci bakisini kırmak ve bölgedeki maarif/ eğitim sorununa, Saray'ın dikkatini çekmek içindir.

 
Abdülhamid'e muhalefet

İstanbul'a gelir gelmez mabeyne sunduğu dilekçenin, Saray'la başını belaya soktuğu ve bu sebeple Abdülhamid'e muhalif olmaya başladığı görülmektedir.

Bu dilekçe, İstanbul'da başlayan yazma macerasının da ilk adımıdır. Bu belgenin orijinali bulunmasa da, 17 Aralık 1908 seçimlerine altı gün kala, "Şark ve Kürdistan" gazetesinde aynen yayınlanmıştır.

Hürriyet'in ilanından sonra, "Kürtler Yine Muhtaçtır" baslığıyla yayınlanan aşağıdaki dilekçede, Abdülhamid yönetimine verilen mesajlar şöyledir:

Millet-i Osmani meyanında/ içinde mühim bir unsur teşkil eden Kürdistan ahalisinin ahvali malum ise de, hizmet-i mukaddesat-i ilmiyeye dair bazı metalibatı/ talepleri arzetmeye müsaade dilerim.

Su cihan-i medeniyette ve su asr-i terakki ve müsabakatta, sair ihvan gibi yekaheng-i terakki olmak için himmet-i hükûmetle Kürdistan'ın kasaba ve kurrasında mekatip/mektepler tesis ve inşa buyurulmuş olduğu, ayn-i şükranla meşhud ise de, bundan yalnız lisan-i Türkiye aşina etfal /çocuklar istifade ediyor.

Lisan-i Türkiye aşina olmayan evlad-i Ekrad/ Türkçe bilmeyen Kürt evlatları yalnız medaris-i ilmiyeyi maden-i kemalat bilmeleri/ sadece ilmi medreseleri gelişmenin kaynağı olarak görmeleri ve mekatib muallimlerinin lisan-i mahalliye adem-i vukufları cihetiyle/ mektep öğretmenlerinin yerel dili (Kürtçeyi) bilmemelerinden dolayı maariften/ eğitimden mahrum kalmaktadır. Bu ise vahşeti, keşmekeşi/ kargaşayı, dolayısıyla garbin şematetini/ şemata (kuru gürültü, başkasına gelen zarara sevinme) davet ediyor. Bu ise ehl-i hamiyeti düşündürür. Ve bu üç nokta Kürtler için müstakbelde bir darbe-i müthişe hazırlıyor gibi ehl-i basireti dağdar etmiştir.

Bunun çaresi: Numune-i imtisal ve sebeb-i teşvik ve terğib olmak için, Kurdistan nikat-i muhtelifesinden/ değişik noktalarından, biri "Artoş (Ertuşi)Aşairi" merkezi olan Beytuşşebap cihetinde, digeri Mutkan, Belkan, Sason vasatında, biri de Sipkan ve Haydaran vasatında olan Van'da, medrese nam melufuyla/ tanıdık gelen medrese adıyla ulum-u diniye ve fununu lazime ile beraber/dini ilimler ve modern fenlerin beraber(öğretildiği), hiç olmazsa ellişer talebe bulunmak ve oraca medar-i maişetleri/burs ihtiyaçları hükûmet-i seniyyece/ yüce hükümetçe tesviye edilmek/ karşılanmak üzere, üç daru't-talim/ eğitim kurumu tesis edilmelidir.

Bazı medarisin/ medreseleri dahi ihyası/ modernizasyonu, Kurdistan'in maddi ve manevi hayat-i istikbaliyesini/ geleceğini temin eden esbab-i muhimedendir/ önemli sebeplerdendir. Bununla maarifin/ eğitimin temeli teessüs eder/ kurulur. Ve bu mebde-i teessüsten/ kurulumun başlamasıyla ittihad takarrur edecek/ birlik gerçekleşecek. Ihtilaf-i dahiliden dolayı mahf olan kuvve-i cesimeyi/ büyük kuvveti hükûmetin eline vermekle harice sarf ettirmek için hakkıyla müstahak-i adalet ve kabil-i medeniyet oldukları gibi, cevher-i  fıtriyelerini/ öz değerlerinin (de) göstereceklerdir. 

Molla Said-i Meşhur (s. 45)


Said-i Kürdi, dilekçede üç sorunun altını çizer. Bunlara çözüm getirilmemesi durumunda, Kürtleri korkunç bir geleceğin beklediğini ifade eder.

Çözüm bekleyen sorunların başında Abdülhamid yönetiminin Kürdistan'a yönelik yanlış eğitim politikaları, Kürtlerin sosyopolitik ve pedagojik ihtiyaçlarına göre planlanmamış işlevsiz eğitim kurumları gelmektedir.

Hükûmetin açtığı okulların eğitim dilinin Türkçe olması ve öğretmenlerinin Kürtçe bilmemesini eleştirir. Kürt çocuklarının, sırf bu yüzden eğitimden yoksun kaldığını dile getirir.

İkinci olarak işaret edilen sorun, eğitimsizlik yüzünden ortaya çıkan, gerek aşiretler arası, gerek farklı dinsel ve etnik farklılıklara karşı sergilenen hukuksuzluklar ve yaşanan karışıklıklardır.

Devr-i İstibdatta tımarhaneden sonra tevkifhaneye atılan Said-i Kürdi, Abdülhamid rejimiyle beş defa pençeleştiğini şöyle anlatır:

Bir kere Mabeyn'de yırtıldı. Şişli'de bir Ermeni'nin evine düştüm, orada yırtıldı. Şekerci Hanı'na düştüm, orada yırtıldı. Tımarhaneye düştüm. Simdi de tarassuthaneye/ nezarethaneye düştüm.


Böylece ömrünün sonuna kadar, "mahkeme, hapishane, sürgün" kıskacından geçen hayatı için ilk işaret fişeği, II. Abdülhamid döneminde atıldı diyebiliriz.


Atatürk'ün milletvekilliği teklifi

İstanbul'daki faaliyetleri ve duruşu, Ankara'nın dikkatinden kaçmamıştır. 1822'de, birkaç kez şifre ile yeni kurulan Büyük Millet Meclisi'ne davet edilir.

Bu süreçte gerek Kürdistan'da, gerek İstanbul'da bulunan Kürt Teali Cemiyeti üyelerine Mustafa Kemal'in mektup gönderip destek istediği bilinmektedir.

Kendisini tanıyan 18 milletvekilinden gelen aynı yöndeki davetler üzerine, büyük ihtimalle 6 veya 7 Kasım 1922'de, yeğeni Abdurrahman ile İstanbul'dan Ankara'ya geçer.

Davetin arkasında Mustafa Kemal'in bulunduğunu bizzat söyler. 9 Kasım'da 1922'de Büyük Millet Meclisi oturumuna dinleyici olarak katılır.

Bazı Kürt milletvekilleri tarafından "Vilayet-i Şarkiye'nin Ulema-i Benami/ Doğu İllerinin Ünlü Alimi" sıfatıyla anılan Molla Said için Meclis'te, resmi hosamedi/karşılama töreni düzenlenmesi teklifi kabul edilir.

Mustafa Kemal acısından bu süreçte, Said-i Kürdi ve benzeri isimlere yapılan davetler, kendi hedeflerine varmak için tasarlanmıştır.

Bir yanda Lozan görüşmeleri sürerken, diğer yandan alınan gizli kararlar, hızla pratiğe geçirilmek istenmektedir.

Ancak asıl amacı bildiği için milletvekilliği ve "Şark Vilayetleri Umum Vaizliği" teklifini kabul etmez. Bunu, değerli eseri Müdafalar'da (Zehra Yayınları s.723,735) şöyle açıklar:

Mustafa Kemal, iki defa şifre yolu ile Van eski valisi ve benim dostum Tahsin Bey vasıtasıyla beni -neşredilen Hutuvat-i Sitte'ye mükafaten taltif için - Ankara'ya celp etti. Gittim. Seyh Sunusi, Kürtçe lisani bilmediğinden beni onun yerinde 300 lira maaşla Vilayet-i Sarkiye Vaiz-i Umumisi, hem mebus hem Diyanet Riyaseti dairesinde Darü'l Hikmet azalarıyla beraber eski vazifem ile memnun etmek ve benim Van'da temelini attığım Medresetü'z-Zehra ve Sark Dar'ül-Fünün'üma/ Üniversiteme Sultan Reşad'ın verdiği 19 bin altın lira - 200 mebus içinde 163'unun imzasıyla- 150 bin banknot iblağ edilerek kabul etmiştir.


Güce eğilmedi, dosttan darbe yedi

Abdülhamid döneminde, devlet politikası haline gelen Kürt ileri gelenlerini rüşvetle yola getirme tavrını, "Devr-i İstibdat ve Said-i Kürdi'nin Pençeleşmesi" başlıklı yazısında sert bir dille eleştirir.

Kendisine yapılan teklife de şöyle karşı çıkar:

Ben maaş dilencisi değilim. 1000 lira da olsa kabul edemem. Kendim için değil milletim için geldim. Hem de bu bana vermek istediğiniz rüşvet ve hakk-ı sukuttur/ sus payıdır.


Şefik Paşa'yla tartışmalarında geçen maaşı reddetme meselesi, "Hürriyetin İlanı"ndan bir ay sonra, Özel Kalem'den Dahiliye Nezareti'ne gönderilen tezkire ile de doğrulanmaktadır.

Abdülhamid ve Cumhuriyet döneminden verilen iki örnek de, kıyafetiyle, fikriyle, tavrıyla özel bir şahsiyet olduğunun, haklı davasında, rakipsiz devlet gücüne bile boyun eğmediğinin acık delilidir.

Bediüzzaman'a hayat, Atatürk'ün işbirliği teklifine verdiği olumsuz cevapla, 23 Mart 1960'ta Urfa'da vefatına kadar, "mahkeme- mapushane- sürgün" kıskacında zindan edilmiştir.

Hele 11 Mart 1924'te, medreselerin, Milli Eğitim Bakanı Bedirhani (Cizre'nin Kürt Prenslik hanedanı) Vasıf Çınar (CHP Sözcüsü Faik Öztrak'ın dayısı) imzasıyla kapatılması, Medreset'ül Zehra hayalini kökten bitirir.

Kendisine vatan toprağında bir mezar dahi fazla görülmüştür.

Bu arada, ölüm yolculuğuna dönen Urfa'ya zorla gidişine, zamanın basınında sadece Vanlı Yaşar Kemal'in destek vermesini kaydetmek de bir vefa borcudur.

Oysa onun muhalefeti, İstiklal Harbi'nin başkomutanlarından Kazım Karabekir, annesi Hayriye Rüveyde tarafından Kürt Bedirhan Paşa'nın torunu, baba tarafından Çerkez olan Rauf Orbay'ın tavrı kadar, meşrudur. 

14 Mayis1928'de, Şeyh Sait Harekatıyla ilgili olarak Diyarbakır, Elaziz, Van, Bitlis, Hakkari, Mardin Urfa, Siirt, Bayazit ve Malatya vilayetleri ile Besni, Hınıs ve Kiğı kazalarında olayda suçlananlar için af çıkarılır.

Bu süreçte Burdur ve Isparta Barla'da sürgün olan üstat, serencamını, şöyle dile getiriyor:

Harb-i Umumi'de gönüllü alay kumandanı olarak, iki sene çalıştım, çarpıştım. Ordu kumandani ve Enver Paşa takdiratı altında, kıymetli talebelerimi, dostlarımı feda ettim. Yaralanıp esir düştüm. Esaretten geldikten sonra (1918), Hutuvat-i Sitte gibi eserlerimle kendimi tehlikeye atıp İngilizlerin İstanbul'a tasallutu altında, onların başlarına vurdum. Bu beni işkenceli ve sebepsiz esaret altına alanlara, yardım ettim. İşte onlar da bana o yardım cezasını, böyle veriyorlar.

Üç sene Rusya'da, esaretimde çektiğim zahmet ve zorluğu, burada bu dostlarım bana, üç ayda çektirdiler. Halbuki Ruslar, Kürt gönüllü kumandanı suretinde, Kazakları ve esirleri kesen gaddar adam nazarıyla bana baktıkları halde, beni dersten menetmediler. Arkadaşım olan 90 esir zabitin kısm-ı ekserisine ders veriyordum. Hem aynı kışlada bir odayı mescit yaptık. Ben imamlık yapıyordum. Hiç müdahale etmediler. İhtilattan men etmediler. Beni muhabereden kesmediler.

Halbuki bu dostlarım, güya vatandaşlarım ve dindaşlarım(!) ve onların menfaat-i imaniyelerine uğraştığım adamlar, hiçbir sebep yokken, siyasetten ve dünyadan alakamı kestiğimi bilirlerken, üç sene değil belki beni altı sene çok zor bir esaret altına aldılar, ihtilattan menettiler. (s. 305-306)


Ancak Said-i Kürdi, cumhuriyet döneminde, seveni, bağlısı gibi görünen bazı kimselerce, eserleri planlı olarak tahrif edilerek, günümüzün tartışmalı bağnaz tarikat ve cemaatlerinin sıradan liderleri kılıfına sokulmuştur.

İşte değerli araştırmacı Muhyiddin Zinar, bilgi ve belgeye dayanan 456 sayfa, üç bolümden oluşan kitabında, bu maksatlı ve haksız müdahaleye cevap veriyor.

Muhyiddin Zinar'ı, 1971'de Sarıyer Lisesi son sınıfta iken, Bediüzzaman Said- i Kürdi'ye "Ülkeyi Ruslara satan vatan haini" dediği için, Fransızca öğretmeni Ali Kiroğlu ile kavgaya varan tartışma yüzünden İstanbul dışına sürülen bir kişi olarak,  yürekten kutluyorum.

Tarih boyunca, insan hak ve özgürlükleri için mücadele edip ağır bedel ödeyenleri de saygıyla selamlıyorum.

 

 

Kaynak: Said. Kürtlüğün Kaybolan Risalesi. Nubihar Yayinlari. Eylul 2022.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU