Ziya Gökalp, Süleyman Nazif, Ahmed Arif'in Kürtlükleri

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Bugün bambaşka bir mesele üzerinde durmak istiyorum.

Diyarbakır'ın yetiştirdiği büyük fikir ve sanat adamları arasında Ziya Gökalp, Süleyman Nazif, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmed Arif, Orhan Asena gibi isimler yer alır.

Bu listeyi daha da uzatmak mümkün.

Bugün Sezai Karakoç gibi şahsiyetlerin etnik kökenleri ve kimlikleri üzerine konuşmak, yazmak istiyorum.

"Bunları da nereden çıkardın?" diye sorabilirsiniz.

"Türkiye'nin gündemi bu kadar yoğunken, konuşulacak onca konu varken kalkıp bunlarla mı uğraşıyorsun?" derseniz, inanın ki insan bazen gündelik hayatın sıkıntılarından ve yoğun gündemden uzaklaşıp başka şeyler konuşmak istiyor.

Bunun başka bir nedeni daha var.

Halk arasında meşhur bir söz vardır:

Bir deli kuyuya taş atar, 40 akıllı çıkaramaz.


Ben bugün bu sözün tersinden bahsedeceğim.

Ne yazık ki bugünkü meselemiz "akıllılar"la ilgili.

40 kişi olmasa da, hatırı sayılır sayıdaki "akıllı"nın yaptığı yanlışlar ya da düştükleri hatalar üzerine konuşmak istiyorum.
 


Biliyorsunuz, tek tek isim saymayacağım.

Kürt meselesiyle ya da Diyarbakır tarihiyle ilgili konuşan, yazan çok sayıda kişi var.

Bu isimleri anmak istemiyorum çünkü kişiler üzerinden bir polemiğe girmek niyetinde değilim.

Çünkü en bilgili, en "Kültürlü" dediğiniz insanların bile hataları, eksiklikleri, gözden kaçırdıkları olabilir.

Bu kişilerin dillerine doladıkları en yaygın meselelerden biri de şu:

Kürt kökenli, Zaza kökenli birisi neden Türkçülük yaptı?


Çermikli Ziya Gökalp'in neden Türkçü olduğu sıkça sorgulanır.

Tabii burada özellikle "Kürtlüğü" ya da "Zazalığı" vurgulanarak.

İkinci örnek: Süleyman Nazif.

Çok önemli bir şahsiyet; hem edebiyat hem de siyaset alanında.

Siyasette neden önemli diyorum?

Çünkü Kastamonu, Trabzon, Basra, Musul ve en son Bağdat'ta valilik yapmış bir isim.

Onunla ilgili en dikkat çeken konu ise, 1914 yılında Musul valisiyken, Molla Mustafa Barzani'nin en büyük ağabeyi olan Şeyh Abdüsselam Barzani'yi idam ettirmiş olmasıdır.

Diyarbakırlı bir Kürt olan Süleyman Nazif, en tanınmış Kürt şahsiyetlerden biri olan Abdüsselam Barzani'yi idam ettirmiştir.

Benzer şekilde Ahmed Arif'in de etnik kimliği zaman zaman tartışma konusu olmuştur.

Ancak burada etnik kimlikler üzerinden bir spekülasyona girmek, "Türktü, Kürttü, Araptı, Çerkesti, Kafkasyalıydı" demek, yahut mezhep tartışmasına girmek istemiyorum.

Ben yalnızca bir yanlışı düzeltmek ya da bildiklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Nedir bu bildiklerim?

Kısaca anlatayım.
 

Ziya Gökalp2.jpg
Ziya Gökalp (1876-1924)

 

İsterseniz önce Ziya Gökalp'ten başlayalım.

Çünkü Ziya Gökalp, sadece 48 yıllık -bugün için kısa sayılabilecek- ömrü içinde fikir dünyasında ve siyasette çok önemli bir yere sahip olmuştur.

İttihat ve Terakki'nin önce Diyarbakır başkanı, sonra Merkez Komite üyesidir.

Mustafa Kemal'in, "Hissiyatımın babası Namık Kemal, fikriyatımın babası Ziya Gökalp'tir" diyeceği kadar önemli bir şahsiyettir.

Ziya Gökalp'in annesi, Diyarbakırlı Pirinçcizade ailesindendir.

Bu aile, Cahit Sıtkı Tarancı'nın da mensubu olduğu köklü bir ailedir.

Sultan Abdülhamid döneminde Diyarbakır'ın en meşhur siyasi simalarından biri olan Pirinçcizade Arif Bey, önce belediye başkanlığı, sonra da milletvekilliği yapmıştır.

Ziya Gökalp'in annesi, onun kız kardeşi, Pirinçcizade Salih Ağa'ın kızıdır.

Bu aile Kürttür.

Bu konuda Diyarbakır'da herhangi bir tartışma yoktur.

Ailenin kökeni Diyarbakır'ın Lice ilçesine dayanır.

Salih Ağa'nın babası döneminde Diyarbakır'a gelmiş, burada yerleşmiş, mal mülk sahibi olmuşlardır.

Daha sonra siyaset ve fikir hayatında etkin rol üstlenmişlerdir.

Mustafa Kemal'in ilk kabinesinde Bayındırlık Bakanı olan Feyzi Pirinçioğlu ve İsmet İnönü kabinelerinde bakanlık yapmış olan Vefik Pirinçioğlu bu aileden çıkmıştır.

Belediye başkanları yetiştirmiştir.

Biraz önce bahsettiğim ailenin kurucularından olan Arif Bey, belediye reisliği yapmış, Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda milletvekili olmuş; Cahit Sıtkı Tarancı gibi Türkçeyi en güzel kullanan birkaç şairden birini yetiştirmiş bir aileye mensuptur.

Yani Ziya Gökalp'in annesinin mensup olduğu Pirinçcizade ailesi Kürt kökenlidir.

Ancak babası tarafından durum biraz daha karışıktır.

Neden karışık?

Çünkü hep "Kürt", "Zaza" denilir. Bu da onun Çermikli olmasından kaynaklanır.

Çermik'i bilenler bilir:

Fırat Nehri tarafındaki köylerde Zazaca,

Diyarbakır, Ergani ve Karacadağ tarafındaki köylerde ise Kürtçenin Kurmancî lehçesi konuşulur.

Ziya Gökalp'in köyü ise oldukça ilginçtir: Alos Köyü.

Alos, Çermik'e çok yakındır; yaklaşık 6-7 kilometre mesafededir.

Ancak bilindiği kadarıyla bu köy, 300-500 yıldır Türkçe konuşulan ender köylerden biridir.

Ben Çermik'e birçok kez gittim.

Elbette Alos köyüne de defalarca gittim.

Orada en yaşlı insanlarla konuştum.

Zamanında 80-90 yaşında olan kişilerle yıllar öncesinde yaptığım sohbetlerde, hepsi aynı şeyi söyledi:

Babamız da, dedemiz de, hatta dedemizin babası da Türkçe konuşurdu.

Bu nedenle "Ziya Gökalp Diyarbakırlı = Çermikli = Aloslu = Zaza = Kürt" şeklindeki önerme yanlıştır.

Ziya Gökalp'in kendisi de Türk olduğunu açıkça ifade etmiştir.

Türk asıllı olduğunu bizzat dile getirmiştir.

Bir diğer önemli nokta da şudur:

Ziya Gökalp'in ailesi, 5-6 kuşak önce köyden çıkıp Diyarbakır şehir merkezine yerleşmiştir.

Bu konuda konuşan bazı ciddi araştırmacılar, ne yazık ki nüfus kütüklerine bile inmemişlerdir.

Ziya Gökalp'in babası Mehmet Tevfik Efendi, Diyarbakır Valiliği'nin yazı işleri müdürüdür.

Ve onun babası da aynı soy hattındandır.

Ziya Gökalp'in babasının babası, yani dedesi Mustafa Sıtkı Efendi, okumuş, yazmış, kültürlü bir kişidir.

Şiirleri günümüze kadar ulaşmıştır. Osmanlı döneminde Siverek ve en son Nusaybin kaymakamlığı yapmıştır.

Zaman zaman İstanbul'a gitmiş, Nusaybin'de vefat edince de oraya defnedilmiştir.

Dediğim gibi, Mustafa Sıtkı Efendi'nin şiirleri günümüze intikal etmiştir; bu şiirler çeşitli kitaplarda yer almaktadır.

Mustafa Sıtkı Efendi'nin babası Hacı Hüseyin Sabir Efendi, dönemin Diyarbakır müftüsüdür.

Önemli bir şahsiyettir. Onun da ciddi çalışmaları bulunmaktadır.

Hüseyin Sabir Efendi'nin babası ise Abdullah Ağa'dır.

Dikkat ederseniz, burada artık "Efendi" değil, "Ağa" unvanı kullanılmaktadır.

Abdullah Ağa, o dönemde köylere sahip, devlete iş yapan, vergi toplayan ve orduya müteahhitlik hizmeti veren bir kişidir.

Abdullah Ağa'nın babası da Ali Ağa'dır.

Ali Ağa, Çermik'in Alos köyünden Diyarbakır'a gelerek şehre yerleşen ve şehirli hayat tarzını benimseyen kişidir. Yani Ziya Gökalp'in dedesinin dedesidir.

Nereden bakarsanız bakın, birkaç yüzyıllık geçmişe sahip, şehirli, okumuş, yazmış ve bürokrat bir aileden söz ediyoruz.

Köylerinin durumunu da yukarıda anlatmıştım.

Bu ailenin evlilik yoluyla da çok önemli bağlantıları olmuştur.

Örneğin, Ziya Gökalp'in dedesi ve son olarak Nusaybin Kaymakamı olan Mustafa Sıtkı Efendi, Diyarbakır müftüsü Çermikli Derviş Efendi'nin kızıyla evlidir.

Derviş Efendi'nin torunu ise, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı'nın Beyrut Valisi olmuştur.

Ziya Gökalp'in annesinin de Pirinçcizade ailesinden olduğunu daha önce söylemiştim.

Dolayısıyla Cahit Sıtkı Tarancı'nın da bu aileden geldiğini ve Pirinçcizadelerin Kürt olduğunu ifade etmiştim.
 

Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956)
Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956)

 

Yani Cahit Sıtkı Tarancı Kürttür. Bu bilgi kesindir.

Ziya Gökalp'in annesi Pirinçcizadelerden, yani Kürt kökenlidir. Ancak babası, eldeki bütün kayıtlara göre Türktür.

Türk diyemesek bile, en azından bin yıl öncesine kadar gidilse dahi Kürt olduğu ispatlanmamış, tespit edilmemiş bir kişidir.
 

Süleyman Nazif (1870-1927)
Süleyman Nazif (1870-1927)

 

Bu konuyla ilgili ikinci önemli isim ise Süleyman Nazif'tir.

Bazı araştırmacılar, Süleyman Nazif'in hemen Kürt kökenli olduğunu kayda geçirir.

Oysa detaylı incelediğimizde durum daha farklıdır.

Süleyman Nazif'in babası, ünlü Diyarbakırlı Said Paşa'dır.

Neden meşhur?

Çünkü onlarca eseri vardır. "Mir'atü'l-İber" adlı tarih kitabıyla tanınır.

İslam Ansiklopedisi gibi kaynaklarda da adına yer verilir.

Said Paşa, Mardin mutasarrıfı iken orada vefat etmiş ve Mardin'e defnedilmiştir.

Said Paşa'nın babası yine Süleyman Nazif'tir.

Yani Paşa, oğluna kendi babasının adını vermiştir.

Bu ilk Süleyman Nazif'in şiirleri bugüne kadar ulaşmıştır.

Onun babası ise İbrahim Cehdi'dir. Bu kişiler sıradan şairler değil, divanları olan ve klasik edebiyatta adı geçen şahsiyetlerdir.

İbrahim Cehdi'nin babası Süleyman Efendi'dir.

Bu şekilde üç kuşak boyunca "Süleyman" adı devam eder.

Ve onun da babası, 1700'lü yıllarda Diyarbakır müftülüğü yapmış olan Seyyid Kasım Efendi'dir.

Tüm bu bilgiler belgelerle, evraklarla kayıtlıdır.

Yani Süleyman Nazif'in dedesinin dedesinin babasına kadar giden soyu hakkında elimizde sağlam bilgiler vardır.

Bu konularda, Allah rahmet eylesin, Diyarbakırlı avukat Şevket Beysanoğlu çok kapsamlı araştırmalar yapmıştır.

Babamdan da çok daha yaşlı olan bu araştırmacı, şiirleri, divanları, gazelleri, tarihlerle birlikte belgeleri toplamış ve Diyarbakır tarihi üzerine yazdığı kitaplarda ayrıntılı (mufassal) olarak sunmuştur.

Ancak ne yazık ki bu büyük araştırmacıların kitapları, her yerde kolayca bulunabilecek kaynaklar olmasına rağmen çoğu kimse tarafından okunmamıştır.

Süleyman Nazif'in ailesi Seyyid kökenlidir, yani Peygamber soyundandır.

Aynı zamanda pek çok seyyidin yaşadığı gibi, Kürtlerin içine girenler Kürtleşmiş, Farsların içine girenler Farslaşmış, Peştunlar arasında kalanlar Peştunlaşmış; bu aile ise Diyarbakır'da Türkleşmiştir.

Kürtçe konuşmamışlardır.

En azından bilinen 300-500 yıllık, hatta bin yıllık tarihleri boyunca bu böyledir.

Çünkü Süleyman Nazif'in mensup olduğu aile, Diyarbakır'daki Şeyhoğulları (Şeyhzadeler) ailesidir.

Bu aile, bin yıl önce Diyarbakır bölgesinde emirlik kurmuş, yöneticilik yapmış, idari bir soydur.

Seyyid bir aile, Arap kökenli ama zaman içinde Türkleşmiş bir aile.

Süleyman Nazif'in Kürtlükle ilgili tek bağlantısı, anneannesi tarafıdır:

Yani annesinin annesi, Diyarbakırlı Kürt Cemil Paşa'nın kız kardeşi Münteha Hanımtır.

Münteha Hanım, Tiğrellerin ilk dedesi, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde toplam 8 dönem milletvekilliği yapmış olan Zülfü Tiğrel'in dedesi olan birinci Zülfü Bey'in eşidir.

Dolayısıyla Münteha Hanım, Süleyman Nazif'in anneannesidir.

Süleyman Nazif'in Kürt kökenli tek bağı bu yöndedir.

Tiğreli ailesine dair ayrıntılı bilgileri başka yazılarımda uzun uzadıya anlattım.

Bu aileden 3 kardeş ve onların çocukları Diyarbakır'da yaşamıştır.

Sadece Zülfü Bey, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde toplam 8 dönem milletvekilliği yapmıştır.

Kardeşi İhsan Hamit Tiğrel, yine Zülfü Bey'in oğlu Hamit Zülfü Tiğrel; hepsi farklı dönemlerde senatörlük ve milletvekilliği görevlerinde bulunmuştur.

Bir diğer kardeşleri Adil Bey, Diyarbakır Belediye Reisliği yapmıştır.

Yine aynı aileden, Turgut Özal döneminde Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevinde bulunan Ali Tiğrel, bu soyun devamıdır.

Merkez Bankası'nda en üst düzey görevlerde bulunmuş kişiler de yine bu aileye mensuptur.

Bu aile, Akkoyunlu kökenli olup Diyarbakır'da Hindizadeler olarak bilinir.

"Hindî" yani Hindistan'dan gelen anlamına gelir.

Dedelerinin mezarı da Çift Kapı'da, büyük postanenin karşısında, Hindibaba olarak bilinen yerde bulunmaktadır.

Süleyman Nazif'in annesi de bu aileye, yani Tiğrellere mensuptur.

Bunlardan bahsetmemin nedeni şu:

Yani anne tarafı da, baba tarafı da soylu ve köklü ailelerden geliyor.

Baba tarafı seyyid ve zamanla Türkleşmiş, anne tarafı ise öz be öz Türk.

Peki, bu neyi değiştirir?

Dediğim gibi:

"Efendim, bunlar Kürt değilmiş, öyleyse ne yapsalar olur" gibi bir anlam çıkmasın.

Amacım yanlış bilgileri düzeltmek, doğru bilgileri aktarmaktır.
 

İshak Sükûtî (1868-1902)
İshak Sükûtî (1868-1902)

 

Gelelim İshak Sükûtî'ye.

Kendisinin, İttihat ve Terakki'nin ilk dört kurucusundan biri olduğu bilinir.

Ancak hakkında da tüm kaynaklarda "Kürttür" ifadesi yer alır.

Oysa bugüne kadar Kürtlüğüyle ilgili hiçbir somut tespit bulunmamaktadır.

Yıllar önce, sadece bir yerde buna dair yazılı bir ifade okumuştum ama nerede olduğunu hatırlamıyorum.

Ancak Diyarbakır'ın eski aileleri, yani eşraf ve paşazade çevrelerinin iddiasına göre, Süleyman Nazif'in ailesi, İshak Sükûtî'nin ailesi ve Ali Emiri'nin ailesi aynı soydan gelmektedir.

Bu çok ilginçtir:

Ali Emiri ile Süleyman Nazif amcazadedir, yani büyük büyük dedeleri amca çocuklarıdır.

Ama Ali Emiri'nin Kürtlüğü hakkında hiçbir iddia yoktur.

Oysa aynı aileden geliyorlar.

Ali Emiri Efendi'nin dedesinin dedesi, ansiklopedilerde de adı geçen Seyyid Muhammed Emir Efendi'dir.

Yani bu bilgiler atmasyon değil; kayıtlar, belgeler, ansiklopediler, nüfus kayıtlarıyla sabittir.

Bu nedenle, İshak Sükûtî'nin Kürt olduğu iddiası da muhtemelen bir kişinin sözüyle başlamış ve öylece devam etmiştir.

Ben Diyarbakır'da büyüdüm.

Her ne kadar aslen Midyatlı olsak da, babam ve dedem 1953 yılında, yani 72 yıl önce Diyarbakır'a geldiler.

O tarihten itibaren bütün hayatım burada geçti.

İlkokul, ortaokul ve liseyi burada okudum.

3 dönem Diyarbakır milletvekilliği yaptım.

Diyarbakır'ın şehirli, köklü aileleriyle -bunu biz "Beyaz Türk" gibi "Beyaz Diyarbakırlılar" diye tarif ederdik, yani Paşazade, Ağazade, Beyzade, Müftüzade aileler- onların çocuklarıyla birlikte okudum.

Bizler o ailelerin son kuşağıydık.

Bugün onların yüzde 95'i Diyarbakır'da yaşamıyor.

Çoğu yurt dışında: Avrupa'da, Amerika'da…

Yurt içinde olanlar da en yakın İstanbul'da, Bodrum'da yaşıyor.

Bu aileleri birebir tanıyorum, yani bizzat içinde büyüdüm.

Sezai Karakoç konusunda zaten bir ihtilaf yoktur.

Erganili, Türkmen bir ailenin çocuğudur. Ergani doğumludur.

Ergani'nin yerlileri, Çermik'in yerlileri, Maden'in yerlileri, Siverek'in şehirli halkı -tıpkı bölgenin genelinde olduğu gibi-Türkçe konuşuyordu.

Bu, sanıldığı gibi Cumhuriyet döneminde devlet baskısıyla olmuş bir durum değildir.

IV. Murat zamanından, hatta Akkoyunlular döneminden beri bu böyledir.

Mardin, Nusaybin, Siirt, Hasankeyf gibi şehirlerde halk Arapça konuşurken;

Van, Ahlat, Erciş, Bitlis ve Diyarbakır şehir merkezi gibi yerlerde ise Türkçe konuşulurdu.

Kürtçeyi (özellikle Kurmancî dilini) şehir dili olarak sürdüren yerler çok azdır.

"Bajar" dediğimiz, yani gerçek şehir kimliğine sahip olan yerler içinde Kurmancî'nin kuşaktan kuşağa şehir dili olarak devam ettiği 3 yer vardır:

  1. Bazit – yani bugünkü Doğubayazıt,
  2. Farkîn – yani Silvan,
  3. Cizîr-i Botan – yani Cizre.

Bu 3 şehir, bilinen en eski dönemlerden bugüne dek Kurmancî'yi şehir dili olarak sürdürmüştür.

Mesela bugün bir şehir olan Batman, geçmişte bu sınıfa girmezdi.

Çünkü 50-70 yıl öncesine kadar bir köy niteliğindeydi; bajar değildi.
 

Ahmed Arif (1)
Ahmed Arif (1923-1991)

 

Gelelim Ahmed Arif'e:

Ahmet Arif, her ne kadar Diyarbakır'da doğmuş olsa da, hayatının çok büyük bir kısmı -neredeyse yüzde 90-95'i-Diyarbakır dışında geçmiştir.

İlkokulu Siverek'te, ortaokulu ise Urfa'da okumuştur.

Neden?

Çünkü babası Siverek'te nahiye müdürüydü.

Daha sonra da Urfa'da, Arapların yoğunlukta olduğu bir bölgede kaymakam vekilliği yapmıştır.

Ahmet Arid'in babası Arif Bey, Kerküklü bir Türkmen ailesine mensuptur.

Bu aile, Balkanlar'dan memuriyet göreviyle Kerkük'e gelmiştir.

Rumeli'den, Balkanlar'dan memur olarak gelen bir aileye mensuptur.

Annesi Erbilli, Şeyh Abdülkadir Cibrali'nin kızı ve Kürt kökenlidir.

Peki, Ahmed Arif kimdir?

Ahmed Arif, Ortadoğu'nun kendisidir.

Kürt'tür, Türk'tür, Arap'tır.

Bütün bu dillere, bütün bu kültüre aşinadır.

Ve kadim Mezopotamya'nın kültürünü şehirlerine aktarma becerisini göstermiş büyük bir ustadır.

Çok büyük bir ustadır.

Ruhunu, yani o ruhu aktarmıştır.

Gelenekleri, görenekleri, örfleri ve duyguları.

Elbette bu konuda uzun uzun konuşabilirim.

Ama şunu vurgulamak isterim ki:

"Diyarbakırlıdır, eşittir Kürt" ya da "Şuralıdır, eşittir Arap" demek, araştırmacılara yakışmayan yaklaşımlardır.

Mesela Diyarbakır'da çok önemli Müslüman olmayan büyük ustalar da vardır; Süryaniler, Ermeniler.

Mesela Mıgırdıç Margosyan, Diyarbakır'ın Dicle ilçesine bağlı Piran bölgesindeki Heredan köyünden bir Ermenidir.

Mıgırdıç Margosyan, çocukluğunun Diyarbekir'ini çok güzel anlatmıştır.

Geçenlerde ben de Heredan'a gidip bizzat gördüm; çok sarp, dağlık bir köydür.

Benzer şekilde, Bedri Aysel de Heredanlı bir Ermeni sanatçıdır ve Diyarbakır folkloruna büyük katkılar yapmıştır.

Coşkun Sabah ve Taşkın Sabah kardeşler Diyarbakırlı Süryanilerdendir.

Naim Fauk ise I. Dünya Savaşı yıllarında önemli bir Süryani aydını, gazeteci ve yayınevi sahibidir; en son Amerika'ya gitmiş, orada vefat etmiştir ama gönlü hep Diyarbakır'dadır.

Yani Diyarbakır'ın Kürt (Kurmancî, Zaza), Ermeni, Süryani, Türk, Türkmen gibi birçok farklı kökenden, onlarca büyük aydını ve sanatçısı vardır.

Bunların hepsini, eksiklikleriyle, yanlışlarıyla ve doğrularıyla değerlendirmemiz gerekir.

Yani burada yapmak istediğim, "O Kürt'tü, bu Türk'tü, şu Ermeni'ydi" gibi tasnifler yapmak değil.

Ya da "Süleyman Nazif zaten Kürt değildi, Musul'da Abdüsselam Barzani'yi astı, astı işte" gibi bir sonuca varmak da değil.

Tabii ki yanlış yaptı, kötü bir şey yaptı.

Ama aynı Süleyman Nazif'in artıları da vardır.

Devlette altı ay memurluk yapanların köyler, araziler, büyük servetler elde ettiği bir dönemde, Diyarbakır'da sadece Yasinzade Şevkiye Efendi, 60 bin dönüm araziyi Ermenilerden gasp etmişken;

Trabzon, Kastamonu, Basra, Musul ve Bağdat valilikleri yapan babası Paşa, yedi sülalesiyle okumuş yazmış, dayıları ve dayı çocukları Diyarbakır'a damgasını vurmuşken;

Süleyman Nazif, 57 yaşında İstanbul'da vefat ettiğinde cenazesini Teyyare Cemiyeti kaldırmıştır.

Cebinden cenazesini kaldıracak kadar bile para çıkmamıştır.

Yani Cenab-ı Allah, yarın ahirette artıları bir yana, eksileri bir yana, günahları ve sevapları bir yana koyup bir değerlendirme yapacaktır, biz buna inanıyoruz.

Araştırmacının görevi, gördüğü ve doğru bildiği her şeyi ortaya koymak, hükmü ise okuyuculara bırakmak olmalıdır.

Elbette bu konuda daha anlatılacak ve konuşulacak çok hikaye var.

Ben sadece, Diyarbakır'ın belki de son dönemlerdeki en "şehirli" kişilerinden biri olmam hasebiyle, Melik Ahmet  Sokaklarından bugüne kadar, 67 yıllık ömrümün 60 küsur yılının şahidi olarak bildiklerimi sizinle paylaşmak istedim.

İnşallah araştırmacılarımız da daha doğru ve düzgün araştırmalar yapar, bilgiler, belgeler ve kaynaklar üzerinden doğru şeyler söylerler.

Çünkü bir kere yanlış yazılan, hele medya ortamında internete girdiyse, bir daha çıkmıyor.

Saygılarımla.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU