Merkez Bankası’na el atarken bin kez düşünelim…

Prof. Dr. Sadi Uzunoğlu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Para politikası yürütmek gibi temel işleve sahip Merkez Bankası (TCMB), doğal olarak, dikkatleri üstüne çekiyor. Uygulanan para politikası çerçevesinde, TCMB’ye, “Fiyat ve finansal istikrarı sağlama” görevi verilmiş. Yani enflasyonu hedeflenen düzeyde tutacak ve finansal piyasalardaki aşırı oynaklıklara müdahale edecek.

Enflasyon hedefini “Ne zaman tutturdu ki…” diye eleştirilen TCMB hedefi belirleyen kurum değil. Hedef ekonomi yönetimi tarafından belirleniyor. TCMB yalnızca bu hedefi tutturmak için hangi araçları kullanacağı konusunda bağımsızlığa sahip.

Gelgelelim işler bu kadar basit değil. Her Para Politikası Kurulu (PPK) öncesi TCMB üzerinde gerek ekonomi yönetiminden gerekse piyasadan faiz ve para politikası araçlarının uygulanması konusunda “ısrarlı ve yönlendirici”  baskılar geliyor. Biz içeride baskıları kanıksadık ama yurtdışından Türkiye’ye sermaye sağlayanlar Merkez Bankası’nın bağımsızlığının korunması konusunda ısrarcı.

Uzayan seçim sürecinde hükümetin büyüttüğü bütçe açıkları ve kamu bankaları kaynaklı kredi genişlemesiyle “Aman kur daha fazla yükselmesin”, “Enflasyonu daha da azdırmayalım” endişesindeki TCMB adeta “iki arada bir derede”. Yapabileceği fazla bir şey de yok…

Şimdi gelelim asıl konumuza.

Hükümet Mart seçimlerine hazırlanırken TCMB’nin yaklaşık 33 milyar TL olan 2018 karını Genel Kurulu öne çekerek erken tahsil etti. Böylece daha fazla bütçe açığı verilmesi ve kamu kesiminin borçlanmasının önüne geçilmiş oldu.

Seçim Mart’ta tam olarak sonuçlanamadı, İstanbul seçimleri Haziran sonuna kaldı. Bütçe, seçimi desteklemeye yönelik politikalar nedeniyle açık vermeye devam etti. Bütçe harcamalarının finansmanı için TCMB’nin eski karlarından biriktirdiği ihtiyat akçelerinin 40 milyar TL’sinin Hazine’ye aktarılması gündemde. Bununla da kalınmayıp her yıl kardan ihtiyat akçesine ayrılacak miktarın düşürülmesi dolayısıyla Hazine’ye aktarılacak karın artırılması hedefleniyor.

Hazine borçlanıp piyasadan para çekip harcayacağına Merkez Bankası’ndan alsın harcasın denebilir… Hem piyasada nakit sıkıntısı had safhada hem de ekonomide durgunluk yaşanırken…

FED başta olmak üzere ECB, BOJ gibi belli başlı merkez bankaları buna benzer politikalar uygulamıyorlar mı? Hem bakın devasa parasal genişlemeye rağmen enflasyon da olmuyor o ülkelerde…

Bunlar mantıklı savunmalar ama burası Türkiye…

Üretimi yetersiz ve ithalata aşırı bağımlı Türkiye ekonomisi döviz üreten bir ülke değil. Sürekli cari açığı ve yüksek dış borcu var. Dış borcun yaklaşık 310 milyar ABD doları özel kesime ait. Türkiye çok yüksek dış borç çevrim yüzdesine sahip.

Bu arada birçok yabancı yatırımcı hisse ve tahvillerimize yatırım yapmış. Yani TL’de “tedirgin biçimde” bekliyor. Diğer taraftan kendi ülke vatandaşlarımız da büyük ölçüde TCMB’nin “vadesiz ve faizsiz” borçlanma senedine güvenmediği için başka ülkelerin merkez bankaları tarafından ihraç edilmiş “vadesiz ve faizsiz” borçlanma senetlerini tercih etmiş. Yani yerli yatırımcı döviz cinsinden yatırım yapmak istemekte.

Yerli yatımcı dövize yöneldikçe kamu bankaları kendi görevleriymiş gibi yurtiçi ve yurtdışı piyasalarda döviz satarak “kurda istikrar” sağlamaya çalışıyor. Bu işleyişin ne kadar sürebileceği bilinmiyor ama hem kur hem de faizler birlikte kontrol ediliyor.

Dolayısıyla TCMB’den alınıp harcanacak paranın piyasalara ekstra likidite sağlayacağı ve bunun ekonomik faaliyetlerin canlanmasına mı yarayacağı yoksa döviz aracılığıyla enflasyona mı yansıyacağı konusu belirsiz.  Diğer taraftan kamu harcamalarının etkinliği, şeffaflığı ve denetlenebilirliği konusu var.

Yöntemin “yol olma” konusu ayrı bir sorun. Eğer iş dünyası, her sıkışma ve/veya seçimde “Nasılsa Hazine vergileri erteler, TCMB’den finansman sağlar” diye bir beklenti içine girerse bu işin önünü almak mümkün olmaz, iş dünyası ürün/hizmet fiyatlarını artırıp bekler…

Eğer Türkiye ABD, AB veya Japonya gibi tek paralı veya Çin gibi döviz üreten bir ülke olsaydı; sermaye girişlerine ve yabancı yatırımcıya bu denli bağımlı olmasaydı; YP cinsinden borcu ihmal edilebilir düzeyde olsaydı harcamaların finansmanında TCMB’nin devreye sokulması kabul edilebilirdi. Sakın unutulmasın: 

Ne kadar döviz varlık ve geliri o kadar TL emisyonu. 

Mevcut ortam içinde bizim için ana-denklem bu. Yine de “yanlıştan dönmek” için zaman hala var…

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU