Öğretmenlerin kimlik değişimi ve efendisine âşık olmak!

Zeki Sarıhan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Öğretmen sendikalarının üye sayıları bir süreden beri Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından her yıl temmuz ayında yayımlanıyor.

Son olarak 2 Temmuz 2021 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan istatistiklere göre, eğitim işkolunda örgütlenmiş sendikaların temsil oranlar şöyle:

Eğitim-Bir Sen 34.,8
Türk Eğitim-Sen 17,4
Eğitim-Sen 5,8
Eğitim-İş 4,1

 

Eğitim işkolunda 54 sendika daha var; ama bu dördü dışında hiçbirinin üye sayısı yüzde 1'e bile yaklaşamıyor.

Bu dört sendika da bütün öğretmenlerin yüzde 62,1'ni temsil ediyorlar. Üyelik ödentileri devlet tarafından ödendiği halde, meslektaşların yüzde 37 kadarı hâlâ örgütsüz!

Herhangi bir örgüte üye olmayanların öğretmenlerin üçte birinin epey üzerinde olması dikkat çekicidir.

Türkiye'deki öğretmen imajı, yüz yıldan fazla bir süredir, hatta öğretmen okulunun açıldığı 1848'den beri cehaletle savaşma görevi yanında, halkın haklarını savunan, halkı uyaran bir kimlikle birlikte anılır.

Öğretmenlerin hak arama bilincini yaymak için önce kendi haklarını savunması gerekmez mi?  


Öğretmenlerin bir kısmının örgütlenmeye soğuk bakmasının nedeni, geçmişte hükümetlerin bu konuda yarattığı korkuya yorulabilir.

Öğretmen örgütlenmesinin 110 yıllık tarihinde iktidarlar onların özgürce örgütlenmesini içine sindirememiştir. Ya öğretmenlerin örgütlenmesini yasaklamış, ya da bu örgütleri kendi vesayeti altına alarak zararsız hale getirmiştir.


Yasaklar ve denetim dönemleri

İkinci Abdülhamit'in uzun iktidar döneminde herhangi bir parti, dernek ve sendika kurmak yasaktı. Ancak aydınlar, Avrupa'daki gelişmeleri çeşitli yollarla izliyorlardı.

Hürriyet'in ilan edildiği 1908'de, alttan alta birikmiş demokrasi özlemleri birden su yüzüne çıktı. İlk öğretmen örgütü sayılabilecek Encümen-i Muallim, Cemiyeti Muallimîn, Edirne ve Bursa'da açılan Muallimler Yurdu bu dönemin ürünüdür. 


Fakat İttihat ve Terakki iktidarı kısa sürede bu örgütleri dağıtmış, 1918'e kadar öğretmenler örgütsüz kalmıştır.

Birinci Dünya Savaşı'nın yenilgiyle biteceği anlaşılıp İttihat ve Terakki iktidarının sonu görününce Mart 1918'de bir grup öğretmen yeniden harekete geçerek İstanbul'da okul müdürü ve yayıncı Ahmet Halit Yaşaroğlu'nun önderlik yapmasıyla Muallimler Cemiyeti'ni kurmuştur.

Fakat toplantı yasağı olduğu için ilk toplantısını bir parkta yapmak zorunda kalmıştır. 

Ateşkes Anlaşmasının imzalanması ve İttihatçı şeflerin ülkeyi terk etmesiyle bir serbestlik dönemine girilmiştir.

"Düveli Muazzama'nın aleyhinde bulunmadıkça" fikir ve siyaset hayatı ve bu arada örgütlenmek serbesttir. 


Öğretmenler koşulların elverdiği oranda bu fırsatı değerlendirmişler, Muallimler Cemiyeti'nin yanında Darulmuallimîn ve Darulmuallimat Mezunları, Mekâtibi İptidaiye Muallimleri Cemiyeti gibi derneklerde örgütlenmişler, kongreler yapmışlar, konferanslar vermişlerdir.

Fakat 16 Mart 1920'de İstanbul'un fiilen işgalinden sonra bir süre uygulanan toplantı yasakları örgütlenme hızını yavaşlatmıştır.

Gene de Mütareke İstanbul'unda öğretmen örgütlerinin oldukça canlı olduğunu, hatta 1920'de ve 1921'de ilkokul öğretmenlerinin maaşlarının ödenmesi için üç kez grev yaptıklarını biliyoruz. 


Anadolu'da durum

İstanbul'un işgali ve Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla Ankara'ya taşınan aydınların girişimleri sonucu Ankara'da da başta Ankara olmak üzere yurdun çeşitli merkezlerinde Muallimler Cemiyeti açıldı ve bunlar Türkiye Muallime ve Muallimler Birliği'ne bağlandı.

Anadolu'daki örgütlenmenin özelliği hükümetin bu girişimi teşvik etmesi, hatta nerdeyse zorunlu hale getirmesidir.

Antiemperyalist bir savaşın içinde bulunulduğu için hükümetle öğretmenlerin temel konularda aynı görüşte olmasını doğal karşılasak da birliğin örgütsel bağımsızlığının olmayışı, Maarif vekillerinin aynı zamanda derneğin başkanlığını da yürütmesi, öğretmen örgütçülüğünün makûs talihini de belirlemiş bulunuyor.


Ayrıntıları henüz incelenmeye muhtaç olmakla birlikte, Tek Parti hükümetlerinin 1930'da Birliği dağıttığı veya birliğin kendiliğinden dağıldığı anlaşılıyor.

M. Rauf İnan "Bir Ömrün Öyküsü" adlı anılarında İzmir Valisi bulunan Kâzım Dirik'in özel koruyuculuğu altında bu kentte bir öğretmenler derneği bulunduğunu, Ankara'dan gelen müfettişlerin "Yoksa bunlar komünist mi?" diye soruşturduklarını anlatır.

Zaten İttihat ve Terakki'de staj yapmış Tek Parti Dönemi yöneticileri, çalışanların her türlü örgütlenmesinden huylanmakta, en küçük bir kıpırtıda komünizm aramaktadır.

Zaten çok geçmeden de bu tip örgütleri resmen de yasaklayarak aydınların ancak iktidar partisinin resmî kuruluşu Halkevleri gibi derneklerde çalışmasına izin vermiş, hatta bunu teşvik etmiştir. 


1946'dan sonra

İnönü hükümeti, İkinci Dünya Savaşı'ndan "Demokrasi Cephesi"nden zaferle çıktığını görerek Türkiye'nin yerinin de Amerika'nın yanında olduğuna karar verince denetimli çok partili hayata geçmekten başka çare bulamamıştır.

Çıkarılan Cemiyetler Kanunu ile memur ve öğretmenlerin de dernek kurmaları serbest hale gelmiştir. Bir taraftan Ege Akdeniz, Orta Anadolu, Göller Bölgesi Köy öğretmen dernekleri kurulurken bir taraftan da kent ve kasabalarda öğretmenler dernekleri teşkil edilmiş, bunlar Ankara'da bir federasyon haline gelmiştir.

Federasyon yöneticileri, Demokrat Parti ile aynı görüşleri paylaşmaktadırlar. Bu durum on yıl boyunca sürmüştür. Tek Parti dönemine duyulan tepkiyle oluşan bir savrulma mı diyelim, yoksa Tek Parti döneminin bıraktığı oluksuz miras nedeniyle mi diyelim, bu dönemdeki öğretmen, 1918-23 dönemin ve Kurtuluş Savaşı yıllarındaki öğretmen kimliğinden hayli uzaklaşmış görünüyor…  


27 Mayıs'ın getirdiği özgürlük

27 Mayıs 1960 ihtilali ve onun getirdiği 1961 anayasası Türkiye'nin politik çehresini tamamen değiştirmiştir. Bu canlanmayı 1908 Hürriyet dönemine, 1918'de başlayan Mütareke dönemindeki canlanmaya, 1930-1950 arsında tek parti diktatörlüğünden kurtuluş sonrasına benzetebiliriz.

Kitleler, bu kez, önceki dönemlerden daha bilinçli ve kararlı olarak mücadele alanlarına atılmışlardır. Başlarını öğretmenlerin çektiği açıktır.

Köy Enstitüsü mezunlarının önderlik ettiği Bölge Köy Öğretmenler Dernekleri ve kentlerde solculaşan öğretmenler Türkiye Öğretmen Dernekleri Millî Federasyonu'nun yönetimini ele geçirmişlerdir.  

1965'te anayasanın verdiği haktan yararlanarak Türkiye Öğretmen Sendikası'nı kurmuşlardır. Federasyonu feshederek, mal varlığını da TÖS'e devrederek öğretmenlerin birliğini sağlamışlardır.

1965'ten sonra hükümet kuran sağcı ve Amerikancı hükümetler, TÖS'ün gelişmesini üye ve yöneticilerine çeşitli cezalar vermekle önlemeye çalışmakla kalmamış, emrindeki milliyetçi unsurları da TÖS'ün üzerine sürmüştür. 


Bu yazıda öğretmenlerin örgütlenmesine getirilen yasaklar ve onların mücadele ile kazandıkları örgütlenme hakkı üzerinde duracağım için TÖS'ün çalışmaları ve başarılarını sıralamayacağım.

Şu kadarını belirtmem gerekir ki, TÖS'ün karşısında kurdurulan Milliyetçi Öğretmenler Sendikası'nın üye sayısı TÖS'le kıyaslanamayacak kadar azdır.

TÖS, öğretmenlerin büyük bir kesimini bünyesinde toplamış, büyük kalabalıklarla yürüyüş ve 1969 boykotuyla da öğretmenlerin mücadele tarihinde unutulmaz bir iz bırakmıştır.


1971'de ve 1980'de yeni yasaklar

12 Mart 1971'de yarı faşist askerî darbesinden sonra yapılan anayasa değişikliği ile öğretmenlerin ve memurların sendika hakkı yasaklanarak ancak dernekleşme hakkı tanınmıştır. TÖS yargılama altına alınmıştır.

 Öğretmenler bu kez TÖB-DER'i kurmuşlar, TÖS de mallarını bu derneğe devretmiştir. 1975'ten sonra kurulan Milliyetçi Cephe hükümetleri döneminde TÖB-DER üyelerine yapılan onca baskı ve zulümden sonra 1979'da dernek Sıkıyönetimce faaliyetten alıkonulmuş, 12 Eylül 1980'de bu kez tam faşist denmeyi hak eden Kenan Evren yönetimi tarafından öğretmen örgütlenmesi bir kez daha yasaklanmıştır. İttihatçılar bir kez daha tam kadro iktidardadır!

Öğretmenlerin kendilerini ancak Öğretmen Dünyası, Abece gibi dergilerde ifade edebildikleri bu örgütsüzlük dönemi tam 10 yıl sürmüştür. Siyasi bir deprem kuşağı üstünde oturan Türkiye'de yasaklar ve özgürlük mücadelesi birbirini kovalamakta, adeta tarih tekerrür etmektedir. 


1980'lerin ikinci yarısında Türkiye liberalleşmeye çalışmakta, Avrupa Birliği'ne girmek için Batı'ya mesajlar vermektedir. Bundan yararlanan öğretmenler örgütlenme taleplerini dile getirmeye başlamışlardır.

Sonunda, "memurların sendika kuramayacağı" hükmünün Anayasa'ya konulmasının unutulduğunu keşfeden Mesut Gülmez ve Alpaslan Işıklı gibi akademisyenlerin de çabalarıyla 1990 yılında yeni dönemin ilk öğretmen sendikası Eğitim-İş kurulmuş, politik ayrılık nedeniyle altı ay sonra bunu Eğit-Sen'in kuruluşu izlemiştir.

Avrupa Birliği'ne göz kırpan hükümetler o kadar da liberal olmadıklarından bu sendikaları kanunsuz saymışlar fakat kapatma yoluna da gidememişlerdir.

Bu iki sol sendikanın kuruluşunu hükümete yakın sendikaların kuruluşu izlemiştir. Fakat bunların toplayabildiği üye sayları çok cılızdır. Tarihî öğretmen örgütlenmesi ve mücadelesi, iki sol sendikada yaşamaktadır. 

Birleşme için yapılan uzun uğraşlardan sonra 1995'te, Eğitim-İş ve Eğit-Sen aynı gün yaptıkları kongrede kendilerini feshederek her iki sendikadan kurucuların oluşturduğu Eğitim-Sen'i kurmuşlardır.

Fakat gerek Türkiye sorunlarına bakışları gerek mücadele yöntemlerine bakışlarındaki farklılıklar tartışmaları derinleştirerek 2005'te Eğitim-Sen'den ayrılanlar tarafından yeniden Eğitim-İş kurulmuştur. 

Yazımızın başında verdiğimiz rakamları yeniden hatırlatırsak, Eğitim-Sen, örgütlü öğretenlerin ancak 4,1'ini temsil edebilmekte, ayrıldığı Eğitim-Sen'in pastada alabildiği dilim ise 5,8'de kalmaktadır.

Milliyetçi Öğretmenler tarafından kurulan Türk Eğitim-Sen'in ikinci sendika olarak 17,4'ü temsil etmesi, hele hükümet yanlılarının yönetimindeki Eğitim-Bir-Sen'in diğer üç sendikanın toplamından epey fazla bir üyeye sahip hale gelmesi, üzerinde durulacak bir konudur.

Bu aynı zamanda Türkiye'nin 1990'dan sonraki hikâyesinin de bir göstergesidir. 


AKP iktidarının öğretmen örgütçülüğündeki politikası, öğretmenleri iktidara yaslanmış ve iktidar tarafından beslenen bir sendikaya yöneltmektir. Bununla birlikte mücadele eden öğretmenleri baskılamaktan da geri kalmamaktadır.

Sendikalı akademisyenlerden birçoğunun meslekten atılması bunun kanıtıdır. Hükümet, okul, il ve ilçe eğitim yöneticilerini Eğitim-Bir Sen üyeleri arasından seçmektedir.

Mesleğe başlayan her öğretmenin önüne okul müdürü tarafından Eğitim-Bir Sen üyelik formu konulmakta, bu sendikaya üye olursa atama ve yükselmede kayırılacağı söylenmektedir. 


Öğretmen profilindeki değişim

Öğretmen sendikalarının üye sayıları, Türkiye'de AKP'nin iktidarda bulunduğu son 20 yılda büyük bir kimlik değişimine uğradığını da gösteriyor.

Öğretmen kitlesi büyük çoğunluğu ile 1920 yıllarının başlarında, 1960'larda, 70'lerde ve 90'lerde taşıdığı mücadele azmini kaybetmiştir.

Onun yerini siyasi iktidarla uyum içinde, meslekteki kariyer ve yerini koruma düşüncesi almıştır. Bu durum, solun zayıflamasının da kanıtıdır. 


Gerçi bu dört sendikaya üye öğretmenlerin siyasi görüşlerinin kesin çizgilerle ayrılmadığı, her sendikada farklı siyasi görüşten öğretmenlerin bulunduğu ifade ediliyor ve bazı duyumlar bunu doğruluyorsa da bu bile öğretmenlerin büyük bir kimlik aşımına uğradığını gösterir.

Bir iktidar değişikliğinden sonra özellikle iktidar yanlısı sendikalardan, ötekilere üye kayması bekleniyor olsa da bunun kimlik kaybını gidermesi beklenemez.

Çünkü "her devrin öğretmeni", kimlikli bir öğretmen sayılamaz. "Araziye uymayı" huy haline getiren bir öğretmen kimliği saygın bir kimlik değildir.


Öğretmenler için yasaklı yılların çizelgesi, Türkiye'nin geçirdiği evreleri de anlatıyor. 

İkinci Abdülhamit dönemi  Yasak
1908-1909 Serbest
1909-1918 Yasak
1919-1923   Hem İstanbul, hem Anadolu'da serbest
1923-1930   Hükümetin bir organı gibi olmak koşuluyla serbest
1931-1945 Tamamen yasak
1946-1980 Serbest
1980-1990 Yasak
1990'dan günümüze Kimlik değişimi dönemi

 

1930-1946 dönemini nasıl değerlendirmeliyiz? Efendisine âşık olmak!

Türkiye'nin siyasi tarihini araştıranlardan başka öğretmen örgütçülerinin önemli görevlerinden biri de meslektaşlarının geçmişte örgütlenmek için nasıl mücadele ettiklerini, örgütlenmenin önüne çıkarılan yasaklar ve bundan günümüz açısından nasıl dersler çıkarılmasın gerektiğini araştırmaktır.

Bu konuda araştırmalar da yok değildir. Fakat ne gariptir ki bu arkadaşlar, 1930-1946 dönemindeki örgütlenme yasağı üzerinde durmamayı tercih ediyorlar.

Hatta bu yasağı mazur gösteren ve bunu onaylayan bir tutum içine girenler vardır. Çünkü bu meslektaşlarımız, o yıllarda öğretmenlerin iktidarda olduğunu farz ediyorlar.

Bu nedenle, hak almak için örgütlü bir mücadeleye gerek olmadığı kanısında oldukları anlaşılıyor. Bu tutum, sınıf mücadelesinde bir körlüğü ifade eder. 

Gariplik şuradadır ki, Türkiye aydınlarının önemli bir bölümünü oluşturan öğretmenler, Tek Parti döneminde kendilerini iktidarda saymaktadırlar. Bunun nedeni, iktidar hedefini laiklikle sınırlamalarıdır.

Zaten emekçi sınıflarının haklarını aramaları yasaklanmış, öğretmenler bir bakıma iktidar tarafından devşirilmiştir. Tek Parti Döneminde öğretmen örgütlenmesi o kadar gündemden çıkarılmıştır ki, eski örgütçüler bile yaşadıklarını unutmayı tercih etmişler, belge bırakma yoluna bile gitmemişlerdir! 

 

   

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU