Güç ve iktidar mı, barış ve adalet mi?*

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Desiderius Erasmus (solda) ile Niccolò Machiavelli / Kolaj: Independent Türkçe

Kendi özel siyasi tarihimin kimi kritik anlarında yukarıda bu makaleye başlık olan sorunlarla karşılaştığımda duruma göre bazen Erasmus ve Machiavelli'yi yeniden okumaya, birbirleriyle kıyaslamaya, çeşitli tarihsel kişiliklere, halk-içi ilişkilere, iktidarcı yansımalarını aramaya ihtiyaç duymuşumdur.

Machiavelli "Prens"te iktidarı elde tutma, genişletme ve pragmatist başarı politikasını bütün açıklığıyla ön görürken, Erasmus "Deliliğe Övgü"de hükümdarlardan ve halklardan, bütün insanların kardeşlik içinde oluşturacakları bir toplumu kendi kişisel ve bencil tutkularının ötesinde tutmalarını ister.
 


Machiavelli için önemli olan güç ve iktidardır. 

Erasmus içinse barıştır, adalettir.

Böylece 1500'li yılların Aydınlanma döneminin bu iki büyük düşünürünün politika anlayışları, dünya politikasının iki temel biçimi olarak düşünce sahnesine çıkmış, Machiavelli güç ve iktidar politikalarıyla, Erasmus ahlaka, adalete, hümanizmaya ve barışa tekabül eden insan felsefesiyle tarihteki yerini almıştır. 

Erasmus'a göre hükümdar, tanrısal bir varlık olmamalı, aksine tanrının bir hizmetkarı olarak devletin yöneticisi, ahlaki düşüncelerin ve yaşam biçimlerinin simgesi olmalıdır.

Machiavelli için politika, ahlakla ilişkisi kurulamayacak düzeyde tamamen bağımsız bir alandır.

Hükümdar, sınırlarının ne olduğunun saptanmasının olanaksız olduğu romantik bir insanlık düşü kurma yerine, her türlü duygusallıktan uzak iktidar ilişkileri üzerinden, ruh biliminin de bütün olanaklarını sonuna kadar kullanarak yönettiği insanların güçlü ve zayıf yanlarını ulus ve devlet için kullanma durumundadır.

Devlet menfaatleri karşısında haklı-haksız ayırımı yapmamalı, bu dünyada kendi halkına erişebilecek en ileri ölçekte yer açmalı ve başka halklar üzerinde egemenlik kurmalıdır.

Machiavelli için iktidar ve iktidarın genişletilmesi en yüksek görev, başarı ise bir halkın hükümdarı için en önemli haktır.
 

Sınırlar kan ve kılıçla çizilince…

Tarihsel gerçekler başarı tacını doğal olarak Machiavelli'nin gücü yücelten anlayışına sundu.

Avrupa'nın tarihsel gelişimine barış yanlısı, adalet duygusuna bağlı, uzlaştırıcı, hakkaniyetli Erasmus'un politika anlayışı değil, Machiavelli'nin Hükümdar'da öngördüğü, insanın üstüne basma pahasına her türlü fırsatı değerlendiren güç ve iktidar politikası yön verdi.

Özellikle Batı egemen sınıfları, yüzyıllar boyunca insancıl duygulara yer vermeyen politika sanatını Machiavelli'den öğrendiler.

Milyonların katledilmesi ve baskı altına alınması ile sağlanan "güçlünün barışı" kalıcı olmadı ama öte yandan ulusların, halkların, sınıfların adalet düşüncesinin potasında uzlaştırılmasına yönelik yüce hümanizm düşü de insanlığın gerçekleşmeyen bir ütopyası olarak kaldı.
 

Ancak dünya büyük, doğa yaratıcı ve zengindir

İnsanda olan her şeyin ama her şeyin doğada karşılığı vardır. Büyük insanlığın ülkesinde bütün insani eğilimlere bütün düşüncelere yer vardır.

Hiçbir zaman kazanmamış bir düşünce bile, bu dünyada dinamik ve sırasını bekleyen bir "gizli" potansiyel bir güç olarak itici olur.

En aşılamayan ve unutulamayan idealler henüz gerçekleşmemiş olanlardır. Bir düşüncenin daha gerçekleşmemiş oluşu, o düşüncenin yenilgisini ve yanlışlığını kanıtlamaz; zorunlu olan, gecikmeler yüzünden zorunluluğunu yitirmez.

 
Ahlaki idealler ve siyasi romantizm sürüyor

Erasmus'un ahlaki idealleri ve adalet düşüncesi, hümanizması, barışçı duruşu ve insan felsefesi, Rönesans'ın, hala etkilerini sürdüren Orta Çağ değer yargılarını aşmaya dönük toplumsal/tarihsel koşulların ürünü idi şeklinde bir tespit sanırım yanılgılı olmaz.  

Kendini yenilemek isteyen her çağ, idealini önce bir kişiliğe yansıtır... 


Bu bağlamda denebilir ki "Erasmus, kendini yenilemeye çalışan bir çağın, Rönesans'ın 'gizli ruhsal' özleminin simgesi idi."

Her çağa ve döneme ruh veren ya da yaşadığı çağın ve dönemin ruhu olan simge kişilikler vardır.

O simgeler ki herhalde Erasmus'la aynı kişiliğe sahip olmayacaklardır ama yaşadıkları çağın benzeşen büyük toplumsal sorunlarına belli bir duruşla bakacaklar, çözüm arayışı içinde olacaklardır.

Halkların yıldızının parladığı anlar vardır.

Ekim devrimiyle başlayıp, 20'nci yüzyılın ikinci yarısına sarkan çağ sosyalizm ve devrimler çağıydı. 

İktidarı bırakıp gerçeği ve adaleti dünyaya yaymaya koşan Che Guevara, Küba ve Latin Amerika devrimci mücadelesine hala etkileri süren bir ruh veriyordu.

Dünyanın en jeostratejik konuma sahip ülkelerinden biri olan Türkiye bu gelişmeden azade değildi; 1960-80 yılları arasında hiç şüphesiz bütün toplumsal halk katmanlarına yansıyan milyonların hareketliliği ortaya çıkmıştı.  

Sürek avını andırır kuşatma ve takip koşullarında dayanışma için Kızıldere'ye "ölüme giden" Mahir Çayan, Türkiye'deki devrimci mücadelenin ruhunu yansıtan bir simge idi.

Ya Kemal Pir için ne demeli?

Mensubu olduğu Türk halkının kurtuluşunu, Kürt halkının kurtuluşunda bulan Kemal Pir, Kürt ve Türk kardeşliği ruhunun tohumlarını ekiyor, 21'inci yüzyılda bu tohumlar halkların problemlerinin ortaklaşması üzerinden "Türkiyelileşme" biçiminde boy veriyordu. 

Gandi'den Mandela'ya, Asya'dan Afrika'ya yaşadığı çağın ve dönemin ruhunu yansıtan simge isimler artırılabilir.

 
Adalet ve vicdan yoksunu güç siyaseti de sürüyor

Evet, sürüyor… Machiavelli'nin güç siyaseti de sürüyor; üstelik hala çok daha güçlü bir görüntü vererek...

Emperyalist egemenlerin, her tür sömürücü muktedirin davranışlarını belirlemeye devam ediyor.

Hatta ezilenlerin saflarında, özellikle başlangıçta veya yakın iktidar hayallerinin kabardığı "güçlülük yanılsaması" anlarında, siyasi davranışları bakımından taklitçi ve yaratıcılıktan uzak epigonlar çokça bulunuyor. 

Halkların özgürleşmesinin önü şeytani önlemlerle kesiliyor. İnsanlar toplumsal baskı altında çoğu kez siyasi partilere yandaş olmaktan başka bir çare bulamıyor.

Denebilir ki bütün ekonomik, sosyal, siyasal çelişkiler, güç ve iktidar ilişkilerine göre tanımlanırken, halk topluluklarının ve bireyin toplumsal yaşam içindeki konumu da iktidarcı bir tutum içinde değerlendiriliyor.

Yaşıyoruz… Güç ve iktidar ilişkilerinin etkisi altında, öyle bir aşamaya geliyor ki kendi halkına karşı milliyetçilik ve dinbazlık yapan sahteci yandaşlardan geçilmez oluyor.
 

Kara yüzler hep "bitti" dediler, bitti mi?

bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek
 1

 

 

* Bu makale, Stefan Zweig'in "Yarının Tarihi" ve "Montaigne", Erasmus'un "Deliliğe Övgü", Machiavelli'nin "Prens" adlı eserlerinden yararlanılarak, kimi kavramları ödünç alınarak yazılmıştır.
1.  Adnan Yücel, Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek, I. baskı, Yurt Yayınevi, Ankara, 1986.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU