Çanakkale geçilir!

Esedullah Oğuz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Biz duyguları her zaman aklının önüne geçen, olayları mantığı ile değil duyguları ile yorumlayan bir milletiz. Her olaya, her oluşuma abartılı duygularla yaklaşırız.

Bu yüzden ordumuz kahraman, parlamentomuz Büyük Millet Meclisi, liderimiz ulu önder, bize sıradan iltifatlarda bulunan bir yabancı büyük Türk dostudur. 

Birinci Dünya Savaşı ve ardından gelen Kurtuluş Savaşı'nda kazandığımız zaferlerin yıldönümlerinde duygularımız ramazan pidesi gibi kabarır, millet olarak duygu selinde yüzeriz.

Bizi millet olarak en fazla duygulandıran, göğsümüzü haklı olarak kabartan olay "Çanakkale Zaferi"dir.  

Zira o savaşta üzerimize gelen yedi düvele karşı etten bir duvar örerken ulus olarak 'Çanakkale geçilmez' diye haykırmış ve bunu tüm dünyaya ispatlamıştık. 


Çanakkale'de kimilerine göre 250 bin, kimilerine göre de 50 bin şehit vermiş ve yok olmaktan kıl payı kurtulmuştuk.

Rakamlar ne olursa olsun, Çanakkale'de yaşadıklarımız, eski deyimle ilimde irfanda, moda deyimle de bilim ve teknolojide geri kaldığımız için başımıza gelmişti.

Yani yeterince topumuz, tüfeğimiz, savaş gemimiz, cephanemiz olmadığı için.


107 yıl sonra geriye dönüp bakarken bir daha aynı felaketi yaşamamak için bugün acaba yeterince hazırlıklı mıyız?

Bilim ve teknolojide ne durumdayız?

Atatürk'ün hedef olarak gösterdiği muasır medeniyet seviyesine ne derece yaklaştık? 

Elbette son yıllarda silah sanayiinde bir sıçrama yaşadığımız yadsınamaz bir gerçek, dostlar bir yana bunu artık düşmanlarımız veya rakiplerimiz bile kabul ediyor.

Tankımızı, kısa menzilli füzelerimizi, topumuzu ve dronlarımızı artık kendimiz yapabiliyoruz.

Savaş uçağı yapım çalışmalarımız da sürüyor. 


Oysa 15-20 yıl öncesinde durumumuz hiç de iç açıcı değildi.

Kısaca hatırlayalım; dronları İsrail'den alıyorduk ve bu ülkeye tanklarımızı modernleştirme ihalesi veriyorduk. 

2003 yılında II. Körfez Savaşı'nda Türkiye'nin Saddam'ın Scud füzelerine karşı kendini savunacak füzesi yoktu; Patriot füzesi ve füze rampaları Hollanda'dan, onları kullanacak teknik eleman da Almanya'dan gelmişti.

Ama NATO müttefiklerimiz -sağ olsunlar- bizi uyarmayı da ihmal etmemişti:

Füzelerimizi PKK'ya karşı kullanamazsınız.


Hatırlayın, I. Körfez Savaşı sırasında da Türkiye'ye geçici olarak Patriot füzeleri yerleştirilmişti. 

Ve 1990'lı yıllarda durumumuz daha vahimdi.

Kurtuluş Savaşı'ndan sonra ilk defa kendi toprağımızda, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde askerlerimizi bir avuç terörist artığına esir veriyorduk.

Teröristler, güneydoğuda bazı ilçeleri basıp aylarca ellerinde tutuyor, sık sık yolları keserek devriye gezen askerleri esir alıp dağlardan yürüterek Kuzey Irak'a götürüyordu.

Ve kaçırılan askerlerimizi kurtarmak için her defasında milletvekillerimiz teröristlerin mağaralarına kadar gidip ricacı oluyorlardı.

Bunlar Türk milleti ve devleti için üzücü, üzücü olduğu kadar da yüz kızartıcı olaylardı. Çok şükür, o günler geride kaldı. 


Bugünse tamamen farklı bir durumdayız. Ordumuz birkaç ülkede aynı anda operasyonları başarıyla gerçekleştirirken, ona yakın ülkede askeri üssümüz bulunuyor.

Rusya ve ABD'ye rağmen Suriye, Libya ve Akdeniz'de çıkarlarımızı koruyor, Yunanistan ve Güney Kıbrıs'ın hamisi kesilen AB'nin kurusıkı tehditlerine gülüp geçiyoruz.

Ve 30 yıldır işgal altında olan Dağlık Karabağ'ı kurtarmak için Moskova'ya rağmen bilfiil Azeri kardeşlerimizin yanında yer alıyoruz.

Bunlar elbette, her Türk'ün göğsünü kabartan gelişmeler.

Peki, ama yeterli mi?


Bugün Türkiye insani kalkınmışlık endeksinde 160-170 ülke arasında 80 ile 50'nci sıralar arasında bir yerlerde yer alıyor.

GSMH'si 10 bin doların altında ve 200 civarındaki Türk üniversitesinden sadece 10'u -o da en iyi ihtimalle- uluslararası standartta. Diğerlerinin orta düzeyli bir liseden farkı yok.

Eskiden dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasına en az 3-4 Türk üniversitesi girerken, şimdi ilk bin arasında tek tük Türk üniversitesi yer alabiliyor.

Ve bilimsel makale yayınında İran bile bizden önde. 


Buna karşın ekran ekran dolaşıp her akşam farklı bir konuyu konuşan emekli generallerden ve profesörlerden oluşan uzmanlarımızın, çoğu bırakın tartıştıkları bölgelerin dillerini ve kültürlerini, uluslararası bir dil olan İngilizceyi bile yeterli düzeyde bilmiyorlar.

Bir emekli Paşamız, Orta Asya'yı anlatırken "Özbekistan Hazar Denizi'yle sınırdaş" derken, ünlü bir tarihçimiz de "Babür'ün mezarı Afganistan'ın Herat kentinde" diyor.

Oysa bu, "Edirne İran'a komşu" veya "Atatürk'ün mezarı İstanbul'da" demek kadar yanlış.

Ama sunucu dahil stüdyodaki konukların hiçbiri doğrusunu bilmediği için kimseden itiraz gelmiyor.

Orta Asya'da ortaokul öğrencilerinin bile bildiği bir şeyi, bizim anlı şanlı uzmanlarımız bilmiyor. 

Elbette yabancı bir ülkedeki coğrafi bir bölgenin adını veya bir hükümdarın mozelesinin yerini bilmek çok da önemli değil.

Ama bu, en gözde (sözde) uzmanlarımızın bilgi düzeyini gösteriyor. 


Tüm bunlar ışığında, elimizdeki tüm olanakları göz önüne alarak, duygusallıktan uzak bir şekilde, kendi kendimize samimi olarak sormamız gereken soru şudur:

Yine 107 yıl önceki gibi benzer bir felaketle karşılaşırsak, gönül rahatlığıyla "Çanakkale Geçilmez!" diyebilir miyiz?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU