Lafı eğip bükmeye gerek yok. Demokrasimiz can çekişiyor.
En gözle görülür baskı medya üzerinde dolayısıyla ifade özgürlüğü ifadesi bile neredeyse sakıncalı.
Yani, aslında ifade özgürlüğü var da ifade sonrası özgürlüğün garantisi yok gibi. Hem mizah hem izah oldu.
Siyasetin her alana girmesinden, her şeye bulaşmasından uzun yıllardır şikâyet eden birisiyim.
Hatta voleyboldaki uluslararası başarıları bile siyasetçilerin bu alandaki ilgi ve bilgi eksikliğine bağlıyordum.
Siyasetin medyaya girmesinin sonuçlarını ilk paragrafta net bir şekilde anlattım sanırım.
İktidara yakın medyanın genel havuzdaki oranı yüzde 85’in üzerinde.
İktidara yakınlık artık tanım olarak havada kalıyor hatta, iktidar savunucusu demek daha doğru.
Tarafsız kalmaya çalışan medyanın da alıcısı yok.
Ama yazıya konu olan fotoğraftan bize düşen ders bu değil.
Bu makalede siyasetin gazeteciliğe tekme tokat dalışını değil, gazetecilerin siyasete aşkla girişini anlamaya çalışacağım.
Önce fotoğrafa bakalım.
CHP ve TİP hariç mecliste grubu bulunan partilerin liderleri Erdoğan’ın daveti üzerine aynı odada buluşmuşlar.
Genelinde bir mutluluk var. Sanki bir bayram havası.
Bir iki tanesi hariç hiçbiri bu fotoğraf sonrası çıkacak tartışmaları düşünmemiş, kendilerine oy verenlere bu fotoğrafı nasıl anlatacaklarını dert etmemiş gibi. Neyse bu onların sorunu.
Gazetecilerin (bugünlerde yorumculuk yapan bazı akademisyenler de dahil) bu fotoğrafla birlikte başka bir sorunu ortaya çıktı.
Üzüldüler, bozuldular, sinirlendiler ya da sevindiler… İnsana dair bütün duyguları gördük. İşte bu bana çok garip geliyor.
Ben bir gazetecinin eğer arkadaşım değilse, bir olay karşısında duygusal tepkisini merak etmiyorum açıkçası.
Gazeteci bu fotoğrafın bir analizini yapsa, duygulardan arındırılmış bir sonuçla, verilerle, hatırlatmalarla karşımıza çıksa daha sağlıklı değil mi?
Ben gazetecilik mesleğinin "Bak gördün mü çok sinirlendi, nerdeyse ağlayacaktı" gibi duygusal ifadelere sıkıştırılmasına isyan ediyorum.
İzleyici ya da okuyucunun gazeteciye hayranlığı duygudaşlık ya da yoldaşlık üzerine olmamalı.
Ama bizimki gibi toplumlarda maalesef duygusal ilişki öne çıkıyor.
Okuyucu/izleyici bir hayran kitlesine dönüşüyor, gazeteci bu hayran kitlesinin istediğini vermek için gerekeni yapıyor.
Bu gereken de maalesef taraf olmayı zorunlu hale getiriyor.
Hayran kitlesini üzecek ya da kızdıracak bir şey söyleyemez hale geliyor.
Bu nokta itibarıyla gazetecilik mesleği artık PR yani halkla ilişkiler halini alıyor.
Bu karşılıklı bir rıza meselesi.
Hayrana ihtiyaç duyan gazetecili zamanla bunu bir güce dönüştürmeye ve bu gücü de siyasete yön vermeye kullanıyor.
Bu yön verme siyasetçileri eleştirmeye, onları destekelemeye yelken açmaya başlıyor ve hayranlarıyla birlikte bunu yapmaktan keyif aldıklarını da her akam 20 tane TV kanalında görebiliyoruz.
İşte tam bu noktada fotoğraftaki sorun ortaya çıkıyor.
Siyasetçi işi gereği 180 derece dönebilir. Dönmüştür, dönecektir.
Siyasetçiler o virajları bu kadar keskin alınca onların etrafında kümelenen gazeteciler savruluyor.
Hayran kitleleriyle birlikte ne yapacaklarını şaşırıp, yine duygusal tepkilere yöneliyorlar.
Yazıya konu olan fotoğraf yayınlandığından beri ortaya çıkan bu.
Bazı gazetecilerin bu fotoğraf üzerine sinir krizine girdiğine eminim ama ispatlayamam.
Gazeteciler çok uzun zamandır aktivist gibi davranıyor. Savundukları taraflar, kavga ettikleri kişiler var.
Bu yanlış. Üstelik muhalif medya eleştirdiğine dönüştü.
Bir partide resmi görevi olan bir kişi gazeteci sıfatıyla TV programlarına katılıyor.
Pek çok haber kanalı sunucuları parti mitinglerinde hayran pozları veriyor, siyasi liderleri fotoğraflarıyla destek mesajı veriyor.
"Dönem tarafsızlık dönemi değil, zulmün karşısında susan dilsiz şeytandır, hukuk elden gitti ne gazeteciliği" gibi sloganların anlaşılır tarafı olsa da terazinin ayarını kendinden yana bozmak kimseye fayda getirmeyecek.
Herkese tavsiyem kısa bir dönem beraber çalışma fırsatı bulduğum Altan Sancar gibi yapmaları.
Çıktı; "Ben artık gazetecilik yapmayacağım, bu meselede tarafım" dedi ve CHP’de çalışmaya başladı.
Özetle: Gazetecinin görevi, taraf tutmak değil, toplumun kendi tarafını görmesini sağlamaktır.
Gazeteci; bir doktor, bir avukat, bir öğretmen gibi tarafsız kalmak zorunda.
Tarafsızlık suskunluk demek değil;
Daha somut verilerle, daha iyi tarih okumalarıyla, daha fazla dünyadan örnek araştırmalarıyla, okuyucu/izleyici karşısına bilgi koymak demek.
Çözüm basit:
Okumak, okumak, okumak…
Slogan atmak yerine bilgi ve deneyim aktarmak…
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish