"L'État, c'est moi"* seçiminden bir tanesi daha...

Mayis Alizade, Independent Türkçe için Yaşar Yakış, Arif Şahmarlı ve Pavel Tarasenko ile konuştu

Kazakistan'da 21 Kasım Pazartesi günü  yapılan seçimde,  oyların yüzde 81,31'ini alan Kasım Cömert Tokayev yeniden cumhurbaşkanı seçildi / Fotoğraf: Reuters

Eski Sovyet coğrafyasında özellikle adına Türk Dünyası denilen bölgelerin seçim ritüelleri ilginç olarak kalmayı sürdürüyor.

1990'ların ikinci yarısında yüzde 95'in üzerinde gelen sonuçlar, yönetimlerde bazı değişikliklerin yaşamamasından mıdır yoksa kuşaklar mı değişiyor bilinmez, yüzde 80'lerin az üzerinde seyretmeye başladı (tabii, 'kuşakların değişmesi' derken Türkmenistan'da iktidarın babadan oğula devrini de hesaba katmıyor değiliz).

Yapılan seçimlerin sonuçları bugüne kadar değil yönetim değişikliği, sandıktan birinci çıkanla ikinci çıkanın arasındaki farkın en iyi durumda yüzde 80'in altına inmediğini ortaya koyuyorsa, seçim yapılmasına ne hacet? 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

2 Ocak 2022'de Kazakistan'da patlak veren protesto olaylarının çapı Rusya'nın başını çektiği Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü'nün müdahalesini gerektirince bölgenin hatta Sovyet dönemindekinden daha sıkı bir biçimde Moskova'nın kontrolüne geçtiği görüntüsü ortaya çıktı. 

Ancak Rusya'nın Ukrayna'ya askeri müdahalesi sonucunda ortaya çıkan durum, muhtemelen Kazakistan devlet başkanını bir kadar farklı düşünüp söylemler geliştirmeye ve adımlar atmaya sevk etti. 

Geçen pazar günü yapılan erken cumhurbaşkanlığı seçiminden mevcut devlet başkanı Kasım Cömert Tokayev yüzde 82'lik bir zaferle çıkınca 'malumun ilanı' gibi bir durum pekişmiş oldu. 

Independent Türkçe, "Devlet başkanlığı seçimi Kazakistan'a ümit mi ümitsizlik mi getirdi?" sorusunu seçimi Astana'da izlemiş ve halen Kazakistan'da bulunan Rus gazeteci-yazar, Kommersant gazetesi uluslararası bölüm başkan yardımcısı Pavel Tarasenko'ya sordu.

İşte Tarasenko'nun gözlem ve yorumları:  

Bu sene başında ülkede patlak veren kitlesel protestolar kaosu derinleştirince Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev ülkenin demokratikleşmesi konusunu sık sık gündeme getiriyor. Bu bağlamda onun bazı sahici adımlar attığını görmüştük. Örneğin, aynı kişinin sadece bir kez cumhurbaşkanı seçilebileceğine ilişkin yasa değişikliği eski Sovyet coğrafyasında emsali bulunmayan bir kuraldır. Ancak ülkede radikal transformasyonların yaşandığını söylemek için daha çok erken olup ülkenin siyasi sistemi eskisi gibi kalacak. Yani tamamen ülkeyi tek başına yöneten kişiye. Yüzde 82 gibi yüksek bir oranın birkaç açıdan izahı var. Tokayev'in ülkedeki popülaritesi yüksektir (özellikle ocak krizinden zaferle çıktıktan sonra popülaritesi daha da yükselmiştir). Ancak buna rağmen seçim sürecinde bir dizi ciddi sorunlar yaşanmıştır.

Örneğin, bağımsız gözlemciler oy kullanma günü çeşitli kural ihlalinin yaşandığı belirtmişler. AGİT Venedik Komisyonu Başkanı ise 'Seçimlerin rekabetten mahrum bir ortamda yapıldığını' ifade etti. Ve seçimleri Astana'da izleyen biri olarak ben bunu kolaylıkla onaylayabilirim. Örneğin toplumun iyi tanıdığı politikacıların çeşitli nedenlerden dolayı seçime katılmalarına yasak kondu (kendi adaylığını öne sürme niyetinde olanlara karşı Kazakistan yasalarında birçok kısıtlayıcı hükümler bulunuyor) veya onlar kendileri kaybedecekleri aleni olan bir seçime katılmayı istemediler.

Cumhurbaşkanı Tokayev dışındaki beş adayı sıradan Kazakistan vatandaşları tanımıyordu. Seçim günü sandık başlarında görüşlerini aldığım insanlar iki gruba ayrılıyordu. Birinci grup istikrar ve milletin bütünlüğünü savunarak adaylarının Kasım Cömert Tokayev olduğunu ifade ederken ikinci gruptakiler kendi isteklerini ihtiyatla dile getiriyordu (gıda fiyatlarının artmasından dolayı ücretlerin artırılması gibi). Oy verdikleri adayın ismini sorunca 'Affedersiniz, gizlidir' diye geçiştiriyorlardı. Bu ikinci kategoridekilerin büyük çoğunluğu Kazakistan seçimlerinde uzun süreden bu yana ilk kez bültene yazılmış 'Hepsine karşıyım' şıkını seçmişti.

 

Pavel Tarasenko.jpg
Kommersant gazetesi uluslararası bölüm başkan yardımcısı Pavel Tarasenko

 

Önümüzdeki yılın ilk yarısında seçimlerin yapılması gerektiğini hatırlatan Tarasenko, "Şimdi parlamentoya yapılacak erken seçimlerin nasıl geçeceğini izlemek önem kazanıyor. Şayet seçime katılmak isteyen tüm partilere izin çıkarsa, o zaman Kazakistan'a demokrasinin gelmesi ümitleri de yeşerecektir. Bunun aksi olursa gerçek demokratik değişimlere ilişkin Tokayev'in sarf ettiği ifadeler sadece sözden ibaret olarak kalır" dedi.

Semerkant'ta gerçekleştirilen Türk Devletleri Teşkilatı'nın (TDT) zirve toplantısını değerlendirmede bulunan Pavel Tarasenko, "TDT'nin, bir talebin gereği olarak ortaya çıktığını söyleyebilirim. Örgütün ve Semerkant Zirvesi katılımcılarının farklı amaçlarının olduğunu söylemem gerekir. Örneğin Türkiye için Pamir Dağları'ndan Karpatlara kadar Türk dünyasının tartışmasız lideri rolünde güçlenmesi önemliyken Viktor Orban'ın önderliğindeki Macaristan kendi çok boyutlu, Brüksel'den bağımsız ve Macarların bundan sonra da Brüksel ile diğer güç odakları arasında denge politikaları sergileyebileceğini bir gözler önüne sermeye çalıştı. Bir kısım ülkeler politik konuların derinliklerine varmak istemeden ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine önem veriyor. İşte bundan dolayı zirve toplantısının sonuç bildirgesinde Türk Yatırım Fonu'nun kurulması öngörülmüştür. Kimilerini ise TDT çetirinin altında kültürel ilişkilerin geliştirilmesi ilgilendiriyor. İddiaların ne denli büyük olduğunu üye ülkelerin '2040 yılı Türk dünyası vizyonu' belgesi ortaya koyuyor. Önümüzdeki 18 seneyi planlamanın ufukları geniş olup bununla ilgili programın ne ölçüde uygulanabileceğini zaman gösterecek" şeklinde konuştu.


Kazakistan seçimlerinden Tokayev'in yüzde 82 gibi çok yüksek bir oyla zaferle çıkması Rusya'nın bölgedeki geleneksel politikalarını etkiler mi?

Pavel Tarasenko, bu soruyu şöyle yanıtladı:

Rusya'nın Ukrayna'da yürüttüğü 'özel askeri harekat', Orta Asya ve tüm eski Sovyet coğrafyasında Moskova'nın pozisyonlarını önemli ölçüde sarstı. Örneğin, BM Genel Kurulu'nda Rusya'nın davranışlarının eleştiriye maruz kaldığı tartışmaların sonucunda yapılan oylama ortaya koyuyor. Moskova'nın kendine müttefik saydığı ülkeler ya çoğunluğu oluşturan ülkelerle hareket ediyor veya oylamada çekimser kalıyordu. Tek istisna daha kendini Rusya'ya yaptığı olumlu jestlerden kurtarma cesareti sergileyemeyen Rusya'dır. Duruma Rusya'nın geleneksel müttefiklerinden biri Kazakistan örneğinde bakabiliriz.

Geçen haziran ayında gerçekleşen Sankt-Petersburg Ekonomi Forumu'nda Cumhurbaşkanı Tokayev, Donetsk Halk Cumhuriyeti'nin ve Luganck Halk Cumhuriyeti'nin bağımsızlıklarını tanımayacaklarını ifade etmişti. Bu, Vladimir Putin'in de bulunduğu bir ortamda çok sert bir çıkıştı. Yeniden seçilmesinden hemen sonra ise Tokayev, 'Kazakistan'ın jeostratejik konumunu göz önünde bulundurarak çok boyutlu dış politika yürütmesi gerektiğini' belirtti. Yani, Moskova'yla dostluğun sürmesi hatırına Astana Batı ile ilişkilerini kurban etmeyecektir.


Tarasenko, "Batı'nın Kazakistan'a baskılarını artırması durumunda (örneğin Rusya'ya üçüncü ülkeler üzerinden ithalata karşı Batı baskılarının güçlenmesi gibi) Kazakistan yönetiminin tercihi Moskova'dan yana olmayabilir. Moskova'nın tüm isteklerini yerine getirmeye artık şimdiden pek istekli görünmeyen Orta Asya'nın diğer ülkeleri de aynı durumdadır. Örneğin 'Mir' ödeme sistemiyle ilgili durum. Moskova'yla dostluk ilişkileri bulunan çoğu ülkenin bankaları ikinci ABD ve AB yaptırımlarından etkilenmekten endişe ederek bu ödeme sisteminden artık çıkmıştır. Ve Moskova onları ikna etmeye uğraşmıyor" ifadelerini kullandı.


Eski Sovyet coğrafyasını her zaman çok yakından izlemiş ve bugün de izlemeyi sürdüren Türk diplomasisinin ve siyasetinin deneyimli şahsiyetlerinden biri, eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, SSCB'den ayrılmış Müslüman coğrafyalardaki gelişmeleri temkin ve sükûnet içinde izlemeyi yeğliyor.

Bakan Yakış'a göre, gerek devletleşme ve gerekse demokrasiye geçiş süreçlerinde "başarılı liderlerin bulunması" en önemli koşul.

Tecrübeli devlet ve siyaset adamı Yaşar Yakış, Independent Türkçe'ye şu değerlendirmelerde bulundu:

Türk ırkı devlet kurmadaki başarılarıyla ün yapmış bir ırk. Gerek kendi ırklarını gerek başka halkları yönetmede başarılı örnekler verdi. Ancak çağımızda devlet kurmanın ve yönetmenin kurallarında önemli gelişmeler olmuş, devlet yönetiminde bir dizi iyileştirmeler gerçekleştirdi. Kazakistan'ın ilk Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbaev, Sovyetler Birliği dönemindeki uçsuz bucaksız Kazakistan topraklarının bütünlüğünü korumayı başarmış ve isabetli bir karar alarak, şöhretinin zirvesinde iken görevi Tokayev'e devrettti. Rusya başta olmak üzere eski Sovyet coğrafyasında demokrasi, kavram olarak henüz içi tam doldurulabilmiş bir kavram değil. Dünyadaki birçok devlette olduğu üzere demokrasi halen sandıktan çıkan oy sayısının çokluğundan ibaret bir kavram olarak algılanıyor. Hâlbuki bu anlayış tarzı artık eskimeye başladı. Ülkelerin gelişmişlikleri artık sadece milli gelirin yüksek olması, kentlerin mamur olması gibi ölçülerle değil, insanların mutlu olmalarını ölçü olarak alan kriterlere dayandırılıyor.
 

Yaşar Yakış.jpg
Eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış

 

Yaşar Yakış, eski Sovyet coğrafyasındaki özellikle Türk-dilli devletlerde, toparlanmanın başarılı yürüdüğü kanısında.

Türkiye'nin çok partili seçim yöntemini 1946 yılında benimsediğinden bu yana, aradan 70 yıl geçtiği halde, halen temel hak ve özgürler konusunda ağır aksak yürüyen bir devlet konumunda olduğunu söyleyen Yakış, "Zaman zaman çıkabilecek aksaklıkları büyütmemek lazım" dedi.

Yaşar Yakış, sözlerini şöyle sürdürdü:

Demokrasi tecrübesi daha sınırlı olan ülkelerin de benzer eksiklikleri olmasını da anlayışla karşılamak gerekir. Çağdaş dünyanın kriterlerini benimseyen ve içselleştiren dirayetli liderler çıktıkça mevcut eksiklikler de yavaş yavaş azalır. Eski Sovyet coğrafyasındaki Türkçe konuşan devletler çok hızlı gelişim ortaya koyarak büyük başarı grafikleri çizdiler. Toplumun içinde bununla yetinmeyen kesimler de çıkacaktır. Ancak, bu konuda akşamdan sabaha iyileşmeler beklemek haksızlık olur. Devletler nitelikli liderler bulabildikleri zaman daha başarılı sonuçlar alacak, öyle liderler bulamayanlar biraz geride kalacaklardır.


Yakış, "Demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü gibi kavramlar bugünkü iletişim çağının sağladığı imkânlar da kullanılmak suretiyle yaygınlaşmış durumda. İskandinav ülkelerinde azınlık hükümetleri kurma geleneği yaygın. Böylelikle bazı siyasi partiler, programları kendirlerinkine benzemeyen bir partiyi aralarına koalisyon ortağı olarak almak yerine, örneğin tarım konusunda bir yasa geçirmek istedikleri zaman bir partiyle, madencilik konusunda bir yasa geçirmek istedikleri zaman başka bir partiyle iş birliği yapmak suretiyle daha seyyal bir model uyguluyorlar. Böylelikle yasalar daha geniş bir oydaşma (konsensus) sonucunda oluşuyor. Ben bu tür yönetişimin daha sağlıklı olduğu kanısındayım. 30 yıl bir devletin tarihinde çok kısa bir süredir. Bazı ülkelerde yönetimlerin 30 yıldan daha uzun süre iktidarda kaldıklarını hesaba katarsak bu süre içinde devrimsel değişiklikler beklenemez" dedi.

Bazı toplumların dirayetli ve yetenekli liderler yetiştirmek suretiyle, devletleşme sürecini daha kısa sürede tamamlamayı başardıklarını söyleyen Yakış, sözlerine şöyle devam etti:

Eski Sovyet coğrafyasındaki Türk-dilli devletlerin bu süreçte geri kaldıkları kanısında değilim. Daha iyisi yapılamaz mıydı sorusunu sorarsak, 'Belki yapılabilirdi' diye cevap alabiliriz, ama şimdiki gidişattan çok fazla şikâyet etmeye gerek yok. Tamamının kuruluşunda Türkiye'nin aktif rol aldığı uluslararası örgütlerle en son kurulmuş Türk Devletleri Teşkilatı'nı kıyaslarken şunları ifade etmem gerekir: KEİÖ, ECO, D-8 gibi örgütler beklenen gelişmeyi gösteremedi. ECO İran'la Türkiye arasındaki rekabetin kurbanı olmuştur. D-8 ise rahmetli Necmettin Erbakan'ın bir hayali idi. Başarı şansı zaten azdı. KEİÖ'de Türkiye ile Rusya ayni dalga boyuna gelebilirse başarı şansı olabilir. Bu olmazsa söz konusu örgütün de başarısı sınırlı kaır. Buna rağmen, nispeten daha somut potansiyel vadeden kuruluş KEİÖ'dür. Karadeniz'le doğrudan ilgisi olmayan Yunanistan'ın KEİÖ'ye alınması bu örgütün faaliyetlerini zorlaştırdı.


Independent Türkçe'nin sorularını Brüksel'den yanıtlayan uluslararası ilişkiler ve siyaset yorumcusu Büyükelçi Arif Şahmarlı, adına 'Türk dünyası' denen bölgenin yöneticilerinin tamamının Moskova'nın güdümünde olmasından dolayı adil seçim ve demokrasi beklemenin yersiz olduğunu vurguladı.

Şahmarlı, 'Avrasyacılık' konusunda Türkiye'nin tuzağa düşerek kendi uzun yıllara dayalı politikalarından vazgeçmemesi gerektiğine inanıyor.

Independent Türkçe'ye konuşan Arif Şahmarlı, şunları söyledi:

Özbekistan'da İslam Kerimov'un 25 yıllık kesintisiz iktidarından sonra Kerimov'un başbakanı Mirziyayev'in bir süre önce yüzde 80'lik oy oranıyla iktidarını pekiştirmesi başta Azerbaycan olmak üzere adına 'Türk Cumhuriyetleri' denen coğrafyadaki ümitleri bir daha suya düşürmüştü. Türkmenistan'da baba Berdimuhammedov'un iktidarı oğluna devretmesi soru işaretlerini artırmasının yanı sıra ortaya komik bir durum çıkardı. Kazakistan'da Tokayev'in de yüzde 82'lik bir oranla koltuğunu sağlamlaştırması bölgede demokrasinin geleceğine ilişkin ümitleri bir daha suya düşürdü. Bu ülkelerin yöneticileri Rusya'ya göbekten bağlı olup Rus derin devletinin en sadık fertleri, aileleri ve hatta sülaleleri olup oralardan adil seçim, hür teşebbüse izin, demokratik ortam oluşturma girişimlerinin beklenmesi abesle iştigal.
 

Arif Şahmarlı.jpg
Büyükelçi Arif Şahmarlı

 

Şahmarlı, "Türkiye'nin bölgede, özellikle Türk Devletleri Teşkilatı üzerinden izlemeye çalıştığı politikalar iyi niyetlerin ürünü olmanın yanı sıra, bu politikaların Kremlin'in izlediği ve tamamen Rus derin devletinin çıkarlarına hizmet eden 'Avrasyacılık' politikalarına aşırı benemesi belli kaygıları da beraberinde getiriyor. Ortaya çıkan yeni jeopolitiğin gereği olan bu girişimlerin özellikle Ukrayna'ya saldırıp da başarılı olamayan Rusya için hayati derecede önemli hale geldiğini ifade etmek durumundayım. Bugün Avrasyacılık fikri, Batı ile yüzleşmesi bağlamında Kremlin için daha da önemli hale geldi. Muhtemelen bunun içindir ki, Kremlin, kendi 'Avrasyacılık'la Türkiye'nin 'Turancılığı'ı iç içe geçmemişse bile, yan yana yürümesinden rahatsız değil ve hatta belki perde arkasında 200 seneden bu yana kendi kontrolü altında tuttuğu bölgelerin devletlerini buna teşvik bile edebilir. Çünkü bu politikaların bir amacı da Türkiye'yi Batı ittifaklarından uzaklaştırmak ve bu, Kremlin'in acayip işine gelen bir durum olur. Türkiye'nin Batı'daki ekonomik, askeri, insan hakları kurumlarına arka çevirerek Rusya'nın güçlü şekilde kontrol ettiği bir bölgeye yönelmesi, bu ülkenin en iyi halde Özbekistan'la, en kötü halde ise Türkmenistan'la aynı kümeye düşmesine neden olacak. Türkiye'nin Batılı kurumlardan, NATO'dan, Avrupa Birliği'nden çekilmesi durumunda, Batılı eğitime yatırım yapmak için Batı teknolojileri olmadan Türkiye'nin en iyi ihtimalle Türkmenistan'a, en iyi ihtimalle Özbekistan'a dönüşeceğini ve bunun da Rusya'ya izin verecek şekilde iyi hesaplamıştır. Bu jeopolitik alanda baskın konumunu korumaya devam etmek" dedi.

Arif Şahmarlı, "1994 yılından bu yana Belarus'un başında bulunan Aleksandr Lukaşenko'nun Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü Zirve toplantısında Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev'in Türkiye'yle ilişkilerinin aslında bir politika olduğuna, esasında ise Aliyev'in kendi adamları olmasına ilişkin sözler sarf etmesi tüyleri ürperten cinsten olup Kremlin'in niyetlerini ortaya koyması bakımından iyi irdelenmesi gerekir. Daha Soğuk savaş döneminde ortaya çıkmış ve onaylanmış olgular şu gerçeği onaylamıştır: Devletlerin kendi aralarında kurduğu ittifaklar diktatoryal temelde, devletler arasındaki ilişkilerden ziyade kişisel çıkarlar üzerinde kurulduğunda başkalarının amaçlarına hizmet ediyor. Günümüzün gerçeklikleri içinde ise ittifaklarının kurulmasının yegane amacı demokrasinin yaygınlaştırılması olmalı. Demokrasi ilkeleri temelinde kurulmayan hiçbir ittifakın kalıcı ve yararlı olacağını asla düşünmüyorum" ifadeleriyle sözlerini tamamladı.

21'inci yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna gelindiğinde yeryüzünde taşlar yerinden bir daha oynamaya aday.

Adına "Türk coğrafyası" denen bölgelerde seçim sonuçlarının ülkelere kazandırabileceği hususların konuşulması varken, hala seçim yasalarının, bariyerlerin, şaibelerin, demokrasiye uymayan geniş makaslı sonuçların konuşulmasının adını ne koymalı acaba?

Soğuk Savaş dönemin anladık: Kurulan ittifakların içinde ideolojiler en önemli yere sahipti.

Soğuk Savaş'ın sona ermesinden 30 sene sonra ortaya çıkan ittifakları hangi nitelendirmeye tabi tutmalı?

Üye ülkelerden birinin demokrat, yerde kalanın totaliter olduğu ittifaklar diyebilir miyiz?

Hani TDT'de Türkiye ile öteki ülkeler arasında demokrasiye yaklaşımdaki nitelik farkı gibi...

 


* "L'État, c'est moi": "Devlet, benim" demektir. Fransa Kralı XIV. Louis ve Navarre'a atfedilen uydurma bir sözdür, iddiaya göre 13 Nisan 1655'te Paris Parlamentosu'nda söylenmiştir. 20 Mart 1655'te alınan kraliyet fermanlarına karşı çıkan Parlamento'ya meydan okuma bağlamında kraliyet otoritesinin önceliğini hatırlatması gerekiyor.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU