Peygamberlerin yaşamadıklarına dair iddialar ne kadar ciddiye alınabilir? Hz. İbrahim örneği (1)

Bülent Şahin Erdeğer Independent Türkçe için yazdı

Ebla tabletleri / Fotoğraf: greeneart.net

Jeolog Prof. Dr. Celal Şengör ve felsefe tarihçisi Prof. Dr. Ahmet Arslan, Habertürk'te Fatih Altaylı'nın sunduğu 23 Mayıs'taki Teke Tek Bilim programındaki sözleri nedeniyle gündem oldular.  

Harran Kazı Başkanı Mehmet Önal da yayındaydı. Din konusunun açıldığı bir bölümde Önal, Hz. İbrahim'in Harran'da yaşadığını belirterek, "Burası Hz. İbrahim'in yaşadığı yer. 75 yaşına kadar burada yaşıyor. Kutsal kitaplar Harran'ı işaret ediyor" ifadelerini kullandı. 

Önal'ın sözünü keserek araya giren Şengör, şöyle konuştu:

Ben bunun saptamasını yapayım, o masal. Hocam masal o. Bunların hepsi masal. İbrahim diye bir adamın yaşadığı malum değil.

Bütün bu söylenen kişiler tarihte yok. Bunların hepsi o 3 tane kutsal kitap denilen, Suriye din geleneği, Mezopotamya din geleneğinden türemiş bir yan branştır.

Musa peygambere bakıyorsun, adamı da tarih bilmiyor, yok öyle birisi. Musevilerin kitabındaki Mısır'dan çıkış olayı da yok. Hocamın söyledikleri tamamen menkıbevi. Belge yok.


Celal Şengör'den sonra söz hakkı alan Arslan ise, "Arkadaşlarımızdan birisi bu olaya menkıbe diyor, bir diğeri menkıbe ve değil arasında kalmış. Şimdi bakın İsa'nın bile tarihi bakımdan yaşamış olduğuna dair elimizde hiçbir kanıt yok. Celal Hoca haklı. İbrahim, elimizde bulunan tarihi belgelere göre şu anda mevcut değil. İsa da mevcut değildir. Musa bence efsaneden daha fazlasıdır" dedi.
 


Ateist çevrelerde bazen dile getirilen bu "yok saymacı" dinin aslında tümden hayaller üzerine kurulmuş bir masal olduğuna dair iddialar/hipotezler elbette dillendirilebilir.

Ancak gerek Şengör'ün gerekse de Arslan'ın akademik ahlaktan ayrıldıkları ve açıkça muhataplarını manipüle ettikleri nokta konuyu üzerinde sonlanmış bir bilimsel hakikatmiş gibi sunmaları ve konuyla ilgili birçok bilimsel veriyi kasten saklamaları.

Bu çalışmamızda bilimin arkasına saklanan ideolojik bir propagandadan öteye gitmeyen bu iddiaların ne denli bilimsel olup olmadığını sorgulayacağız. 


Ebla Tabletleri ne söyler?

İbrahim'in hayatı ve tarihselliği özellikle kuşkucu tarihçiler tarafından reddedilmektedir.

Şöyle ki İbrahim anlatısı bu çevreler tarafından zamanla birikmiş olan geleneklerin ve mitlerin bir sonucu olarak kabul görür.

Ne var ki, Ortadoğu'da yapılan birçok keşif Tevrat ve Kur'an metninin İbrahim'in yaşadığı dönemi doğru bir şekilde yansıttığını göstermektedir.

Ebla Tabletleri, Suriye sınırları içerisinde yer alan antik kent Ebla'da 1800 tam kil tablet, 4700 parça ve binlerce küçük parçadan oluşan bir saray arşivi koleksiyonudur.

Tabletler İtalyan arkeolog Paolo Matthiae ve onun ekibi tarafından 1974-75 yılları arasında antik kent Tell Mardikh kazıları sırasında keşfedildi.

Hepsi MÖ 2500 ve şehrin yıkıldığı MÖ 2250 yılları arasında tarihlendi. Bugün, tabletler Suriye'de Halep, Şam ve İdlib müzelerinde tutulmaktadır.
 

1.jpg
Görsel: Wikipedia

 

Tabletlerdeki yazılarda iki dil ortaya çıkmıştır: Yerel olarak konuşulan Ebla dilini fonetik olarak temsil eden Sümerce ve daha önce bilinmeyen bir dil kullanılan Sümer çivi yazısı (Sümer logogramları veya "Sumerogramlar").

Tabletlerde Ebla şehrinin kral listeleri, kraliyet törenleri, ferman ve anlaşmalar, yer isimlerinin yer aldığı atlas (MÖ 2600) ile ilahiler, ayinler, destanlar ve atasözlerini içeren edebi metinler vardır.

Tabletlerde İbrahim ve İsmail ile Sodom ve Gomore'nin varlığı tartışma konusudur.

MÖ 3000 yılının ikinci yarısına, tarihlenen Ebla arşivlerinden ele geçen çivi yazılı vesikalarda; Eski Ahit'in ifadeleri ile ilgili birtakım benzerliklere dikkat çekilmiştir.

Yapılan kazılar sonucunda kent Yahudi ve Hristiyan camiasında tartışmaları da beraberinde getirmiştir.

Kutsal kitaplarında geçen bazı yer ve şahıs isimlerinin Ebla metinlerindeki isimlerle karşılaştırılması sonucu bazı iddialar ortaya atılmıştır.

Kutsal kitaplarda; Tevrat'ta Abraham'ın Ebla'daki Abramu ya da E/İbrium şahıs adıyla benzerliği; yine aynı şekilde Kur'an'da adı geçen melek Mikail'in ve İsrail'in Ebla metinlerindeki Mi-kà-Yà ve Iš-ra-Yà ile olan benzerlikleri üzerinde durulmuştur.

Yine aynı şekilde Tevrat'ta adı geçen si-da-mu, é-ma-ra, ad-ma, si-ba-i-um, be-la gibi yer isimlerinin Ebla metinlerindeki Sodom, Gomorrah, Admah, Zeboiim ve Bela ile idendifikasyonuna çalışılmıştır.


M.Ö. 2500'lü yıllardan kalma Ebla Tabletleri, dinler tarihi açısından çok önemli bilgileri günümüze kadar taşımaktadır.

Arkeologlar tarafından bulundukları 1975 yılından itibaren birçok kez araştırma ve tartışma konusu olan Ebla Tabletlerinin en önemli özelliği ise, içinde ilahi kitaplarda bahsedilen üç peygamberin adının geçmesidir.

Önemli bilgiler içeren Ebla Tabletlerinin, binlerce yıl sonra bulunması, Kur'an'da bildirilen toplulukların durumunun coğrafi olarak da açıklanması bakımından oldukça önemlidir.


Yer altında saklı kalan dinler tarihi
 

 

1975 yılında yapılan kazılarda ilk bulunduğunda, o zamana kadar klasik bir arkeoloji başarısı olarak değerlendirilen Ebla Krallığı, gerçek önemini çivi yazılı yaklaşık 20 bin tablet ve parçalarından meydana gelen arşivin bulunması ile kazanmıştır.

Bu arşiv, aynı zamanda diğer arkeoloji uzmanlarının 3 bin yıldan beri bildikleri bütün çivi yazılı metinlerin dört kat daha fazlasıydı.

Araştırmacı Süleyman Üstün'e kulak verelim:

Tabletlerdeki dil, Roma Üniversitesi'nde arkeolojik yazı uzmanı olan İtalyan Giovanni Pettitano tarafından çözüldüğünde, konunun ne denli önemli olduğu daha da iyi anlaşılmış oldu. Bu sayede Ebla Krallığı'nın ve bu muazzam devlet arşivinin bulunmuş olması artık yalnızca arkeolojik değil, dini çevreleri de ilgilendiren bir konu haline gelmişti.

Çünkü tabletlerde Kur'an-ı Kerim'de adı geçen melek Mikail (Mi-ka-il) yanı sıra (Doubleday, 1981, s. 271-321) üç İlahi kitapta bahsedilen peygamberlerin adı geçiyordu. Hz. İbrahim (Ab-ra-mu), ve Hz. İsmail (Iş-ma-il)'in isimleri… (Howard La Fay, "Ebla: Bilinmeyen Büyük Bir İmparatorluk", National Geographic Magazine, Aralık 1978, s. 736)


Ebla Tabletlerindeki isimlerin önemi

Ebla Tabletlerinde saptanan peygamber isimlerinin çok büyük bir önemi bulunmaktadır.

Çünkü bu isimlere ilk kez bu kadar eski bir tarihi belgede rastlanmaktaydı.

Tevrat'tan 1500 yıl öncesine ait olan bu bilgiler oldukça dikkat çekiciydi.

Hz. İbrahim'in isminin tabletlerde geçiyor olması, Hz. İbrahim ve onun getirmiş olduğu dinin Tevrat'tan önce var olduğunu teyit ediyordu.

Tarihçiler Ebla'da bulunan tabletleri bu açıdan değerlendirdiler ve Hz. İbrahim ve onun risaleti hakkındaki bu önemli keşif, dinler tarihi açısından önemli bir araştırma konusu haline geldi.

Amerikalı arkeoloji uzmanı ve dinler tarihi araştırmacısı David Noel Freidmann da yaptığı incelemelere dayanarak tabletlerdeki İbrahim ve İsmail gibi isimlerin peygamber isimleri olduklarını bildiriyordu. (Bilim ve Teknik Dergisi, sayı 118, Eylül 1977 ve sayı 131, Ekim 1978)


Tabletlerde geçen diğer isimler
 

3.jpg
Görsel: Wikipedia

 

Yukarıda da belirttiğimiz gibi tabletlerde geçen isimler, üç ilahi kitapta bahsedilen peygamberlerin ismiydi ve tabletler Tevrat'tan çok daha eskiydiler.

Ayrıca bu isimlerin yanı sıra, tabletlerde başka konular ve yer isimleri de geçiyordu.

Bu bilgilerden ve yer isimlerinden anlaşıldığına göre ise, Eblalılar ticarette başarılıydılar.

Ayrıca yazılarda Ebla'ya uzak olmayan Sina, Gazze ve Kudüs isimleri de geçiyordu. Bu da Eblalıların bu yerlerle olan ticari ve kültürel ilişkilerini gösteriyordu.


Tabletlerde görülen önemli bir ayrıntı ise Lut kavminin yaşadığı yer olan Sodom ve Gomorra bölgelerinin isimleri idi.

Bilindiği gibi Sodom ve Gomorra, Ölüdeniz kıyısında, Lut kavminin yaşadığı, Hz. Lut'un tebliğ yapıp insanları din ahlakına çağırdığı bölge idi.

Bu iki yerin dışında ayrıca Kuran ayetlerinde geçen İrem şehri de Ebla Tabletlerinde geçen isimlerin arasında bulunmaktaydı.


Bu isimlerin en dikkat çekici yanı ise, peygamberlerin tebliğ ettiği kitaplar dışında şimdiye kadar bulunmuş başka hiçbir metinde geçmiyor olmalarıydı.

Bu o dönemde hak dini tebliğ eden peygamberlerin haberlerinin bu bölgelere de ulaştığını gösteren önemli bir belge niteliğini taşımaktadır.

Reader's Digest dergisindeki bir makalede, Kral Ebrum'un iktidarı döneminde Eblalıların dinlerinde değişim olduğu, insanların Yüce Allah'ın adını yüceltmek için isimlerine ön ek kullandıkları kaydedilmiştir.

Yaşadıkları dönemden yaklaşık 4500 yıl sonra ortaya çıkan Ebla tarihi ve Ebla Tabletleri, gerçekte çok önemli bir gerçeğe de dikkat çekmektedir:

Yüce Allah, Ebla'ya da her topluluğa olduğu gibi elçiler göndermiş ve onlar da kavimlerine gönderilen dini tebliğ etmişlerdi.


Kimi kavimler kendilerine ulaşan dini kabul edip hidayete ermiş kimileri ise peygamberlerin tebliğ ettiği dine karşı çıkıp sapkın bir hayatı tercih etmişlerdir.

Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbi olan Yüce Allah, bu gerçeği Kur'an'da şöyle bildirmektedir:

Andolsun, Biz her ümmete: 'Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının' (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün. (Nahl Suresi, 16/36)


Ebla Tabletleri ve Kur'an

M.Ö.3000'li yıllardan kalma Ebla Tabletleri Kitab-ı Mukaddes'i; yani Tevrat, İncil ve Zebur'u ve Kur'an-ı Kerîm'i doğruluyor.

Arkeolojik araştırmalara gösteriyor ki Hz. İbrahim (as) çok eski zamanlardan beri biliniyor.

1975 yılında Suriye'de M.Ö. 3'üncü binyıldan kalma tabletler gün yüzüne çıktı.

Ebla, Kuzey Suriye'de Halep'in güneyinde, Tell Mardikh kentinde İtalyan arkaeolog Paolo Matthiae tarafından 1968 yılında 56 hektarlık alanda bulundu.

1975 yılında site kazıldığında, Matthiae Ebla'nın kraliyet arşivlerini ortaya çıkardı ki bunlar M.Ö. 2500-2200'lü yıllardan kalma 14 binden fazla bir çivi yazı koleksiyonuydu.

Kuneiform tarzda yazılı karakterler Sümer kökenli ve Ebla'nın semitik halkına adapte edilmiş olup, gösteriyorlar ki ticari bir aristokrasiyle yönetilen bir kent olan Ebla önemli bir ticaret merkeziydi ve seçilmiş bir kral ile hükmolunuyordu.

Ayrıca bu tabletler, M.Ö. 3'üncü binyılda Mısır ve Mezopotamya ile derin bir rekabet halinde olan bir Suriye medeniyetinin tanığı.

Tabletler şu ana dek bilinen en eski Sami diliyle yazılı idi. Bu dile bilim adamları Eblait dili adı verdiler.

Dahası bu tabletler Kur'an-ı Kerîm'deki birçok yer ve kişi adını da gün yüzüne çıkardılar:

Kitab-ı Mukaddes'e göre İbranilerin ataları Ebla'nın kuzeydoğusundan tabletlerde geçen Harran'dan Filistin'e gelmişlerdi.

Bu, arkeologların dikkatlerini Kitab-ı Mukaddes'te geçen bazı olaylara çekti ve bu düşünce Ebla Tabletlerinde geçen Sami isimlerinden İbrahim, İsmail ve Esav (*) kelimeleriyle destek buldu.

Bu kişi adlarının bazıları daha önce Kutsal Kitap'tan başka sadece Kur'an-ı Kerim'de bahsedilmişti:

En ilgi uyandırıcı şeyler Ebla Tabletlerinde geçen kişi isimleriydi. 'Ab-ra-mu' (İbrahim), 'E-sa-um' (Esav), ve "'Sa-u-lum' (Talut). Bir de İbrani gelenekleri dışında başka bir yerde daha önce görülmeyen 'Da-u-dum' (Davut), 'Til-Turakhi'(Terah), 'Sodom ve Gomorrah'(Lut Kavmi) ve 'Irem' (İrem bahçeleri).

Ebla'da ismi geçen kişi isimleri Tevrat'ta da geçiyor. Ab-ra-mu [İbrahim], Iş-ma-il [Ismail], Iş-ra-il [Israil], Da-u-dum [Davut], Mi-ka-il [Mikail], Mi-ka-ya [Mikah] (*) ..bunlardan birkaçı.


Adem, Havva, Nuh, İbrahim, Hacer, İsmail, İsrail, Mikail, Davut, Talut da ismi geçen kişiler arasında ("Ebla Arşivleri", Doubleday, 1981, s. 271-321).


Bazı Eski Ahit yorumcuları da isimlerin aynı karakterlere ait olduğunu ama bunların tarihlerinin M.Ö.3000'li yıllar olduğu neticesine vardılar.

Her ne kadar kitabımız Kur'an-ı Kerîm'in doğruluğu ortaya çıksa da dikkatli düşünen birisi Tevrat'ın verdiği tarihlerin sağlıklı olmadığı sonucuna varabilir.

Zira bu buluşlar:

Dini önderlerin tarihselliğini yaygın bir şekilde kabul ettirmekle birlikte Eski Ahit'in onlar hakkında verdiği bilgilerin kabul edilebilirliğini sarstı ve İncil tarihçilerinin Kutsal Kitap'ın tamamen tarihi olarak doğruluğu konusunu zora soktu.


Esav = Tevrat'a göre Yakup (as)'ın kardeşi

Mikah = Tevrat'ta adı geçen önderlerden biri

Terah = Tevrat'ta Hz. İbrahim'in öz babası. Vefat ettikten sonra Hz. İbrahim'e bakan putperest amcası Azer idi.

Kur'an-ı Kerîm'de Hz. İbrahim'in amcasına saygıdan dolayı "Baba" diye seslendiğini anlıyoruz. Gerçekten de Aramicede saygı duyulan büyüklere Baba diye hitap edilir.


Elbette sadece Ebla Tabletleri değil; daha birçok arkeolojik delil Hz. İbrahim'e işaret eder.

Örneğin Türkiye'de 2013'te Kilis'te Oylum Höyük kazıları Ulisum/Ullis/İllis adında bir kentin keşfini sağladı.

Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Atilla Engin, Ullis kentinin aslında daha çok Doğu Akdeniz'de aranan bir merkez olduğunu ifade eden Engin, elde ettikleri bilgilerin Oylum Höyük'ün Ullis olduğuyla ilgili güçlü veriler sunduğunu belirtti.
 

4.JPG
Akad kralı Naram-Sin'in yazıtında göründüğü şekliyle U-li-si-im (Ulisum) toponimi. "Sonra Fırat'ın ağzından Ulisum'a kadar ırmağı (-bankı) vurdu." (Foster [1982], 31–32.) Hirsch'ten transliterasyon (1963), 74; Gadd ve Legrain (1928), Pl.'den alınan metnin tıpkıbasım görüntüsü. LVI.

 

Hz. İbrahim ne zaman yaşadı?

Araştırmacı Yazar Mete Firidin'e kulak verelim:

Klasik kabullerde "Hz. İbrahim'in yaşadığı devir M.Ö. 2000 yıllarıdır" denir.

Hz. Lut,  Hz. İbrahim ile aynı zamanda yaşamıştır. Bu tabletlerin çoğu semitik dilde yazılmıştır. Yani Arapça ve İbrani dillerinin kökeni olan dille yazılmıştır.

Bu tabletlerin ait oldukları  tarih M.Ö. 2250-2500 yıllarıdır.

Eski Mısır antik rölyeflerinde M.Ö. 2400 yıllarına ait homoseksüel içerikli resimler bulunmuştur. Bu resimler eski krallık dönemi firavun Neferkare (Pepi II) zamanından kalmadır.

Eski Mısır'da yaşamış çok ünlü bir vezir olan İmhotep M.Ö. 2667 - M.Ö. 2648 Yıllarında yaşamıştır.

Kutsal kitaplarda bahsi geçen Hz Yusuf'a çok benzemektedir. İmhotep ismi barışla gelen demektir. Yani İslam ile gelen gibi.

Bu durumda Yusuf peygamber bu tarihlerde yaşamıştır diyebiliriz.

Ankebut suresi 28. Ayette:

Lut da, milletine şöyle demişti: "Doğrusu siz dünyalarda hiç kimsenin sizden önce sizi geçmediği bir hayasızlığı yapıyorsunuz" denmektedir.

Demek ki toplumsal homoseksüelliğin en aşırı yaşandığı tarih Hz. İbrahim zamanındadır.

Yani Hz. İbrahim yukarıda belirtilen tarihlerden önce yaşamış olmalıdır.

Ebla Tabletlerinde ismi geçtiğine göre Hz. İbrahim bu tarihten de önce yaşamış olmalıdır.

Eğer bu kronoloji doğru ise Hz. Yusuf, Hz. İbrahim'in torunu oğlu olduğuna göre, İbrahim peygamber kabaca M.Ö 3000 yıllarında yaşamış olmalıdır.


Firavun kelimesi Arapça "f,r,ayn" kelimelerinden türemiştir. Fra kelimesi, en asil, en yüksek, en tepede olan ağacın dalları, en önce olan, birinci anlamlarına gelmektedir.  

İbranicede ise forah; dal, süsleme anlamlarına gelmektedir. Sanırım kafaya uygulanan dallar ile yapılan bir süslemedir.

Firavun kelimesi ise "iki dallı, iki zirveli, iki öncelikli, iki yönlü asil" gibi anlamlara gelmektedir.

Daha sonra Arap toplumunda firavun kelimesi kendini çok beğenmiş anlamında kullanılır olmuştur.

Mısır dininde yalnızca Yaratıcı Tanrı'nın tepesinde iki adet devekuşu tüyü vardır. Bu tüyler ezel ve ebedi olmayı ifade etmektedir.
 

5.jpg
Tanrı Atum iki tüylü başlığı ile resmedilmiştir.​​​​​​

 

Musa peygamberin döneminde Kral Sekhemre Seusertawy Sobekhotep VIII kendini Yaratıcı Tanrı ile eşit görmüş ve Firavun ismini kullanmıştır.

Daha sonraki krallar Sobekhotep Sekizin akıbetini bildiklerinden bu ismi Tanrı'nın yeryüzündeki oğlu olarak tevil edip anlamlandırmışlardır.

Firavun kelimesinin antik Mısırdaki karşılığı P(f)RAA sesleri ile ifade edilmektedir. Anlamının ise "Büyük Saray, Yer, Zemin ve Kolon" anlamında olduğun ileri sürülmektedir.

Bu kelimenin Akadça "parşu" kelimesi ile aynı anlamda olduğunu düşünüyorum. Çünkü Akadça "parşu" kolon ve parsau kozmos, kozmik yönetici anlamlarına gelmektedir.

Kısacası Sobekhotep Sekiz, kendini kozmosun yaratıcısı ve yöneticisi olan Yaratıcı Tanrı Amun ile bir tutmuş fakat gazaba uğramış, Mısır mitolojisinde olduğu gibi sudan çıktığını iddia ettiği için suda boğularak can vermiştir.

Bu firavundan sonraki firavunlar bu olayı ibret alarak kendilerini Yaratıcı tanrı değil onun manevi oğlu gibi olduklarını ifade etmişlerdir.


Eğer İmhotep Yusuf ise Hz. İbrahim onun dedesinin babası olduğuna göre ve İmhotep M.Ö. 2700'lü yıllarda yaşamış ise Hz. İbrahim'de aşağı yukarı M.Ö. 2900-3000'lerde yaşamış olmalıdır.

Mezopotamya'nın çeşitli yerlerinde yapılan kazılarda, M.Ö. 3000'lerden başlayarak İsa'ya kadar tarihlenebilen on binlerce kil tablet bulundu.

Böylece Tevrat'ta anlaşılmayan birçok mesele anlaşılmıştır. Bütün bu buluntularda, İbrahim ve ailesinin yaşamlarına ve dinlerine ait birçok kanıt elde edilmiştir.

Ve onlarla ilgili şehir adları, gittikleri yerler, kullandıkları eşyalar kısmen saptanmıştır.


İbrahim'in ataları olarak geçen şahıs adlarının, Harran yöresindeki yer adları olması, bilim dünyasını oldukça şaşırttı.

İbrahim'in bir kardeşinin adı olan Harran, şehir olarak bilinmektedir. İslam bilginlerine göre Harran, tufandan sonra kurulan ilk şehirdir.

Bazılarına göre Nuh'un torunlarından, Kayman tarafından kurulmuştur. Bir başka örnek, İbrahim'in dedesi Nahor, karşımıza Til-Nahiri olarak çıkmaktadır.

Bunlar, Mari ve Asur metinlerinde (MÖ 1900-1800) bilinen yer adlarındandır. Nahor'un yeri bulunamadı, ancak bilim adamları, Harran yöresinde olması gerektiği konusunda görüş bildirmektedirler.

İbrahim'in babası Terah adına uyan, Tilşa, Turah, Torah, Til-Turakki şeklinde değişen yer adları bulunmaktadır. Torah, Keçi tepesi anlamına gelir ve Balih nehrinin üzerindedir.

İbrahim'in büyükbabası Serug'un ismi, Harran'ın batısında Sarugi şehridir. Daha eski atası Peleg'e karşı gelen yerin, Habur ırmağının Fırat'a karıştığı yerde bulunan Paliga olduğu kanıtlandı.

Bilim adamları, bunların rastlantı olamayacağı görüşündeler ve bu konuda şunu söylüyorlar:

Ya bu şahıslar, buralarda yaşayan kabilelerin başkanları idi, ya da kabile adları bu şehirlere verildi.


Daha sonra, İsrail oğullarının çocuklarına; "Baban göçebe(veya kaçak) bir Arami idi" deyişi meşhurdur.

Onların vatanı, Tekvin 24.10'a göre, "Aram arazisi" idi. Padan-Aram, iki nehir arası anlamına geliyor.

Yapılan incelemelere göre, M.Ö. 2000 yılları civarında bu kabile başkanları, Harran civarında bulunmaktaydı.

Zira Mari metinlerinde, Abam-Ram(Abram), Yakob-el (Yakub) ve Benyamin gibi İsrail oğullarına ait isimler bulunmaktadır.


Kendisini ilahlaştıran kral: "Naram-Sin"
 

6.JPG
Naram Sin Steli, Louvre Müzesi, Paris

 

Arkeoloji uzmanı Dr. Oates, Naram-Sin'in, "kendisini tanrı ilan etmesini", şöyle anlatıyor:

Agade kralları döneminin belki de en önemli yeniliği, krallık anlayışında olmuş ve ilk kez doğulu hükümdar tipinin belirtileri ortaya çıkmaya başlamıştır.

Sargon'un unvanları, torunu Naram-Sin'e göre, nispeten daha alçak gönüllüdür ve erken sülale dönemi sonlarındaki kralların kullandığı unvanlardan çok farklı değildir. Fakat Naram-Sin'le birlikte çok yadırganan ve uzun vadede kabul görmeyen bir değişiklik olmuştur.

 

Naram-Sin hükümranlığının bir döneminde, o güne kadar sadece tanrı ayrıcalığı olan bir sıfat benimsemiştir. Kendi yazıtlarında adının önüne 'ilahi' işaret koymuş; yani çivi yazısıyla isminin önüne 'tanrı' yazdırmıştır. Ona adanan metinlerin dili, daha cüretkâr sayılabilir ve bu metinlerde, köleleri ona, 'ilahilik'  atfetmekle kalmayıp, 'Agade tanrısı' unvanını vermişlerdir.

 

Ayrıca ünlü dikme taşında 'boynuzlu miğfer'le betimlenmiştir. Ve bu ilahi boynuzlar, aslında tanrılara özgü bir ayrıcalıktır. Güneş tanrısı Utu'yu simgeleyen ışın saçan disklerin altında, belirgin bir seviye farkı ile betimlenmiştir.

Yöneticilerin, 'kent tanrısının kâhyası' olmaktan başka ayrıcalık istemedikleri bir din sisteminde, kralların 'ilahi kimliğe' bürünmesi çok aykırı bir davranıştır. İlahi krallık anlayışını Mezopotamya asla yürekten benimsememiştir.


Antik Çağ Yakın Doğu Arkeoloji uzmanı Hans J.Nissen, bu konuda şunları söylüyor:

Elimizdeki belgelere göre, hiçbir kuşkuya düşmeden kanıtlanabilecek tek nokta, ilk kez Naram-Sin'de gözlenmiş olan kendi kendini 'tanrı katı'na yüceltmedir.

Birçok yazıtta, hükümdarın adının karşısına bir tanrı için kullanılacak belirleyici işaret konulmuştur. Uyrukları, Naram-Sin'den, birçok kutsama ve bağlılık yazıtında 'Akad'ın tanrısı' diye söz ederler.


Sümerli Ludingirra, Naram-Sin'in, kendisini nasıl tanrı ilan ettiğini şöyle anlatır:

Kral Sargon'dan sonra oğulları ve torunu Naram-Sin ülkeyi genişlettikçe genişletmiş ve bütün yönlere kol salmışlardır. Hele Naram-Sin, kendisine 'tanrıyım' diyecek kadar ileri gitmiştir.

Öyle şımarmıştır ki, büyükbabası Sargon'un aksine, Sümerlileri darıltmaktan korkmayarak; bizim tanrılarımıza özellikle yüce Enlil'e ve onun tapınağı Ekur'a büyük saygısızlık etmiştir.


Naram-Sin Krallığı'nın "esrarengiz çöküşü": "Şiddetli kuraklık"

Bazı anlatımlar, Naram-Sin'in krallığının çöküşünü, Guti istilacılarının yol açtığı geniş yıkıma bağlasa da; yakın tarihli ve arkeolojik araştırmalar, Naram-Sin'in krallığının çöküşünün, "şiddetli kuraklık ve kaos" sonucu olduğunu ortaya koymuştur.

Amerikan Geology dergisinde, Şubat 2006 tarihinde yayımlanan; "Eski Dünya Medeniyetlerinin Çöküşünden Sorumlu Geç Holosen Devrinde Yaşanan Kuraklık, Bir İtalyan Damla Taş Mağarasında Belgelendi" başlıklı makalede özetle şunlar yazıyordu:

Yaklaşık 4200 yıl önce, Kuzeydoğu Afrika ve Güneybatı Asya'nın alçak rakımlı bölgelerinde yaşanan 'şiddetli bir kuraklık, antik medeniyetleri, büyük bir karışıklık içine sürükledi.' Kalsit bir damla taş kayasından toplanan sabit izotop, eser element ve organik ışıma verileri bu kuraklığı kanıtlamıştır.


Science dergisinin, Ağustos 1993 sayısında yayımlanan; "Üçüncü Binyıl Kuzey Mezopotamya Medeniyetinin Doğuşu Ve Çöküşü" isimli makalenin şu satırları ise oldukça anlamlıdır:

Arkeolojik veriler ve topraktan elde edilen stratigrafik veriler, üçüncü milenyum Kuzey Mezopotamya'sındaki yağmurla beslenen tarım medeniyetinin başlangıç, gelişim ve çöküşü hakkında bize bilgi veriyor.

Milattan önce 2200 yılları civarında, volkanik bir patlamanın arkasından; kuraklıkta belirgin bir artış ve rüzgâr sirkülâsyonu, toprağın kullanımında kayda değer bir bozulmaya sebep olmuştur.

Bu aniden gerçekleşen iklim değişiminin; bölgenin terk edilişine, insanların firarına ve 'Akad imparatorluğunun çöküşüne' sebep olduğu apaçık ortadadır. Komşu bölgelerde de senkronize yaşanan çöküşler, bu ani iklim değişiminin, çok geniş çaplı olduğuna işaret etmektedir.


Bu araştırma, İbrahim Kavmi'nin nasıl helak olduğu konusunda çok açık bir fikir vermektedir.


Akad-Naram-Sin'in çöküşü: Umman Körfezi'nde saklı

Amerikan ve Alman üniversitelerinde görevli ve bölgede bir araştırma projesi yürüten yedi bilim adamı, "İklim Değişimi ve Akad İmparatorluğunun Çöküşü: Deniz Tabanından Kanıt" başlıklı makalesiyle, bu konuyu yeterince açıklık getirmektedir.

Geologi dergisinin, Nisan 2000 sayısında yayımlanan makalede şu tespitler yapılıyor:

Akad imparatorluğu, üçüncü milenyumun son yüzyıllarında, Fırat ve Dicle nehirlerinin doğduğu yerden başlayıp, Basra Körfezi'nde son bulan Mezopotamya bölgesini tamamen hükümranlığı altına almıştır. Arkeolojik veriler, bu çok gelişmiş uygarlığın, 'birdenbire ve büyük bir ihtimalle de kuraklık nedeniyle', bundan yaklaşık 4170 ± 150 yıl önce çöktüğünü göstermiştir.

Bu iddianın doğruluğunu test etmek için Mezopotamya bölgesinden elde edilen ayrıntılı paleoklimatik kalıntılar, yetersiz kalmıştır. Ancak bölgesel kuraklık değişimleri, bu bölgeye komşu okyanus tabanlarında, koruna gelmiştir. Biz, Halosen devrindeki bölgesel kuraklık değişimlerini; Umman Körfezi'nde ki deniz tabanından alınan tortu çekirdeklerinin, mineralojik ve jeokimyasal analizlerini değerlendirerek kaydettik. Umman Körfezi'nin seçilme nedeni, Mezopotamya da ki arkeolojik bölgelerden kalkan toz ve kumu, rüzgârın bu yöne sürüklemesiydi.


Çöküşün nedeni: "Aşırı Kuraklık Şartlarına Ani Geçiş"

Araştırma sonuçlarımız, bu bölgeden gelen rüzgârın oluşturduğu toz ve yine bu bölgedeki kuraklık değerlerinin, çok ani olarak yükseldiğini belgelemiştir. İvmelendirici kütle spektrometresi radyo karbon tarihlemesini, zamanımızdan 4025 ± 125 yıl önce, olarak yapmıştır.

Radyojenik (Nd ve Sr) izotoplarının analizleri, gözlemlenmiş yüksek miktardaki mineral tozlarının, Mezopotamya kaynaklı olduğunu doğrulamıştır.

Arkeolojik bölgeler ve deniz tortularından alınan kayıtlar arasındaki volkanik kırıkların jeokimyasal korelâsyonu, 'Mezopotamya'daki kuraklık ve sosyal çöküşün aynı zamanda gerçekleştiğini açıkça göstermektedir. Aşırı kuraklık şartlarına ani dönüşüm, 'Akad İmparatorluğu'nun çöküşü'nde anahtar rolü üstlenmiştir.


Bu bilimsel verilerden anladığımız kadarıyla, "çok şiddetli ve ani kuraklık", İbrahim'in terk ettiği kavminin sonunu getirmiştir.

Tüm bölgeyi etkisi altına alan kuraklık sebebiyle, gelecekte Yakup'un oğullarının da yapacağı gibi, İbrahim'in de Mısır'a bu sebeple gittiği kuvvetle muhtemeldir.

Naram-Sin dönemiyle, bahsedilen 'bölgesel kuraklık dönemi' ve Mısır papirüslerinde belirtilen kuraklık tarihleri arasında ilginç paralellik görmekteyiz. 

Fransa'daki Yakın Doğu Arkeolojisi Enstitüsü Başkanı Jean Vercoutter, 'Eski Mısır' adlı kitabında şunları yazar: 

Klasik Mısır tarihinin Eski Krallığı'nı, Orta Krallık'tan ayıran yaklaşık bir yüzyıldan fazla süren sosyal sıkıntılar ve yabancı sızmalardan ötürü yaşanan kargaşa dönemine, Birinci Ara Dönem diyoruz. Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre, çöküşün en temel nedeni muhtemelen fiziksel nitelik taşımaktadır.

MÖ 2300 yıllarına dek yeterince nemli bir iklime sahip olan Mısır toprakları, kuraklaşmaya başlamış, bunun sonucunda besin kaynakları azalmış ve komşu bozkırlarda yerleşmiş olan nüfus vadiye sığınmış, bu da ekonomik ve toplumsal sarsıntılara neden olmuştur.


Bölgedeki arkeolojik araştırmalardan elde edilen belgeler de, Akad Krallığı'nın ve Naram-Sin'in sonunu, şöyle özetlemektedir:

İletişim kesilir, haydutlar yolları tutar, sulama sistemi çöker. Sümer-Akad ülkesini, kararsız koşulların yarattığı bir felaket ve korkunç bir kıtlık sarar.

Savaş arabaları ve gemileri işe yaramaz bir şekilde terkedilmiş durumdayken; Naram-Sin, çuvaldan giysiler içinde, küskün ve bir başına kalmıştır.

Bu 'kaotik ve esrarengiz' durum, Naram-Sin'in düştüğü durumla birleşince, Nemrut'un, İbrahim karşısındaki aczini ve yıkılışını hatırlamamak mümkün değildir.

Hadis kaynaklarında, Nemrut'un ordusunun ve kendisinin Allah'ın azabıyla perişan olduğu kaydedilmektedir.

Hz. Musa ve Hz. İsa'ya dair tarihsel/bilimsel bulguları bir sonraki çalışmamızda ele alalım.


Kalın sağlıcakla.

 

 

Kaynakça:

https://www.ntv.com.tr/galeri/sanat/hz-ibrahimin-kenti-bulunmus-olabilir,1L2o8-SeyE6oherag4O4QA/WbnBP0thCEmv9J0NYl8Qsw
https://suleymanustun.com/ebla-tabletlerinin-gizemi#:~:text=Ebla%20Tabletlerindeki%20%C4%B0simlerin%20%C3%96nemi&text=Tevrat'tan%201500%20y%C4%B1l%20%C3%B6ncesine,%C3%B6nce%20var%20oldu%C4%9Funu%20teyit%20ediyordu.
https://www.akevler.org/AkevlerMakaleler/247/SonYor/10153/Mete-Firidin/Hz-Ibrahim-Ne-Zaman-Yasadi
https://www.akevler.org/AkevlerMakaleler/2151/SonYor/10153/Mete-Firidin/Hz-Nuh-Ibrahim-Yusuf-ve-Musa-Kronolojisi
https://www.yaklasansaat.com/eski_kavimler/ibrahim/ibrahim8.asp
Madrigal, Marc, Yaratılış ve Tarih, Kitab-ı Mukaddes Şirketi, 2015

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU