1 Mayıs 1977 Katliamı gerçeği üzerine

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe 

45 yıl önce Taksim Meydanı'nda toplanan kimi sol çevrelere göre 500 bin, kimilerine göre 400 bin, devlet kaynaklarına göre de 100 bin civarında işçi ve emekçinin uğradığı silahlı, bombalı saldırıda 42 kişi hayatını kaybetti.

Kazancı yokuşunda boğularak ve ezilerek hayatını kaybeden 29 kişinin 8'i kadındı. 126 kişi ise yaralandı.

Katliam tarihi üzerinden 45 yıl geçti; ama sorumlu güçler ve suçlular açığa çıkarılmadı, korundu.

20 Ağustos 2000 yılında kurulan 78'liler Girişimi'nin temel bir amacı özellikle simge katliam ve cinayetlerden hareketle 1974-80 üzerinden 12 Eylül darbesi ile yüzleşme/hesaplaşma idi.

Bu bağlamda 78'liler Girişimi 28 Nisan 2006'da 1 Mayıs 1977 Katliamını geçmiş yüzleşmesi/hesaplaşması bakış açısıyla ele alarak, kimlerin, nasıl, niçin ve hangi politik amaçlarla düzenlediklerini aydınlatmak için dosya açtı.

Bu makale bu çerçeve gözetilerek okunursa rolünü oynamış olur.

 
Sular İdaresi üzerinde olanlar

Komando Jandarma Üsteğmen Abdullah Erim yanındaki Astsubay Mehmet Çağlar ve yanlarındaki onbaşının olaylarla ilgili olarak alınmış ifadeleri var.

"Sular İdaresi üzerinden ateş edildiğini görünce, oraya hareket ettiklerini, ancak yukarıdan patlayıcı madde atıldığı için çarpışarak girdiklerini, o kişileri ellerindeki silahlarla yakaladıklarını, Emniyet Siyasi Şube'ye teslim ettiklerini" belirtiyorlar.

O dönemin "ünlü" işkenceci-infazcısı 1. Şube Müdürü Mete Altan "böyle bir şey olmadığını" söylüyor ama Taksim Sular İdaresi üzerinden İstiklal Caddesi tarafına doğru elleri başlarının üzerinde indirilenler kimlerdi o zaman?

Zaten "karakollarda görevli birkaç polis de jandarmanın ifadesini doğrulayan ifade veriyorlar."

Öte yandan katliamla ilgili en küçük çatlağı dahi kapatmak için olağanüstü çaba gösterildi.

Mesela Sular İdaresi üzerinden alınıp Emniyet'e teslim edilen, ellerinde uzun menzilli silahlar bulunan sivil giyimli unsurların silahlı fotoğrafları Adli Tıp'ta nasıl kayboldu?

 
The Marmara ya da zamane adıyla Intercontinental muamması (!)

Cumhuriyet gazetesi yazarı Şükran Soner, gazeteci olduğu ve Intercontinental otelinde ya da bugünkü adıyla The Marmara otelinde görevli polisler kendisini tanıdığı için otele girebiliyor ve şuna tanıklık ediyor:

Üst kata çıktım ve camlardan birinde ateş etmeye çalışan bir sivil gördüm...  Kalabalığı yararak bir kültür merkezine bir meydana giden panzerlerden birinin kırmızı elbiseli bir kadını ezdiğini de gördüm. Otelden silah atışı en az yarım saat devam etti.'


Soruşturmayı yürüten Toplum Suçları Bürosu Savcısı Muhittin Cenkdağ, "Meydana ateş edilen noktalardan biri olan Intercontinental oteline o gün için müşteri alınmaması emrinin verilmesine rağmen olaydan önce havalimanına gelen ABD'li bir grup ateş açılan kata yerleşiyor, olay biter bitmez oradan ayrılıp ülkeyi terk ediyor" diyor.

Savcı'yı doğrular nitelikte şu konuşma, polis telsizi, 2.bant, çözüm s.1'de yer alıyor:

- Havalimanına soralım gelecek misafirlerin saati belli oldu mu?
- Merkez 144 anlaşıldı.
....
- 132.
- 132 dinliyorum.
- Havalimanına soruldu. Misafirlerin saat 14.00'de geleceği söylendi.


1 Mayıs günü Intercontinental otelinden sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Mehmet Akzambak…

Akzambak ve beraberindeki polislerin, 4.5.6.7. ve 8. katta Amerikalı grupla oynadığı role ilişkin iddialar hakkında herhangi bir işlem ve bir soruşturma yapılmadı.

 
Beyaz Renault ve Alaattin ismi başka bir muamma(!)

Intercontinental otelinin altındaki garajdan Kazancı Yokuşu'nun altına çıktıktan sonra dolanarak Sıraselviler Caddesi üzerinden meydana giren ve halka sağlı sollu ateş ederek Gümüşsuyu'na yönelen, yine aynı güzergahta sağlı sollu ateş ederek geri dönen beyaz Renault'un içindekiler kimlerdi?  

İstanbul Emniyeti'ne ait olduğu iddia edilen bu araçta "Alaattin adlı sivil giyimli bir subay görevlinin bulunduğu" iddia edildi, bunun açıklaması nedir?

 
"Panzeri halkın üzerine sür"

Ölümlerin önemli bir kısmı Kazancı Yokuşu'nun başında park edilen kamyonet ile halkın üzerine sürülen panzerlerin baskısı arasında sıkışma sonucu gerçekleşiyor.

Nitekim iddianamede "Emniyet Müdürü'nün, Vali'nin görevlerinde ağır kusuru vardır" deniliyor.

Mesela panzeri süren şoför ile "Amirim" dediği kişi arasındaki telsiz konuşmaları var dosyada.

Amiri, "Panzeri halkın üzerine sür" diyor.

Şoför, "Halkın üzerine sürersem vatandaş ölür" diye karşılık veriyor.

Amir, emrini tekrarlıyor; "Sür" diyor.

Polis telsiz konuşmalarının kaydedildiği bantlardan anlaşıldığına göre, kodu "6" numara olan Emniyet Müdür Yardımcısı, "Panzerler meydana doğru yürüsün" emrini veriyor.

Emniyet Müdür Yardımcıları Zeki Tamay ve Salih Bora'nın Savcılık anlatımlarından dahi polis panzerlerinin "sinyal çalarak, su sıkarak ve gürültü bombası atarak" halkın üzerine yürüdükleri anlaşılıyor.

Panzer şoförlerinin anlatımları da bu doğrultuda.

Gerçekten de paniğin önemli bir nedeni panzerler olacaktı, hatta ölenler arasında panzerlerin ezdiği kişiler de vardı. Toplum Suçları Bürosu Savcılarının düzenledikleri iddianamede de bu gerçek şöyle dile getiriliyor:

...Açılan seri atışları takiben alanın içinde ve dışında görevlendirilen panzerlerin siren çalmaya başlamaları, halkın arasında alanın o tarafına bu tarafına ilerlemeleri, ses bombaları atmaları ve bir yerlere sığınan halkın üzerine su sıkmaları, ateş açmaları normal muhakeme ve soğukkanlılığını büyük ölçüde yitirmiş, can korkusu içindeki bu 100 bin kişilik kitlenin panik içine düşmesini süratlendiren diğer bir etken olmuştur.


İddianameyi düzenleyen savcıların birtakım gerçekleri saptamalarına karşın bu konularda hiçbir şey yapmamış olduklarına ayrıca değinmeli. Ama bu noktada şu gerçekleri bir an için alt alta sıralayalım:

Halk paniğe kapılıyor ve panik de ölümleri getiriyor.

Bunca kişinin ölmesi ve yaralanması bu panik sonucunda oluyor.

Panik çıkmasının nedenlerinin başında da hiç şüphesiz polis panzerleri geliyordu

O halde, panzerleri halkın üzerine salan, halkı ezdiren, bir yerlere sığınmaya çalışan insanların üzerine su sıkan, ateş açan, kalabalığın arasına ses bombaları atan sorumluların da 1 Mayıs 1977 davasında "sanık" olmaları gerekmez miydi?

Panzerleri halkın üzerine sürmek için ısrarla emir verenler ve panzerleriyle su sıkıp, siren çalarak, bomba atarak ve ateş ederek 42 kişiden 29'unun ezilerek ölmesine sebebiyet veren emniyet müdürleri, İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararına rağmen bulunamadılar. Neden?

Bütün bunlar mahkeme dosyasında olduğu halde, panzerin altında kalıp ölenler, yaralananlar olmasına rağmen hiçbir işlem ve hiçbir soruşturma yapılmadı. Neden?
 

1 mayıs.jpg
Fotoğraf: Bianet

 

'Kaybolan bombalar'

1 Mayıs 1977 Katliamı davası Savcısı Çetin Yetkin anlatıyor:

Bir de Kazancı Yokuşu'nun başında torba içinde bulunan patlayıcı maddeler var. Bu maddeler adli emanete alındı. Bunun adli emanete alındığına dair makbuzu ben gördüm. Ancak, bu bombalar adli emanetten kayboldu. Adli emanetten bir delilin yok olması çok vahimdir. Bu olay çok daha büyük olacaktı. O bombalar kalabalığa atılacaktı. Ama o ilk anda bu bombaları taşıyan ya kaçtı ya yaralandı ya da öldü.


Evet, Kazancı Yokuşu'nda patlamamış olarak bulunan çok sayıdaki bomba hadisesi çok önemli.

"... Zabıtaca, alanın çeşitli yerlerinde üstünde ‘Torpil' yazılarını havi patlayıcı maddeler" ele geçirilmişti (İddianame, s.35). 

Toplum Suçları Bürosu Savcısı Muhittin Cenkdağ, bunları Hürriyet muhabiri Gündüz İmşir'e tanımlarken bu patlayıcı maddelerin "bir tenis topundan daha ufak" olduğunu söyleyecekti. Cenkdağ'a göre bunlardan yüzlerce bulunmuştu.

Daha sonraları İzmir eski milletvekili Süleyman Genç de bu konuda şu açıklamayı yapacaktı:

Benim evime atılan bombalarla ilgili soruşturmada doğru dürüst bir sonuca varamadık.
Ayrıca manyetik bomba dediğimiz özellikle tank patlatmada kullanılan, atıldığı zaman 20 saniyelik bekleme ve ısınma süresi olan yuvarlak bombaların kimin tarafından getirildiğini, kimin tarafından atıldığını maalesef bulamadık... (1 Mayıs'ta) Otelin önünden aşağıya inen yol üzerinde, Kazancı Yokuşu'nda bunlardan patlamamış olanları bulundu. Benim evime atılan bombanın aynısıdır. İkisini de gördük. Aynıydı. Bunlar yerden şöyle tarayarak gidiyor. Bunları bir de çelik borunun içine koyuyorlarmış, o zaman çelik boru ciddi tahribat yapıyor. Tavanı, duvarı çok rahat delip geçebiliyor. İstanbul Üniversitesi olayında kullanılan ve Halk Evleri'ne atılan bomba da bizim tespitimize göre aynı cinstendi.


Ancak…

Bombalar delil olarak saklanmadı!

Nerede oldukları ise hiç belli değil.

Saklanmaları tehlikeli bulunarak imha edildiklerine ilişkin bir tutanak da yok.

Ne olursa olsun çok daha büyük bir felaketin eşiğinden dönüldüğü kesin.

 
'Ne otopsi ne balistik'

1 Mayıs 1977 Katliamı davası Savcısı Çetin Yetkin anlatıyor:

Ben mahkeme aşamasına kadar tüm dosyayı incelemekle görevliydim. Tek tek inceleyince bir sürü eksiklikler ortaya çıkıyordu. Ekspertiz raporu alınmamıştı. Kaç kişinin yaralandığı, yaralananların nasıl ve ne şekilde yaralandıkları, sonraki durumları tespit edilmemişti. Sadece ölüler vardı elimizde. Tabancayla vurulmuş adam. Ne otopsi yapıldı ne de bir tespit. Sanıkların üzerinde yakalanmış tabancalar var. Bu adam hangi tabancayla vurulmuş bakılmadı. Mermiler elde edildi, tabancalar ve boş kovanlar bulundu. Ama balistik raporu yapılmadı. O kovanlar bu silahtan çıktı mı çıkmadı mı ona da bakılmadı.


'Fotoğraflar kayboldu, dosya küçüldü'

1 Mayıs 1977 Katliamı davası Savcısı Çetin Yetkin anlatıyor:

Olay öncesinde, sırasında ve sonrasında çekilen fotoğraflar ve filmler incelenmedi. Silahla ateş ederken fotoğrafları çekilen ve yüzleri açıkça görülen kişilerin fotoğrafları polis arşivlerinde bulunanlarla karşılaştırılmadı, kim oldukları araştırılmadı. Ben kendim bir kısım fotoğrafları toparlamıştım. Fotoğrafların arkasını mühürleyip mahkemeye verdim. Fotoğrafların büyütülüp yüzlerinin ve ellerindekilerin belirlenmesi için Adli Tıp'a gönderildi. Sadece bir yazı geldi. O fotoğraflar sonra ortadan kayboldu. Ben incelediğimde oldukça kalın olan dosyanın sıkıyönetim mahkemesine küçüldüğünü biliyorum.

 
Solcuları suçlama

"Yaşanan olayın hiçbir şekilde soruşturmasının yapılmadı" dedikten sonra Yetkin, şöyle devam ediyor:

1 Mayıs 1977 olaylarından 28 gün sonra iddianamesi hazırlandı. Yaklaşık 10 klasördü.  Ateşli silahla öldürülmüş, yaralanmış kişiler var, elde silahla yakalanmış kişiler var ve ortada boş kovanlar var. Mesleğe başlayan biri bile eldeki silahlarla cesetlerden çıkan mermileri ve boş kovanları karşılaştırır. Ama bu bile yok. Tanıklar var, çok kesin şeyler söylüyorlar, buna rağmen olayın üzerine gidilmiyor.

O dönem Milliyetçi Cephe Hükümeti iktidardaydı. Eğer böyle bir solcu grup hesaplaşması olsaydı bu, iddianameye olduğu gibi konurdu. Bundan iyi fırsat olmazdı. Fakat bu yapılmamıştır ve iddianamede, 'asıl failleri bulamadık, tarihe havale ediyoruz' deniyor. Ben böyle iddianame hayatım boyunca görmedim.


Sola yönelik bu tür suçlamaların ilk olmadığını söyleyen Uğur Mumcu'nun 6 Mayıs 1977 tarihli yazısında dediği gibi, ''Yassıada duruşmalarına kadar 6-7 Eylül olaylarının solcular tarafından yapıldığı ileri sürüldü. İleri sürmek ne kelime, birçok solcu bu gerekçeyle tutuklanmış, aylarca hücrelerde kalmış…"

 

 

Kaynak:

1.  Mayıs 1977 Katliamı iddianamesi.
2.  1 Mayıs davası iddianamesini hazırlayan 5 Toplum Suçları savcısı ve İstanbul 2. Ağır Ceza mahkemesi savcısı Çetin Yetkin…
3.  4 Nisan2012'de Ankara da açılan 12 Eylül davası belgeleri…
4.  1 Mayıs olaylarının 10. Yılında soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Muhittin Cenkdağ…
5.  Gazete ve dergiler…

(1 Mayıs 1977 katliamının kimler ve nasıl düzenledi boyutu ifade edilmiş oldu...  Niçin, hangi politik amaçlarla düzenlendiği, dönemin düzen ve düzen alternatifi iddiası taşıyan siyasetçileri boyutuna yarınki yazımızda devam edilecek) 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU