İslami feminizm nedir, ne değildir? (1)

Kadın merkezli, eşitlikçi, erkek egemen toplum, sınıflı toplum, ayırımcı, Afro-Amerikan, Batı dışındaki kadın hareketleri gibi feminizm formlarına bağlı olan altı feminizm akımı bulunuyor

Kolaj: Independent Türkçe

Bugünkü konumuz "İslami feminizm" olacak. Bazılarının "İslamcı feminizm" diye tanımlayıp farklı feminist formların alt kolu olarak gördükleri bu kadın hareketini anlayabilmek için de dünya kamuoyunu yakından ilgilendiren bu kavram ile fikriyatın ne anlama geldiğini açıklayıp kısa tarihine ışık tutacağız. 

Özgür Ansiklopedi Vikipedi Türkçe, feminizmi şöyle tanımlanıyor:

Feminizm, kadınların haklarının tanınıp korunması amacıyla eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik çeşitli ideolojiler, toplumsal hareketler ve kitle örgütlerinden oluşan hareket. Sözcüğün köken olarak Latince 'femina' ve onun Fransızca türevi olan 'féminisme' sözcüğünden geldiği ve Türkçe eş anlamlısının 'hatunculuk' olduğu belirtilmektedir. 

Kadın ve erkek arasındaki toplumsal eşitsizliğin süregelmesi, feminizmin amacının kadının toplumdaki yerinin iyileştirilmesi ve toplumda gerçek bir eşitlik durumunun sağlanması olmasına neden olmuştur. 
Doğrudan kadınları ve dolaylı olarak kültürü ilgilendiren konularda bilinç uyandırmaya yönelik bir kadın hareketi kavramıdır feminizm. Hedefi; eğitim, iş ve çocuk bakımı gibi konularda eşit haklara sahip olmaktan, yasal kürtaj hakkından, kadın sağlığı konusunda ilerlemelere, tacizin ve tezcavüzün engellenmesinden lezbiyen haklarına kadar uzanır.

20. yüzyıl ve günümüz felsefesinde ağırlıklı olarak kadınlar tarafından temsil edilen yaklaşımları; tarih boyunca cinsiyetler arasındaki doğal ve sosyokültürel farklılıklar ile bunların felsefe, sanat, bilim alanındaki etkilerini ve erkek egemen dünyada kadınların durumunu tanımlamaktadır. Böylece 'kadınlık' ve 'erkeklik' arasındaki tarih-felsefi düzenin araştırması yapılmaktadır.

 

İslami feministler bir  gösteride.jpg
İslami feministler bir gösteride

 

Feminist felsefedeki ilk yaklaşımların tarihi 14'üncü yüzyıla kadar uzanmaktadır. Temsilcileri hakkında örnek vermek gerekirse başlıcaları şunlardır: 

Ortaçağ Fransız yazarı Christine de Pizan (1365-1430) ki, günümüzde avant la lettre feminist olarak kabul edilmektedir. Pizan, toplumsal çevresindeki erkeklerin kadın düşmanlığını kıyasıya eleştirmiştir.

1400 yılında kadınları destekleyen bir tarikatın ütopik kuruluşunu anlatan Le Dit de la rose (Gülün Dediği) adlı eserini yazan Pizan yine aynı yıl kadın eğitimini konu ettiği Le Livre des trois vertus (Üç Erdemin Kitabı) adlı araştırmasını yayınlamıştır.

İngiliz kadın filozof Mary Astell (1666-1731) kadının doğası, mantığı ve ruhuna dair sorunlarla uğraşmıştır.

Zorunlu evlilikleri eleştiren Astell kadına baskının yasallığı hakkında tartışmalara neden olmuştur.

Yine İngiliz kadın yazar Mary Wollstonecraft (1759-1797), iyi bir okul eğitimi alabilmek hususunda hayatı boyunca engellerle karşılaşmıştır.

Bu nedenle kadınların eşit eğitim hakkı onun hayattaki en büyük hedefi olmuştur. En ünlü eseri Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi/Müdafaası (A vindication of the rights of woman) isimli kitabıdır. 

İngiliz John Stuart Mill, liberalizmin temsilcilerinden biri sayılmaktadır. Onun kadınların toplumdaki durumuna ilişkin görüşleri liberal feminizm olarak tanımlanabilir. 
 

Simone de Beauvoir, 20. yüzyıl kadınların öncü düşünür ve esin kaynağı.jpg
Simone de Beauvoir, 20'nci yüzyıl kadınların öncü düşünür ve esin kaynağı

 

Fransız yazar ve filozof Simone de Beauvoir (1908-1986) modern feminizmin teorik temellerini atan bir düşünürdür.

Cinsiyet kavramının anlamını araştırmış; ataerkil toplumda kadına uygulanan baskıyı göstermiş; feminizm teorisinin temel amacı olan cinsiyetler arasındaki eşitliği ve hak eşitliğini ortaya koymuştur.

ABD'li filozof Judith Butler (24 Şubat 1956) dekonstruktif (yapıbozumcu) feminizmin ana temsilcisidir.

Daha çok Queer (Kuir) Teorisi (1990'lı yılların başında toplumsal cinsiyet çalışmaları alanında ortaya çıkan Kuir çalışmalarını kapsayan eleştirel kuramlar literatürü) ile tanınmaktadır. 

Bulgar Filozof Julia Kristeva (d.1941) 70'li yıllar öncesi ataerkil toplumdaki kadın kimliğini sorunsallaştırmıştır.

İlk dalga kadın hareketleri genel seçim hakkının kısmi yürürlüğe girmesinden sonra durulmuş ancak 1960'lı yılların sonunda tekrar canlanarak ikinci dalgayı başlatmıştır.

Ataerkil (pederşahi, erkek egemen) ilişkiler üzerine artan kuramsallaştırma ve bilimselleştirme çalışmaları feminist felsefenin ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Kadın merkezli, eşitlikçi, erkek egemen toplum, sınıflı toplum, ayırımcı, Afro-Amerikan, Batın dışındaki kadın hareketleri gibi feminizm formlarına bağlı olan altı feminizm akımı bulunmaktadır. 
 

Sosyalist ve Marksist Feminizm- toplumda, emekte, siyasette ve hayatta eşitlik.jpg
Sosyalist ve Marksist Feminizm; "toplumda, emekte, siyasette ve hayatta eşitlik"

 

Şukelalist sitesinden yazar Beyza Afşar, "7 Türüyle Feminizm" başlığı altında liberal, varoluşçu, sosyalist-Marksist, radikal, siyah, postmodern, İslami feminizm türlerini sıralamakta ve İslami feminizmi şöyle tanımlamaktadır:

Müslüman ülkelerde İslam kültüründe büyüyen kadınların haklarını korumak üzere ortaya çıkmış akımdır. Kadınların din, ibadet gibi manevi alanlarda özgürleştirilmesini savunurlar…
 

Postmodern feminizm tasviri. Kaynak-sukelalist.jpg
Postmodern feminizm tasviri / Görsel: Sukelalist

 

Vikipedi ansiklopedisindeki İslamcı feminizm tanımı ise şöyledir:

Modern fikir hayatında yer bulmaya başlayan melez ideolojilerin bir örneği. İslami paradigma (değerler dizgesi) içinde dile getirilen feminist söylem ve uygulamalar bütününe verilen adlandırma. Çağdaş İnsan Hakları bildirgelerinde tüm insanların eşit olduğu söylenirken, İslam dünyasını, gündelik yaşamda geleneksel inanışlar ve dini inanca dayalı, konjonktür ile uyuşmayan kadın-erkek ayrımı ve erkeklerin üstünlüğü söylemine karşı, kadınların eşitliği ve/veya üstünlüğünü savunan bir düşünce sistemiyle İslam düşüncesini harmanlamaya itmiştir.
 

İranlı bir kadın başörtüsüne karşı çıkan bir din adamıyla tartışıyor.jpg
İranlı bir din adamı, başörtüsüne karşı çıkan kadınla tartışıyor

 

Bir tespite göre: İslami feminizm, 1990'lı yıllarda İran'da başlamıştır. Halkı Müslüman olan ülkelerdeki büyüyen İslamcılık hareketi içinde gelişerek kavramlaştırılmıştır.

İlk izleri İranlı yazar Afsaneh Najmabadeh (Efsane Necmabade) ve feminist-antropolog Ziba Mir-Huseyini'nin (İslam ve Cinsiyet: Çağdaş İran'da Dinsel Tartışma isimli çalışmasında) eserlerinde görülmüştür. 
 

Radikal feminizmin bir tasviri.jpg
Radikal feminizmin bir tasviri

 

Terim olarak ortaya çıkışı yakın tarihlere rastlasa da Müslüman toplumlarında kadın haklarının müdafaasının yaklaşık yüz yılı aşan bir geçmişi vardır.

Bu kavram ilk kez Tahran merkezli ve 1992 yılında yayımlanan kadın dergisi Zanan (Kadınlar) ile Suudi Arabistanlı kadın yazar Mai (May) Yamani'nin 1996'da yayımladığı Feminism and Islam (Feminizm ve İslam) kitabında kullanılmıştır. 
 

İranlı kadınlar, Dünya Kadınlar Günü'nü kutluyorlar, Mart 1979.jpg
İranlı kadınlar, Dünya Kadınlar Günü'nü kutluyorlar, Mart 1979

 

Sudan'da Ahfad Üniversitesi'ndeki ilgili bölümde kadın üzerinde araştırmalarıyla bilinen Norveçli Liv Tønnessen, "Islamic Feminism, a public lecture" isimli 2014 tarihli çalışmasında İslami feminizm kavramını, yukarıda adı geçen iki İranlı ile Suudi Arabistanlı bir kadına atfediyor.
 

Siyaset bilimci ve feminist yazar Liv Tønnessen.jpg
Siyaset bilimci ve feminist yazar Liv Tønnessen

 

Aynı kavramı, "Ben feminist kadın ile erkek eşitliğini hareketlerin metinlerinden değil, Kuran'daki nassları (kutsal metinleri) okuyarak idrak ettim" diye yazan Pakistan kökenli ABD vatandaşı Asma (Esma) Barlas ile Modern Mahrem isimli kitabı yazan Sosyolog Nilüfer Göle'nin çalışmalarına bağlıyor.
 

Mısır'da feminist hareketi savunan bir dergi kapağı, Temmuz 1925. .jpg
Mısır'da feminist hareketi savunan bir dergi kapağı, Temmuz 1925

 

Mısırlı Umeyma Ebu Bekr'in (Omaima Abu Bakr) bu terimin Müslüman kadınlar arasında yayılmasını sağlayan farklı yayın siteleri oluşturduğuna da değiniyor. 

İslami kesimin kadın yazarlarından Şehide Zehra Keleş'in kendince tanımladığı feminizm (daha doğrusu İslam'da kadın hakları mefhumu), 1950'li yıllara kadar götürülebilir.

Ona göre; Mısır Müslüman Kardeşler (İhvan) hareketinin en ünlü kadın şahsiyeti sayılan Mücahide (kadın cihatçı-F.B.) Zeynep Gazali (1917-2005) bu alanda öncülük ve rehberlik yapacak kadar usta bir kadın hakları savunucusudur.
 

Mısır İhvan hareketinin ünlü kadın siması Zeynep Gazali önceleri feminist idi_.jpg
Mısır İhvan hareketinin ünlü kadın siması Zeynep Gazali önceleri feminist idi

 

Zira Zeynep, kadın ve erkeğin eşit ama farklı yaratıldığını, "evler çöle dönmesin, çocuklar öksüz kalmasın diye" kadınların birincil görevlerinin annelik ve eşlik olduğunu söylüyordu.

Evliliği ve aileyi bir saadet kaynağı olarak sıkı sıkı tutuyor, herkesin fıtratına uygun sorumluluklarını yerine getirdiği bir harmoni (ahenk) olarak tarif ediyordu.
 

Mısırlı kadınlar, kadına şiddete karşı protesto, yıl 2013.jpg
Mısırlı kadınlar, kadına şiddete karşı protesto (2013)

 

Batılı ülkelerde (bilhassa ABD'deki Pakistanlı camia) gurbetçiler arasında yaygınlaşan İslami feminizmin ipuçlarına Sudanlı Müslüman Kardeşler örgütünün tarihi lideri Hasan Turabi'nin 1973 tarihli Eğitim ve Din ile Toplumsal Töreler Arasında Kadın isimli çalışmasında rastlıyoruz.

Turabi, bu eserinde İslam hukukunda (fıkıh) kadın haklarını ele alıp inceliyor.

Batılı ülkelerin Müslüman toplumlara yönelik eleştirilerine cevap niteliği taşıyan ve ilkin geri kalmış toplumları tekrar diriltip ıslah etmeyi amaçlayan ihyacı-reformist İslamcı erkek yazarların eserlerindeki savunma biçimi ana hatlarıyla şöyledir: 

İslam toplumlarındaki kadınlar köle değiller, ikinci sınıf insan muamelesi görmezler. Aile içerisinde kadın, yeni nesillerin yetiştirilmesinde birinci derecede önemlidir. Dolayısıyla erkek ile kadın toplumda birbirlerinden farklı görevleri icra ederek birbirlerini tamamlamaktadırlar.
 

Sudanlı kadınlar tecavüz hakkındaki eski kanunlarda değişiklik ve reform talep ediyorlar_.jpg
Sudanlı kadınlar tecavüz hakkındaki eski kanunlarda değişiklik ve reform talep ediyorlar

 

Özellikle 1990'lı yıllarda Müslüman toplumlarını kadınlara verilen haklar itibarıyla değerlendirmeye alan yeni, eğitimli İslamcı kadın yazarlar kuşağı, geçmişteki "erkekle kadının birbirinin tamamlayıcısı olduğuna" ilişkin perspektifi yetersiz buldular.

Onlara göre; Müslüman toplumlardaki kadının ikincil sosyokültürel işlevi hasıraltı edilmektedir. Oysa kadın ile erkek toplumda tamamen eşit hak ve statüde olmalıdırlar. Hatta bu konumları, dini kurallar gereği de savunulabilir. 

Doğrudur; kadının Müslüman bir toplumdaki statüsü/konumu, aynı zamanda bir inanç ve de bir sembol konusudur.

Dolayısıyla İslamiyet'in bütünü içinde uzanımları vardır. Bu sebeple Müslüman ülkelerdeki politik ve kültürel tercihler doğrudan kadının konumu ile ilişkilendirilerek anlaşılmaya çalışılmaktadır.

İslamcı feministler ise öne sürdükleri taleplerle bir yandan modernite içinde yer almakta diğer yandan kültürel aidiyetleri ve kullandıkları referansları itibarıyla kendilerini 'İslamcı' olarak nitelendirmekteler.

Sonuç olarak salt moderniteyi savunan feministler ile İslam içindeki kadın hakları davası güden feminizme karşı çıkıp onu din için tehlikeli bulan gelenekçi İslami çevreler farklı tutum almaktalar.

Mesela Mısırlı kadın araştırmacı Aziza M. Karam (Azîze M. Kerem), kendi ülkesindeki feminist düşünceyi üçe ayırır: Seküler feminizm, Müslüman feminizm ve İslamcı feminizm.

Ona göre kadınların cinsiyeti nedeniyle toplumda daha az avantajlı bir konuma sahip olduğunu düşünen ve daha adil cinsiyet ilişkileri geliştirmeye çalışan herkes feministtir. Farklılıklar ise feminizm içindeki akım ve türler olarak görülebilir.
 

17 yaşında 2014 Nobel Ödülü alan Pakistanlı Malala Yusufzay, 2012'de Taliban tarafından kurşunlandı.jpg
17 yaşında 2014 yılı Nobel Ödülü alan Pakistanlı Malala Yusufzay, 2012'de Taliban tarafından kurşunlandı

 

İslamcı feminist yazarlar genel olarak batılı feminist hemcinsleri gibi toplumsal cinsiyet ayırımlarının kökenini kadın ve erkek bedeninde yani 'biyoloji'de değil, toplumsal bir inşa olarak gördükleri 'kültür'de aramaktadırlar.

Onlar Pakistanlı modernist İslamcı yazar Fazlurrahman'ın tarihselcilik denilen ve Kur'an'daki ayetleri o günün sosyoekonomik ve kültürel koşulları içerisinde "anlamlandırma" çabasını örnek alırlar.

Çünkü onun kullandığı metodoloji, İslamcı feminist yazarlar tarafından Kur'an'da kadına ilişkin ayetlerin anlamını araştırmakta kullanılmaktadır.
 

Din bilgini Fazlurrahman. Müslüman feministler haklarını ararken onun İslami gerekçelerini kullanıyorlar. .jpg
Din bilgini Fazlurrahman; "Müslüman feministler haklarını ararken onun İslami gerekçelerini kullanıyorlar"

 

Böylece ABD'li feminist yazar Amina Vedud Muhsin'in söyleyişinden yola çıkarsak, modern kadın için anlamlı gelebilecek Kuran (kadından yana olan) ayetlerini okuyup anlamlandırmaktadırlar.

İslamcı feminist yazarlar, Hz. Muhammed'in sözlerini içeren hadis külliyatına yönelik yaklaşımlarında aynı yolu izlemekteler. Onların iddiaları ve tezleri şöyle özetlenebilir:

Kadının modern toplumdaki statüsüyle uyuşmayacak ifadeleri içeren hadislerin, geleneksel hadis usulü ve kritiğiyle değerlendirilmesi yetersizdir, eksik ve hatalıdır.

Hatta dinin "ataerkil" (erkek egemen) söylemini kuvvetlendirmektedir. Dolayısıyla hadislerle ilgili modern bir okuma yapılmalıdır.

Görüleceği gibi Foucault'cu bir özne-iktidar ilişkisine dayalı bir okuma ve anlamlandırmadan yanadır İslamcı feministler. 

27-29 Ekim 2005 tarihlerinde 400'e yakın katılımcının bir araya geldiği Barselona (İspanya) Birinci Uluslararası İslamcı Feminizm Kongresi'nden çıkan sonuçlar İslamcı feministlerin fikriyatı ve önermeleri için iyi bir örnek sayılabilir: 

  • İslamcı feminizm, egemen cinsiyetçi İslam yorumlarına alternatif olarak ortaya çıkmıştır.
  • İslamcı feminizm, Kuran ayetlerine ve Kuran'ın erkek egemenliğini meşru görmediği yönündeki güçlü inanca dayanmaktadır.
  • Erkekler de kadınların eşit hak elde etme mücadelesinde yer almalıdır.
  • Kadınların karar-verici yapılara katılımı desteklenmelidir.
  • İslami gelenekler temelinde kadınların mülk sahibi olma, bireysel özgürlük ve ekonomik bağımsızlık hakları savunulmalıdır.
  • Müslüman kadınların camilere erişebilme hakkı talep edilmelidir.
  • Müslüman olmayan feministlere, İslam'ın en cinsiyetçi ve gerici yorumlarını tek olası İslam yorumu olarak kabul etmemeleri çağrısında bulunuyoruz. Aksi bir pratik, hakları için savaşan Müslüman kadınlarla, küresel feminist hareket arasındaki işbirliğini engelleyecektir.
     
Müslüman feministlerin sembolü. .jpg
Müslüman feministlerin sembolü

 

Esasında İslam dünyasının farklı yerlerinden çok sayıda Müslüman aydın-politikacı, İslamcı feministlere tepki gösterip eleştirmekteler.

Onlara göre: Feminizm, Batı kaynaklı bir düşünce hareketidir. Dolayısıyla İslam toplumlarının gerçeğiyle ve İslam'ın temel kaideleriyle uyuşamaz.

Farklı sosyal, kültürel ve sınıfsal bir çevrenin kadınlarının taleplerine yanıt vermek üzere ortaya çıkmıştır. Müslüman kadınları fazlaca ilgilendirmez.

Feminizmin, Orta Çağ Hristiyanlığının kadına yönelik bakış açısı ve şiddet uygulamalarının sonucunda ortaya çıktığı iddia edilmektedir.

Bu yüzden de İslam'ın kadına verdiği değer ve haklar, bu tip bir hareketin İslam topraklarında yayılmasına imkân vermez.

Ayrıca feminizm, Batı emperyalizminin Müslümanlar arasındaki dayanışmayı yok etme amacına hizmet etmektedir. 

İslamcı feministler; seküler, pozitivist, rasyonalist ve tarihselci bir Kuran ve Hadis istemekteler. Bu tür yaklaşımlar, İslami anlayışa terstir. Çıkarılan sonuçlar da tartışmalıdır. 

Şehide Zehra Keleş'in feminizme yönelik eleştirisinden bir alıntıya daha yer vereceğiz: 

Müslüman feminizme dair bugüne kadar biriken literatürün sayısız cevap ürettiği iki temel soru var: Hem Müslüman hem feminist olmak bir çelişki midir? Müslüman kadının kurtarılmaya ihtiyacı var mıdır?

Bunlardan biraz uzaklaşıp yönümü biyografi ile söylem arasındaki açılmaya çevirdiğimde daha güncel bir 'Şimdi ve burada Müslüman bir feminizme ihtiyacımız var mı?' sorusu ile baş başa kaldım.

 Bugünün Türkiye'sinde Müslüman feminist olmanın siyaseten mahiyeti ve anlamı üzerine daha verimli bir tartışma yürütmeye hepimizin ihtiyacı var. Müslüman feministlerin, feminist hareketin bugüne kadar giremediği alanlara sızabilme ve o alanların rengini, kokusunu, tadını daha iyi tarif edebilme, daha iyi bir feminist politika için içeriden katkıda bulunabilme potansiyeli oldukça önemli, fakat içerisi ve dışarısından hala aynı şeyleri mi anlıyoruz? Sınırlar bizzat feminist özneleşme süreciyle yeniden çiziliyorken gerçekten hangi alana sızabiliyor veya nereden nereye geçiş yapıyor gibi görünüyoruz?..

Şeriat hukuku altında yönetilen kadınlar Müslüman feminist aktivizmi aile hukukunu dönüştürmek üzerinden yürütüyor. Fakat Türkiye'deki Müslüman kadınların şeriat hukuku altında yaşayan kadınlar gibi doğrudan kurumsallaşmış din üzerinden ortak somut koşulları olduğunu söyleyemeyiz.

Elbette, din başka sistemlerle iç içe geçerek hareket alanımızı bir ölçüde belirliyor ve eşitlikçi bir fıkıh Müslüman kadınların ve Müslüman ailelerin inançlı veya inançsız kızlarının elini güçlendirme potansiyeli taşıyor.


Fıkıh ve teoloji üzerinden yürütülen tartışmaların Türkiye'deki Müslüman feministlerin enerjisini boşa tüketen verimsiz bir alana dönüşme riski bulunuyor ve fıkıh diye yumruk savurduğumuz şeyin arkasından her seferinde aile ve patriyarka çıkıyor…

O zaman, Müslüman feminizmin, 'Hem Müslümanım hem feminist' gibi varoluşsal beyanların ve fıkhi tartışmaların ötesinde bir zemini varsa, nedir?

Hem Müslüman hem feminist kadınlar olarak teoloji üzerinden yürüttüğümüz tartışmaların kendimizi birer feminist özne olarak kurmak için iyi bir yöntem olduğunu kabul etmekle birlikte teoloji içerisinde kalmanın bizim politikamızın toprağını verimsizleştireceğini düşünüyorum. Fıkıh; aile ve ekonomi gibi politik öznelerin eliyle değiştirilmesinin hayli güç olduğu bir maddi süreç ve kurucu yapı değil, şimdi ve buradaki haliyle ataerkinin güçlü bir enstrümanı. Müslüman feminizm ataerkinin bu görünümünü ifşa ediyor ve Müslüman feministler bu görünümü istikrarsızlaştırma potansiyeline sahip en güçlü feminist özne pozisyonunda.  

Gülnur Acar'ın feminist özne tartışmasında ifade ettiği gibi, feminizm tam da "kadın-erkek çatışmasını farklı düzlemlerdeki tezahürlerine yer açmak". Ancak, Zeynep gibi daha geleneksel yorumları benimsemiş fakat kendi hayatının iplerini eline alabilmiş ve bir norm olarak kurduğu fıkhın etrafından dolanabilen kadınlar için Müslüman feminizmin söyleyeceği bir şey varsa nedir?..


Kaynakları yeniden yorumlamak elbette bir feminist özne olma uğrağı olabilir fakat kurtuluşun daha özgürleştirici yorumlarda olduğunu düşünmek yukarıda bahsettiğim kurucu dinamiklerin belirleyiciliği karşısında gerçekçi değil…

Örneğin, 10 yıllık evliliğini şiddete rağmen fıkhi saiklerle bitirmeyen fakat canına tak ettiğinde 'Allah katında en sevilmeyen helal' olarak tarif ettiği boşanma eyleminden geri durmayan Müslüman bir kadının önce fıkhi görüşünün mü değiştiği yoksa evliliği sürdürmek için sebeplerinin mi tükendiğini bilmek pek mümkün değil.

Harama yakın helal olarak gördüğü boşanmayı ertelerken sık sık boşanma sonrası ayakta kalmaya dönük kaynaklarının muhasebesini yaptığını ve kendisi dışındaki boşanan Müslüman kadınların evliliklerini sürdürmek için yeteri kadar mücadele etmediklerini düşündüğünü biliyorum sadece. 


Bir merdiven altı Kuran kursunda asgari ücretin üçte birine günde 12 saat çalıştırılan bir başka kadın bu işi Allah rızası için yaptığını, Kuran'dan para kazanılmaması gerektiğinin bizzat Kuran'da yazması sebebiyle işvereninden bir beklentisi olmadığını fakat açık öğretimden ilahiyatı bitirdikten sonra Diyanet sınavı ile resmi Kuran kurslarında hocalık yapmak istediğini söylüyor.

İnsan onuruna yakışır bir hayat için kendi kariyerini ve gelirini ancak inandığı din yorumlarını bir süreliğine unutarak planlayabiliyor, diğer yandan kadınların sadece 'din öğretmek' gibi ulvi sebeplerle çalışma hayatına katılmasının meşru olduğunu savunuyor. Bunlar çelişki değil, yaşamak tam da böyle bir şey ve biraz da ancak böyle mümkün…

Neyse ki dindar kadınlar evreni, daha geleneksel yorumları benimseyen ve daha eşitlikçi bir din anlayışına sahip kadınlar ya da din temelli ezilen veya din dışı faktörlerle ezilenler gibi kabaca iki kadın grubundan oluşmuyor.

Kadınlar ibadet usulleri veya abdesti bozan eylemler gibi fıkhın teknik kısmıyla çok daha doğrudan bir ilişki kurabilirken hayatlarıyla ilgili büyük eşiklerden geçerken önlerine çıkan soruları bildikleri yoldan cevaplamaya daha meyyal gibiler…

Bugün Türkiye'de Nancy Fraser'ın deyimiyle tasdikleyen (affirmative) değil dönüştüren (transformative) bir Müslüman feminist politika mümkün kılınabilir. Havle Kadın Derneği'nin 'feminizmin yerelleşmesi' tartışmasına sunduğu katkı ve ısrarla bir karşı-gerçek İslam tarif etmekten kaçınarak patriyarkanın kuruculuğuna işaret etmesi bunun iyi bir örneği…

Bugünün Türkiye'sinde… Müslüman feminizmi vatandaşlık rejimi, haklar, aile, akrabalık, mahalle ve kadınların gerçekliklerine doğru açmaya daha çok emek vermemiz gerek. Mademki patriyarka dinden büyüktür, o zaman Müslüman feminizm de farklı bir fıkhi yorum getirmekten fazlası olmalıdır.

Hem ekmek hem gül, içtihat kapısını açmak ama o kapıdan geçmek zorunda olmayacağımız bir hayat ve feminist politika inşa edebilmek.

 

Not: Gelecek yazıda konuya devam edeceğiz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU