Baskıdan kaçış, umuda yolculuk: Ülkelerini terk etmek durumunda kalan Türkistanlılar ve 1950'li yıllarda Türkiye'ye göçleri

Prof. Dr. Zehra Aslan Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Hem Çarlık hem de Bolşevik dönemlerde Rusya'da türlü müşkülatlarla karşılaşan Türkistanlılar, 1950'ye kadar Osmanlı son döneminde, erken Cumhuriyet ve II. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye topraklarına kısmi göçler gerçekleştirdiler. 

Demokrat Parti iktidarıyla birlikte Türkistanlılara ve anavatana gelme arzusu duyan göçmenlere daha çok cesaret veren uygulamalar yapıldı.
 

1.jpg
Kaynak: Abdülhamit Koçar, Esaretten Hürriyete Bir Türkistanlının Hatıraları

 

Türkistanlıların, "bağımsızlık için mücadele" hedefi doğrultusunda vatanlarını terk etmeye karar vermeleri, bir dizi gelişmelerin sonucunda oldu.

Bu dönemde göç kararı alınmasındaki temel neden, Bolşevik Devrim sonrası Türkistan'da uygulanan ve halkın tepkisini çeken sistemdi. 

Tepki gösterilen uygulamaların başında ise tahıl ekiminin yasaklanması, bu yasağa uymayarak kendi iaşesine yetecek kadar ekim yapan köylünün ağır cezalara çarptırılması, "Kolhoz" ve "Sovhozlar"da halkın sadece boğaz tokluğuna ağır şartlarda çalıştırılması, açlık, sefalet, pahalılık, Sibirya'ya sürgün ve ibadet yasağı gibi nedenler sıralanabilir. 


"Sonuçta kanımız bir, dinimiz bir, atamız bir"

Devrimden sonra Türkistan'da ibadethaneler ibadete kapatılmıştı. Bu yasağı delmeye çalışanlar, sert muamelelerle karşılaşabiliyordu.

Türkistan'daki sıkıntıları ailesiyle birlikte yaşayanlardan Abdülhamit Koçar, bayram namazı için gittikleri kasabalarındaki camide 80 yaşındaki bir hocanın minbere çıkıp hutbe okumaya başladığı sırada 40 kadar silahlı Rus askerinin camiyi basarak cemaate saldırdığını hatıralarında belirtmektedir. 

…Cemaati dipçikleyerek mescitten dışarı çıkarttılar. Birkaç Rus askeri yaşlı hocayı yere yatırıp öldüresiye dövdüler….galeyana gelen halkı durdurmak için önce havaya ateş açtılar. Öfkemiz dinmiyordu, elimize geçirdiğimiz her şeyi Rus askerlerine doğru fırlatıyorduk. Durumun gittikçe vahimleştiğini gören Rus askerleri cemaate karşı ateş etmeye başladı. Bu ateş neticesinde tahminimce beş kişi öldü, yirmi kişi yaralandı. 


Özgürlüklerine ve haklarına el konulduğuna inanan Türkistan halkı, erken bir tarihte silahlı mücadeleye başlamış fakat güç dengesizliği nedeniyle sonuç elde edilememişti.

Mücadele edebilmek için önce hayatta kalmak gerekiyordu.  

Bunun için mücadelenin ülke toprakları dışında gerçekleştirilmesi yönünde eğilim ağırlık kazandı ve 1920'li yılların başından itibaren başka ülkelere ilticalar başladı. 

Rahatlıkla örgütlenip, güçlenebileceklerine inandıkları ve ikinci vatanları olarak gördükleri Türkiye, gidilmesi düşünülen ülkelerin başında geliyordu.

Türkiye'den önceki önemli durak ise Afganistan'dı.


Bir Türkistan Atasözü: Bölingendi, böri yer! (Bölüneni Kurt Yer)

Afganistan'a ulaşmayı başaran Türkistan göçmenleri, burada Mübeşşir Han El Tirazi, Şir Muhammed Bek, Muhammed Şerif Hoca ve Buhara Emiri Alimhan gibi öncülerin etrafında gruplaşmaların olduğunu gördüler. Gruplar arasında birlik yoktu. 

II. Dünya Savaşı yıllarında Kabil'deki Türkistanlıların önderlerinden Şir Muhammed Bek, Ruslara karşı mücadele kararıyla Almanya ile bağlantıya geçmiş ve Türkistan Mücahit Komitesi kurulmuştu.

Türkistanlılar bir ileri adım daha atarak silahlı mücadeleye hazırlandı. Peşaver'e getirilen silahlar, gizlice Türkistanlılara dağıtıldı.

Bu arada taraf ülkelerle problem yaşamak istemeyen Afgan hükümeti, Türkistanlıların Almanya, Sovyetler Birliği ve Türkiye büyükelçiliklerine girişini yasakladı.  

Engellemelere rağmen Türkiye ile bağlantı kurmanın yolu arandı. 

Şir Muhammed'in görevlendirdiği Abdülhamit Koçar, o dönemde Kabil Üniversitesinde Eğitim Müşaviri olan Ethem Menemencioğlu'yla bağlantıya geçti. 

Koçar'ın anlatımına göre Şir Muhammed Bek'in mektubunu ilettiği Menemencioğlu, onlara "…bu işiniz çok yanlış. I. Dünya Savaşı sırasında binlerce Türkistanlı yok yere öldü. Bu hareketi yaparsanız yine yok yere ölecekler. Vatanınızı kurtarmanız çok doğal ama bunu güçlendikten sonra yapın" şeklinde bir tavsiyede bulundu.

Yine de Türkiye'nin görüşünü öğrenmek için aracılar devreye sokuldu. 

Ulaşmayı başardıkları Türkiye Büyükelçiliğinden aldıkları cevap ise bekledikleri gibi olmadı:

Almanya, Rusya ile yaptığı bu savaşta yenilecektir… Eğer siz savaşa girerseniz yenilirsiniz ve parçalanırsınız. Bu nedenle bu hareketten vazgeçin.


Bunun üzerine Şir Muhammed Bek, Türkistanlı kumandanlara mektuplar göndererek Sovyetler Birliğine karşı yapılacak hareket planından vazgeçildiğini bildirdi.

Savaş sonrasında Sovyetler Birliği'nin Afganistan'a yaptığı baskı sonucunda Türkistan Mücahit Komitesinin üyeleriyle bu süreçte mücadelenin içinde olan çok sayıda Türkistanlı tutuklandı. 

Gelişmeler, Türkiye'nin tavsiyesinin gerçekliği ve geçerliliğini de ortaya koymuştu:

Türkiye Devleti her zaman Türkistanlıların yanında oldu. Onlara yardımı esirgemedi. Türkiye'nin tavsiyesine uyup savaşa girmedik. Girseydik bu bizim için büyük bir macera ve büyük kayba sebep olurdu…"

Şir Muhammed Bek 

Abdülhamid Koçar, Esaretten Hürriyete…


Artık Türkistanlıların Kabil'de kalması zorlaşmıştı. 

Bu sefer de Afganistan'dan çıkmanın yolları aranmaya başlandı.

Türkistanlılar için seçeneklerin başındaki ülke, yine değişmedi.


"İkinci Vatan"a göç

Cumhuriyet Dönemi'nde 1923, 1926 ve 1934 yıllarında yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin göç politikalarını belirleyen üç ayrı iskân kanunu çıkartıldı. 

"Türklük" vurgusunun dikkat çektiği bu kanunlarda, ülkeye kabul edilecek göçmenlerin geldikleri yer, durumları ve aidiyetlerine göre yerleştirilmeleri söz konusuydu. 

Göçmenlerin gelişine zorunlu durumlar dışında sıcak bakıldığı söylenemese de ülke toprakları dışında kalan ve bulundukları ülkelerde baskıya maruz kalarak anavatana göç arzusu duyan Türk ve Müslüman halka karşı kayıtsız kalınmadı.

Bu halklar arasında Türkistanlılar önemli bir yer tutuyordu.
 

2.jpg
Kaynak: Abdülhamit Koçar, Esaretten Hürriyete Bir Türkistanlının Hatıraları

 

1950 yılının Şubat ayında yaklaşık 500 Türk ve Müslüman göçmen, Sincan Bölgesi'nden ve Hindistan'dan göçe başladı. Türk hükümeti, bu göçmenlerin bir bölümünün veya tümünün kabul edilmesi yönünde bir tutum izledi.

1950 yılının Şubat sonuna gelindiğinde Rusya'dan Türkiye'ye, sıkı kontrollerden dolayı, ayda sadece 1 kişi, Ocak 1952'ye kadar da toplam 9 kişi giriş yapabildi. 

Bu arada Sovyet Rusya'dan kaçmayı başarabilen farklı ülkelere sığınmış Türkistanlı göçmenlerin de Türkiye'ye yerleşme talepleri oluyordu. 

1952 yılının Eylül ayında Pakistan'a sığınan ve Pakistan hükümeti tarafından iskânları yapılan 200 göçmen, Türkiye'ye gitme isteklerini resmi makamlara iletmişti.

Gelen göçmenleri milli mesele olarak gören Türk hükümeti,  Türkistan Türklerini ilgilendiren önemli bir kararı uygulamaya koydu.

Afganistan'a sığınan 800 Kazak Türk'ünün Doğu Türkistan'a geri gönderilecekleri bilgisinin alınması üzerine Türkistan'dan gelecek göçmenleri kabul edeceğini açıkladı. 

Açıklamanın ardından da 103 kişilik kafilenin ilk grubu, Doğu Türkistan ve Moğolistan'dan Türkiye'ye doğru yola çıktı.

Yine 1952 yılının Ekim ayı sonunda 103 Kazak, Türkiye'ye yerleşmek için Keşmir'den hareket etti.

Başbakan Adnan Menderes'in özel çabasıyla 1952 yılında Hindistan ve Pakistan'dan gelen göçmenler, "mülteci göçmen" olarak Türkiye'ye alındı.

Bir diğer önemli gelişme 1952'nin Eylül ayından itibaren Türkistanlı göçmenlerin, "iskânlı göçmen" statüsünde yerleştirilmesine başlanmasıydı. 

14 Haziran 1954 tarihinde Keşmir'den yola çıkan 58 Kazak göçmen Türkiye'ye kabul edildi. 1954 yılı içerisinde ise toplam 1379 göçmene Türkiye'ye giriş vizesi verildi. 

1955 yılının Şubat sonuna gelindiğinde Türkistan'dan gelmesi beklenen 1850 göçmenden 1800'ü, bu yılın kasımına kadar Türkiye sınırından giriş yapmış durumdaydı.


Türk hükümetinin desteği ve ikinci vatanda yeni bir hayat

Türkiye'nin doğu sınırlarından giriş yapan Türkistanlılar, öncelikle İstanbul'da Zeytinburnu, Sirkeci ve Tuzla misafirhanelerinde konuk edildiler. Buralarda kaldıkları süre içerisinde ihtiyaçları karşılandı. 

Göçmenlere, misafirhanelerde Türkçe dersler ile Türkiye hakkında bilgi verildi ve küçük el sanatları öğretildi. Eğitimlerini tamamladıktan sonra da iskân mahallerine gönderildiler.

Türkiye'ye gelen iskânları yapılmış göçmenler, kısa sürede üretici durumuna geçirildi. Meslek sahibi olanlar mesleklerini icra edecek imkânlara kavuşturuldu. 

Örneğin Salihli'ye gönderilen 50 aile, deri işleme zanaatını bildikleri için kısa sürede yerli halkla kaynaştı ve ticaret yaparak servet sahibi oldu. İstanbul'da kalan Kazaklar da deri ticaretiyle uğraşmaya ve bu sektörü tamamen kontrollerine almaya başladı. 

Meslek sahibi olmayan göçmenler, yetiştirme merkezlerinde halk eğitimine tabi tutuldu ve onlara dikiş, nakış, dokumacılık, marangozluk, demircilik gibi meslekler öğretildi.

1955 yılının sonuna gelindiğinde çalışamayacak durumda olan ve Türkistan'dan gelip iskânları yapılan fakat henüz üretici haline gelmeyen göçmenlerin sayısı 1500 civarındaydı. Bu durumdaki göçmenlerin iaşeleri için maddi yardım yapıldı.

Ayrıca Türkistan'dan gelen ve çok fakir oldukları belirtilen bazı ailelere, bir defaya mahsus olmak üzere giyecek eşyası verildi. Öğrencilerin masrafları karşılandı.

İskânı yapılan göçmenlerin, barınma sorununu çözmek için Kayseri'nin, Musahacılı, Sindelhöyük, Kocahacılı, Karacaviran, Kopçu ve İlyaslı köylerinde göçmen evleri inşa edildi.

Göçmenlere Manisa'nın Salihli, Niğde'nin Ulukışla, Konya'nın İsmil-Ereğli, Kayseri'nin Develi-Yahyalı-Yeşilhisar ilçeleri ve Aksaray'ın Sultanhan köyünde yerler tahsis edildi. 

Türkiye'nin farklı yerlerine gönderilen Kazak Türklerinden 165 hanelik bir grup, 1954 yılında temeli atılan ve 30 Temmuz 1955 tarihinde ilk yerleşimi yapılan, Altay köyüne yerleştirildi.

Kendi evlerini inşa etmek isteyen göçmenlere de yardım yapıldı ve Türkistan göçmenlerinin iskân ve iaşesi için bütçeye ek ödenekler konuldu.
 

3.jpg
Kaynak: Abdülhamit Koçar, Esaretten Hürriyete Bir Türkistanlının Hatıraları

 

Türkiye'nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi'nin sekiz üyesi tarafından, mülteci ve nüfus fazlalıkları ile karşılaşan ülkelere yardım için 1956 yılında bir iskân fonu kurulmuştu. 

Sürekli göçmen akışının olduğu Türkiye, bu yardımlardan öncelikli olarak yararlanması gereken ülkeler arasında gösterildi. 

Yardım kapsamında Orta-Anadolu'da Türkistan göçmenleri ile nüfus fazlalıklarının iskân edilecekleri 100 meskenli bir köy kurulması için destek sağlandı.

Yine fondan yapılan kredi yardımıyla İstanbul Tuzla'da bin mülteciyi barındıracak, mesleki yetiştirme tesislerini de kapsayan bir modern kabul merkezi inşa edilmesi ve Muş ovasında bir kısım arazinin ıslahı yoluyla kıymetlendirilmesi planlandı.

Aslında iskânı tamamlananlara normal şartlarda iaşe yardımı yapılmıyordu. Sadece bazı vilâyetlerde henüz yeni iskânları yapılan ve üretici durumuna geçmemiş bir kısım göçmenden hasta ve malul durumunda olanların iaşeleri karşılanıyordu.

Göçmenler için devlet eli ve emanet suretiyle köy ve şehir tipi evler inşa edildi. 
Toplu iskânların olduğu yerlere köy ve mahalleler kurularak okul, ibadet yerleri yapılması planlandı.

Süreçteki tutumuna ve elde edilen sonuçlara bakıldığında DP hükümetinin göçmen ve iskân politikası, tüm kesimlerin hatta muhalefetin de takdirini kazandı. 

Siyasi gerginliğin yavaş yavaş tırmanmaya başladığı bir dönemde CHP Tunceli Milletvekili Arslan Bora, Mecliste grubu adına yaptığı bir konuşmada "Bulgaristan-Türkistan- Suriye'den gelen göçmenlerin yerleştirilmeleri ve müstahsil hale gelmeleri hususunda hükümetin sarf ettiği gayretleri takdire lâyık buluruz" demişti.


Sovyet Rusya, Türkistan Türklerine sistemli bir politika uygulamaktadır

Türkiye'nin Türkistan göçmenlerine bakışı, ana dilleri kaybettirilen, zorla sürgün ettirilen Türkistan Türklerinin Rusya'nın uyguladığı sistematik politikalar sayesinde yeryüzünden silinme noktasına geldiği yönündedir.

Bu anlayışın bir yansıması olarak Türkiye'ye göç eden Türkistanlılar, faaliyetlerini hız kesmeden sürdürebildi. 

Öncelikle Türkiye halkına, Türkistan davasını anlatan toplantılar yapıldı. Örgütlenmeye gidildi. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Türkiye, Türkistan davasının dünyaya duyurulmasında en önemli duraklardan birisi haline geldi.

Bu faaliyetlerden birisi Türkistanlılar Yardımlaşma Derneğinin, Veli Kayyum Han'ı 1956 yılında Adana'ya davet etmesidir. 

Eşiyle birlikte Türkiye'ye gelen ve civar şehirlerden gelen Türkistanlılarca coşkuyla karşılanan Kayyum Han, resmi makamlar ve onuruna bir davet veren DP İl Başkanlığı tarafından da ilgi görmüştü.  
 

4.jpg
Kaynak: Abdülhamit Koçar, Esaretten Hürriyete Bir Türkistanlının Hatıraları

 

Bazı durumlarda öncelikler değişse de Türk kamuoyu ve Türk hükümeti her dönem Türkistan davasını ve Türkistan Türklerini önemsemiş, imkânları nispetince destek de vermiştir. 

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Türkistan'da yaşananlar dile getirilerek tepki gösterilmiştir. 

Türkistan Milli Birlik Komitesi'nden gelen taleplere kayıtsız kalınmamıştır. 

Bu tutumun da bir sonucu olarak Türkistan göçmenleri, kabul edildikleri ülkelerdeki yetkililere Türkiye'ye gitme taleplerini iletmişlerdir.

Türkiye'ye geldikten sonra yeni hayatlarına kısa sürede intibak ederek, devletin de desteğiyle, kısa sürede üretici durumuna geçmişlerdir.

Bu tutuma ek olarak tarihten gelen kültürel güçlü bağların da etkisiyle Türkiye, Türkistan Türkleri tarafından "ikinci vatan" ve "Her Türk'ün hürriyet ve istiklalinin Kâbe'si" olarak görülmüştür.

 

 

Kaynaklar:

Zehra Aslan, Türkiye'de Göç ve Göçmenler (1914-1960) Karadeniz, Batum, Bulgaristan, Türkistan Türkleri ile Romanya Yahudileri, Libra Kitap, İstanbul 2020.

Zehra Aslan, "Demokrat Parti Döneminde Türkiye'nin Türkistan Türkleri ile İlişkileri", 20.Yüzyıl Başlarından Günümüze Türk Dünyası'ndaki Siyasi, İktisadi Ve Kültürel Gelişmeler Uluslararası Sempozyumu, Kyrgyzstan, 24 - 27 April 2018.
Abdülhamit Koçar, Esaretten Hürriyete Bir Türkistanlının Hatıraları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 2021.
Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi
Foreign Service of the United States America 
Kübra Yücel, Yeni Türkiye ve Dış Göçler, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2010.
Milliyet
Saya Gabbasova, Altaylardan Anadolu'ya Göç Eden Kazak Türklerinde Sosyo Kültürel Yapı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Ankara 2017.
TBMM Arşivi

•    Türkistanlı Yazar Çağatay Koçar ve kızı Yarkın Koçar'a teşekkürlerimizle…

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU