Erivan Radyosu'nun son dinleyicileri (7): Erivan Radyosu'nu dinleyen Türk köyü

Mustafa Orman Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Mustafa Orman

Kar şehri derler. Beyazın göğsünde izini silmediği şehir. Kars, kış aylarındaki gri ve beyaz arasındaki renginden ayrılalı çok olmuş.

Yeşili sarıya, moru kırmızıya koşturan lavantalar, haşhaşlar ve sarı papatyalar tarlaların arasında, tepelerin yamaçlarında doğanın coşkusunu gösteriyor.

Bir görünüp bir kaybolmasına rağmen yol boyunca bu coşku sürüyor. Kuşlar, börtü böcekler, kelebekler yeryüzünün aşinalığına koşuyor.

Uzak köylerde inek sürülerini çayırlarda otlatan çobanlar, sağa sola koşuşturan çoban köpekleri. Gök cam gibi.
 

5.JPG
Fotoğraf: Mustafa Orman

 

Yaz mevsiminde bu şehir için ne yazılabilir ki, dememek lazım. Çünkü her bir yanında, yazın ortasında baharın yeni geldiğini müjdeleyen börtü böceğin, otun, çiçeklerin arasında kıvrılan yolların, tepelerin, sulak alanların, bataklıkların ve derelerin içinde düzen sürüyor.

Arpa ve buğday tarlaları yeni boy atmış. Neredeyse her şey yeni. Kışın soğuğuna diren direne filizlendikleri yerde boy verecekler.
 

3.JPG
Fotoğraf: Mustafa Orman

 

Kars'ın Susuz ilçesi yolundan başka bir ilçesi olan Akyaka'ya doğru yol alıyoruz. Upuzun, incecik kıvrılan yolu çevreleyen çayırlar ve çayırlarda otlayan büyükbaşlar.

Kah yolun hemen yanında kah da yolun üstündeki köprüde beliren Arpaçay akarsuyu nazlı nazlı akıyor. Akyaka ilçe merkezine geldiğimizde, Ruslardan kalma yapılar karşılıyor bizi.

Simsiyah bazalt taşları, geçmişi çağırıyor. Tren istasyonunu geçip yukarı doğru sapıyoruz. Kayaköprü Köyü'ne birkaç dakika sonra varıyoruz. 
 

7.JPG
Fotoğraf: Mustafa Orman

 

Köylülerden birinin anlattığına göre, yolun diğer tarafındaki Demirkent Köyü'ne Rus Erginesi, bu taraftaki Kayaköprü Köyü'ne ise İslam Erginesi diyorlarmış.

Hem Rusların, Hem Ermenilerin yaşadığı yerler burası demeyi de ihmal etmiyor. Buradan birkaç köylüyle birlikte Akyaka Kanyonu'na yol alıyoruz.
 

4.JPG
Fotoğraf: Mustafa Orman

 

Derin vadinin içinde akan Arpaçay, buradan geçip Ermenistan ile Türkiye sınırını çizip Aras Nehri'yle birleşiyor. Yol boyunca vadinin içindeki söğüt ağaçları dikkat çekiyor.

Söğüt ağaçlarının arasındaki arı kovanlarını da gözden kaçırmamak gerek. Arpaçay kenarına doğru adımlarımızı attığımızda yengeç sürüsü bizi karşılıyor. Çimlerin arasında güneşleniyorlar. 
 

6.JPG
Fotoğraf: Mustafa Orman

 

Cahit Öztürk, bahar aylarında köyüne gelip, buradaki ekim biçim işlerini bitirdikten sonra kışa doğru da Ankara'ya gidiyor.

Ankara'da yaşıyorlar. Ama köyü de boş vermiyorlar. Çerçeveli koyu gözlükleri, seyrek bıyıkları, yılları yüzünde bıraktığı çiziklerle başlıyor anlatmaya;

"Ruslar, Kars'ı işgal ettiklerinde dedemler Bayburt'a kaçıyor. Günlerce süren zahmetli bir yolculuktan sonra oraya yerleşiyorlar. Bir süre Bayburt'ta yaşıyorlar. Fakat oraya pek alışamadıkları için Rusların Kars'ı terk etmesinin ardından tekrar gelip buraya yerleşiyorlar. O günden beri buradayız."

"Sen ne zaman doğdun?"

"Benim ayrı bir hikayem var bu konuda?"

"Nasıl bir hikaye?"

"Şimdi ben doğmadan önce bir kardeşim doğuyor. Ona kimlik çıkarıyorlar. O, iki yaşındayken vefat ediyor. 1956 yılında. Sonra ben doğuyorum. O zamanlar kimlik işleri falan da zor. Muhtar diyor ki, Nail'in kimliği Cahit'in olsun. O günden sonra abim Nail oluyorum ben. Onun kimliğiyle hâlâ yaşıyorum. Bazen o mu yaşıyor, ben mi onu yaşatıyorum, farkında olmuyorum."

Bunların tümünü anlatırken sürekli gülüyor, ansızın bir kahkaha atıyor. Elini yelek cebine atıp sigara çıkarıyor. Sigarasını yakıyor. Herkes gibi uzaklara bakıyor sigarasını içerken.
 

2.JPG
Fotoğraf: Mustafa Orman

 

Akarsuyun kenarında yürümeye başlıyor, ben de onu takip ediyorum. Konu eski zamanlara geliyor. 

"Biliyor musun, benim annemin babası, dedem de Revan'dan buraya göç etmiş. Annem Kürt'tür. Dedemden bahsederken annem, hepimiz bir masal kahramanı dinliyor sanıyorduk. Kalın bilekleri, silahı tutuşundan, nişan aldığı her şeyi tek kurşunla vuruşundan, kavgalarda her adamı yere serişinden bahsederdi annem. Dev bir sinide gelen bulguru ve üzerindeki eti tek başına yer, yanındaki sarımsaklı yoğurdu da üzerine yer, uykuya çekilirmiş. Eski insanların yemek konusunda böyle hikayeleri var. Biz ne yiyoruz ki, küçücük bir kapta yemek yiyerek bir şeyler yediğimizi sanıyoruz. Oysa eskiler öyle değildi. Sağlam ve uzun yaşamanın sırrını yemekte ve çalışmakta bulurlardı."
 

1.JPG
Fotoğraf: Mustafa Orman

 

Araya giriyorum, "Sizin köy Ermenistan sınırında, bu köyden Erivan Radyosu'nu dinleyen oldu mu hiç?" diye soruyorum.

"Nasıl yeğenim olmaz mı?"

"Hatırlıyor musun?"

"Hatırlamaz mıyım?"

"Neler hatırlıyorsun?"

"Bak şu delikanlının amcası daha çok dinliyordu. Kürt dengbejlere bayılıyordu. Ölene kadar da dinlerdi."

"O günleri anlatır mısın? Sen de dinledin mi?"

"Ben de dinledim. Nasıl dinlemem. Zaten o zamanlar sadece tek bir kişide radyo olurdu. Babam da elimden tutar o eve götürürdü. Köyden birçok insan gelirdi. Çoğu da Kürtçe bilmezdi. Burası zaten Türk köyü."

"O ortamı biraz anlatır mısın?"

"Bırak yeğenim, anlatıyoruz işte."

"Peki peki."

"İkindi saatlerinde radyo yayını başlardı. Yayın başlar başlamaz, herkes sessizleşir, sadece radyoyu dinlerdi."

"Radyodaki giriş anonsunu hatırlıyor musun? Söyleyebilir misin?"

"Evet, biliyorum."

"Kürtçe mi?"

"Evet Kürtçe. Sunucu, 'Erivan Radyosu konuşuyor' diye başlıyordu." 

"Peki tesadüfen mi Erivan Radyosu'nu keşfettiniz?"

"Evet, öyle oldu hatırladığım kadarıyla. Ama daha sonra Erivan Radyosu ve Kürt dengbejler herkesin hayatına girdi. Amcam önünden kalkmazdı. İkindi olsun da yayın başlasın diye beklerdi. Yıllarca böyle devam etti. Sonra herkes öldü, o günlerden geriye hiçbir şey kalmadı. Kalanı da biz unuttuk. Televizyon hayatımıza girdi bizi mahvetti. Ne hatırlayabiliyoruz çoğu şeyi ne de hayal kurabiliyoruz. Algılarımızı yerinden söktü. Keşke hiç hayatımıza girmeseydi."

"Peki eski günleri özlüyor musun?"

"Sen eski günleri özlemiyor musun" diye çıkışıyor bana.

"Evet, özlüyorum."

"Kime sorarsan sor, herkes eski günleri özler. İnsanlar bir aradaydı. Bir aradayken daha çok konuşup, daha çok paylaşıyorlardı. Şimdi birine selam vermeye korkuyorsun."

"Neden korkuyorsun?"

"E selamını alacak mı, almayacak mı, bilmiyorsun."

Bir sigara daha yakıp Arpaçay'a dalıyor. Geri dönüyor. Ağacın dibindeki kayaya oturup kaldığı yerden devam ediyor. 

"Böyle işte. Beni de eskilere götürdün. Sormasan, etmesen ben o günlere gitmezdim şimdi. İnsan yaş aldıkça daha mı duygusallaşıyor ne?" deyip akarsu kenarında kurulmuş sofraya oturuyor.

Su akmaya, rüzgar esmeye ve gün dönmeye devam ediyor.  

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU