Din ve sosyoloji ilişkisinin doğası

Abdullah Yargı Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Pinterest

Latince 'religio' (kutsal olana saygı) ve 'religare' (bir yükümlülük anlamında bağlanma), kelimelerinden türeyen 'din' terimi (religion), insanların kutsal veya ruhani olarak gördükleri çeşitli inanç ve uygulama sistemlerini tanımlar (Fasching ve deChant, 2001).

Tarih boyunca ve dünya genelinde bazı karizmatik liderler, hayata daha fazla anlam vermek ve evreni anlamak için dini anlatıları, sembolleri ve gelenekleri kullanmışlardır.

Bilinen her kültürde din bir şekilde mevcuttur. Genellikle belirli bir ruhban sınıfı öncülük eder ve halka açık bir şekilde uygulanır.

Din pratiği, bayramlar ve festivaller, Tanrı (veya tanrılar) ile şefaat, evlilik, cenaze hizmetleri, müzik, sanat, meditasyon, inisiyasyon, fedakarlık, hizmet ve kültürün diğer yönlerini içerebilir.


Dini inançlar son derece kişisel olabilir; ancak din aynı zamanda sosyal bir kurumdur. Sosyal bilimciler dinin temel sosyal ihtiyaç ve değerlere odaklanmış organize ve bütünleşmiş bir dizi inanç, davranış ve norm olarak var olduğunu kabul ederler.

Dahası, din tüm sosyal gruplarda bulunan hem kültürel hem de evrensel bir fenomendir. Örneğin, her kültürde cenaze ayinleri bir şekilde uygulanır; ancak bu gelenekler kültürler arasında ve dini bağlılıklar içinde farklılık gösterir.

Farklılıklara rağmen, bir kişinin ölümünü ilan eden sela benzeri çağrılar, ölen kişi için yapılan bakım (yıkanması veya yeni elbiseler giydirilmesi) ve defin ritüelleri gibi ortak unsurlar da bulunmaktadır.

Toplumların ve bireylerin dini yaşama biçimlerindeki farklılıklar ve benzerlikler, ayrıca bir din içinde yaşanan deneyimler, inançlar ve ritüeller sosyolojik çalışma için zengin materyaller sunmaktadır (Barkan & Greenwood, 2003: 116-129).


Tam da bu noktada, dinin toplumsala değen vechesi, din ve sosyoloji arasındaki ana bağın, ortaya çıkmasına sebep olur.

Din gibi güçlü ve insanlık tarihi kadar eski bir sosyal kurumu ile araştırma alanını 'sosyal' olan her şeye hasretmiş olan Sosyoloji disiplini arasındaki ilişki böylece tesis edilir.

Bu bağlamda makaledeki temel problemimiz 'din' ve sosyoloji arasındaki ilişkidir. Dolayısıyla bu makalede amaç; din ve sosyoloji arasındaki ilişkinin doğasını ele almaktır.


1. Klasik sosyolojide dine bakış

On dokuzuncu yüzyılda Avrupa'da meydana gelen sanayileşme ve sekülerleşme sonrasında üç sosyal teorisyen din ve toplum arasındaki ilişkiyi incelemeye çalışmıştır: Emile Durkheim, Max Weber ve Karl Marx.

Üçü de modern sosyolojinin kurucu düşünürleri arasındadır.


1.1. Emile Durkheim

Fransız sosyolog Émile Durkheim (1858-1917) dini 'kutsal addedilen şeylere yönelik inançlar ve uygulamalar sistemi' olarak tanımlamıştır. Ona göre kutsal; merak uyandıran, gizemli ve 'ilahi' kavramıyla ilişkili olağanüstü demektir.

Durkheim, profan (sıradan yaşam) ve kutsallık diye bir ayrım olduğunda toplumda 'dinin gerçekleştiğini/ortaya çıktığını' iddia eder. Örneğin; bir taş parçası salt gerçekliği itibarıyla kutsal veya profan değildir.

Ama eğer birisi onu bir mezar taşına dönüştürür veya başka biri peyzaj için kullanırsa, farklı anlamlar taşımaya başlar (Durkheim, 1995: 44).


Durkheim genellikle dini, toplumsal etkisi açısından inceleyen ilk sosyolog olarak kabul edilir. Her şeyden önce, dinin toplumla ilgili bir fenomen olduğuna inanmıştır.

Din, insanları birbirine bağlar (sosyal uyum), davranış tutarlılığını (sosyal kontrol) teşvik eder ve hayatın gerçekleri ve trajedileri (anlam ve amaç) sırasında güç sağlar.

Durkheim, doğa biliminin yöntemlerini kendi çalışmasına uygulayarak, din ve ahlakın kaynağının toplumun kollektif zihniyeti olduğunu; sosyal düzenin tutarlı bağlarının bir toplumdaki ortak değerlerden kaynaklandığını iddia etmiştir.

Pozitivist bir Fransız olan Durkheim, Yerli Avustralyalıların antropolojik verilerini incelemiştir. Temel ilgi alanı tüm toplumlar için dini yaşamın temel biçimlerini anlamak olan Durkheim, Aborjinlerin saygı duyduğu totemlerin aslında kendi toplum anlayışlarının ifadeleri olduğunu savunmuştur.

Ayrıca sadece Aborjinler için değil, tüm toplumlar için geçerli olduğunu savunmuştur (Durkheim, 1954: 150).


Durkheim için din 'hayali' bir şey değildir. Bilakis din fazlasıyla gerçektir; toplumun kendisinin bir ifadesidir ve gerçekten de dine sahip olmayan bir toplum yoktur.

Din, kolektif bilinçliliğin bir ifadesidir, bu da tüm bireysel bilinçlerin kaynaşmasıyla mümkün olur. Kolektif bilinç daha sonra kendi gerçeğini yaratır.

Kolektif bilinç ne kadar gelişmişse, inanç sistemi de o denli gelişmiştir. Şu halde, Avustralya Aborjinleri gibi daha az karmaşık toplumların, daha az karmaşık dini sistemlere sahip oldukları görülür.

Toplumlar diğer toplumlarla temas ettikçe, dini sistemler daha fazla evrensel olma eğilimi gösterir.


1.2. Max Weber

Durkheim, dini bir toplumsal istikrar kaynağı olarak görürken, Alman sosyolog ve politik iktisatçı Max Weber (1864-1920) onun toplumsal değişimin tetikleyicisi olduğuna inanmıştır.

Dinin ekonomik faaliyetler üzerindeki etkilerini inceleyen Weber, Protestan toplumlarının -Hollanda, İngiltere, İskoçya ve Almanya- en gelişmiş kapitalist toplumlar; en başarılı iş adamlarının da Protestan olduğunu fark etmiştir.

'Protestan Çalışma Etiği ve Kapitalizmin Ruhu' (1905) adlı kitabında, Protestan çalışma ahlakının kapitalizmin gelişimini etkilediğini iddia etmiştir.

Weber, bazı Protestanlık türlerinin, inananlarını çok çalışmaya, başarılı olmaya ve kârlarını anlamsız şeylere harcamamaya motive ederek maddi kazanç arayışını desteklediğini belirtmiştir (Weber, 2002: 9-12).


Weber kendi sosyolojik çalışmasında, insan eyleminin niyetini ve bağlamını yorumlama yöntemini tanımlamak için Almanca 'Verstehen' terimini kullanır (Macionis & Gerber, 2011: 32-33).

Weber sosyolojide doğa bilimlerinde olduğu gibi kesin neden-sonuç ilişkisine sahip sosyal 'gerçekliklerin' varlığına inanmadığı için pozitivist değildir.

Sosyal yaşamla ilgili bazı genel ifadelerin (genelleme) yapılabileceğine inanmasına rağmen, pozitivist makro önermeler yerine bağlantılar ve dizilerle, tarihsel anlatımlarla ve belirli vakalarla ilgilenmiştir.


Weber dini eylemleri 'kendi koşullarında' anlamlandırmayı savunur. Onun için din, en iyi biçimde insanın uhrevi kurtuluş ihtiyacı ve teodiseye verdiği cevap düzleminde anlaşılır.

İnsanlar, örneğin, dünyada neden haksız kazancın, kötülüğün ve ızdırabın olduğunu sorgular. Din, insanların teodise ile ilgili problemlerine cevaplar verir; kurtuluş için fırsatlar sunar.

Acı çekmekten kurtararak anlam güvencesi sağlar. Kurtuluş arayışı, servet arayışı gibi insan motivasyonunun bir parçası haline gelir.


1.3. Karl Marx

Alman filozof, gazeteci ve devrimci sosyalist Karl Marx (1818-1883) dinin sosyal etkisini de incelemiştir. Dinin, toplumun tabakalaşmasını yansıttığına, eşitsizliği koruduğuna ve statükoyu sürdürdüğüne inanmıştır.

Ona göre din sadece işçi sınıfının (proletarya) ekonomik acılarının tipik bir uzantısıdır. Din için kullandığı 'afyon' metaforu oldukça meşhurdur (Marx, 1973).

Marx, Aydınlanmanın ürünüdür, inancı akılla ve dini bilimle değiştirme çağrısını sahiplenir.

(Christiano vd. 125)


Daha sonraki etkisine rağmen Karl Marx, çalışmalarını on dokuzuncu yüzyıl kapitalizmine (daha sonraki yorumcularda olduğu gibi) etik veya ideolojik bir cevap olarak görmemiştir.

Marx, insanoğlunun gelişmesi uğruna tarafsız bir sosyoloji ve ekonomik teori kurguladığına inanmıştır. Marx'ın sahip olduğu anlayışta din, gerçeği gizleyen, takipçilerini yanlış yönlendiren, akıl için önemli bir engeldir.

Marx sosyal yabancılaşmayı toplumsal eşitsizliğin kalbi olarak görmüştür. Bunu sağlayan unsurlardan biri de dindir. Bu yabancılaşmanın antitezi özgürlüktür.

Böylece özgürlüğü yaymak, bireylere gerçeği sunmak ve onlara onu kabul etme ya da reddetme seçeneği sunmak anlamına gelir.


Kapitalizm, dine olan eğilimimizi bu yabancılaşmayı haklı çıkarmak için bir araç veya ideolojik devlet aygıtı olarak kullanır. Hristiyanlık, bu hayatta zenginlik ve güç toplayanların neredeyse kesinlikle ödüllendirilmeyeceğini öğretir (Zengin bir adamın Cennetin Krallığına girmesi bir devenin iğne deliğinden geçmesinden daha zordur...).

Dünyada baskı ve yoksulluğa maruz kalanlar manevi zenginliklerini geliştirirken, Tanrı'nın Egemenliği'nde ödüllendirilecektir. Şu halde Marx'a göre 'din, halkın afyonudur', çünkü onları yatıştırır ve duyularını ezici acıya köreltir (Marx, 1975: 175).


2. Din üzerine sosyolojik teorik perspektifler

Günümüz sosyologları genellikle üç temel teorik perspektiften birini uygularlar. Bu görüşler toplumu incelemek ve anlamak için farklı perspektifler sunar: İşlevselcilik, sembolik etkileşimcilik ve çatışma teorisi.

Bu paradigmaları uygulayan akademisyenlerin dini nasıl anladıklarını inceleyelim.


2.1. İşlevselcilik

İşlevselciler dinin toplumda çeşitli işlevlere hizmet ettiğini iddia ederler. Din, aslında, varlığı, değeri ve önemi nedeniyle topluma bağlıdır ve bunun tersi de geçerlidir.

Bu açıdan din, manevi gizemlere cevap vermek, duygusal rahatlık sunmak, sosyal etkileşim ve sosyal kontrol için bir yer yaratmak gibi çeşitli amaçlara hizmet eder (Berger, 1973: 126).

Din, cevaplar verirken ilahi varlıklar da dahil olmak üzere manevi dünyayı ve manevi güçleri tanımlar. Örneğin, 'Dünya nasıl yaratıldı?'; 'Neden acı çekiyoruz?'; 'Hayatımızda bir kader var mı?'; 'Öbür dünya var mı?' gibi soruların cevaplanmasına yardımcı olur.

Başka bir işlev olarak din, kriz zamanlarında duygusal rahatlık sağlar. Dini ritüeller, ortak tanıdık semboller ve davranış kalıpları aracılığıyla düzen, konfor ve örgütlenme getirir.


İşlevselci bir bakış açısıyla dinin en önemli işlevlerinden biri, sosyal etkileşim ve grupların oluşumu için yarattığı fırsatlardır. Sosyal ağın gelişmesini sağlar ve benzer değerlere sahip diğer insanlarla tanışmak için ortam hazırlar.

Ayrıca, grup uyumunu ve entegrasyonunu teşvik eder. Din, birçok insanın kimlik oluşumunda merkezi bir öneme sahip olduğu için, bireylerin diğer bireyleri 'grup içi' ve 'grup dışı' şeklinde kategorize etmesine neden olur (Bellah, 1964: 358).

Engizisyon mahkemeleri, cadı avcılığı ve anti-semitizm bu dinamiğin örnekleridir. Son olarak, din sosyal kontrolü teşvik eder: Uygun kıyafet tarzları, kanunları takip etme ve cinsel davranışları düzenleme gibi sosyal normları güçlendirir.


2.2. Çatışma teorisi

Çatışma kuramcıları dini, toplumsal eşitsizlik kalıplarının korunmasına yardımcı olan bir kurum olarak görürler. Örneğin, Vatikan muazzam bir servete sahipken, Katolik müminlerin ortalama geliri azdır.

Bu bakış açısına göre din, baskıcı hükümdarların 'Tanrısal meşruiyetini' desteklemek ve Hindistan'ın kast sistemi gibi eşitsiz sosyal yapıları tahkim etmek için kullanılmıştır (Johnstone, 2004: 362).


Çatışma teorisyenleri, neredeyse bütün dinleri, müminlerine, mevcut koşullardan memnun olmaları gerektiği fikrini teşvik etmekle itham eder; çünkü dinler ve misyonerleri bu konuda ilahi olarak görevlendirilmişlerdir.

Bu güç dinamiği, Hristiyan kurumlar tarafından yüzyıllar boyunca yoksul insanları fakir tutmak için, onlara 'gerçek' ödüllerinin ölümden sonraki hayatta verileceği fikrinin aşılanmasına neden olmuştur.  

Bu da mevcut dünyevi gerçekliklerinde yaşadıkları eksikliklerle ilgilenmemeleri gerektiğini öğretmek için kullanılmıştır. Çatışma teorisyenleri ayrıca bir dinde ruhban sınıfının, genellikle dini metinleri yorumlayarak veya ilahi olanla doğrudan iletişim kurarak uygulamaları, ritüelleri ve inançları dikte edebildiklerine dikkat çekerler.


2.3. Sembolik etkileşimcilik

İşlevsel ve çatışma teorileri dinin ve toplumun makro yönlerine bakarken, sembolik etkileşimcilik mikro yönlerine bakar. Dinin günlük yaşamımızda oynadığı rolü ve dini deneyimleri yorumlama şeklimizi inceler.

Yaşadığımız dünyayı inşa eden şeyin sosyal etkileşim olduğu fikrinden doğan sembolik etkileşimcilik, günlük yaşamın sembollerini ve etkileşimlerini inceler.

Başka bir deyişle, bireylerin sembolik dünyalar yaratmak için birbirleriyle nasıl etkileştiklerini ve karşılığında bu dünyaların bireysel davranışları nasıl şekillendirdiğini daha iyi anlamaya çalışır.

Dolayısıyla bu yaklaşım bireyler arasında tekrarlanan etkileşimler yoluyla toplumun nasıl korunduğunu ve yaratıldığını anlamaya yardımcı olan teorik bir çerçevedir (Collin, 2012: 1-27).


Sembolik etkileşimciler için bir toplumdaki bireyler onları kutsal saymadıkça, o inançlar ve deneyimler kutsal değildir. Bir kez kutsal kabul edildiklerinde, özel bir önem kazanırlar ve insanların yaşamlarına anlam verirler.

Yahudilikte Davut Yıldızı, Hıristiyanlıkta haç ve İslam'da hilal ve yıldız kutsal sembollere örnektir. Etkileşimciler bu sembollerin neyle iletişim kurduğuyla ilgilenirler.

Etkileşimciler bireyler arasında bire bir, günlük etkileşimler üzerinde çalıştıklarından, bu yaklaşımı kullanan bir bilim adamı bu dinamiğe odaklanan sorular sorabilir.

Dini liderler ve uygulayıcılar arasındaki etkileşim, dinin günlük yaşamın sıradan bileşenlerindeki rolü ve insanların sosyal etkileşimlerde dini değerleri ifade etme biçimleri; hepsi bir etkileşimci için çalışma konuları olabilir.


Sonuç

Din, kutsal veya manevi kaygılarla ilgili inançları, değerleri ve uygulamaları açıklar. Bu kısmı teolojiktir. Bununla birlikte din aynı zamanda sosyal bir kurumdur çünkü; toplumun ihtiyaçlarına hizmet eden inanç ve uygulamaları içerir.

Bu nokta din ve sosyolojinin kesiştiği en önemli yerdir. Din ve sosyoloji arasındaki ilişkinin doğası bu iki şeyin kesiştiği noktada belirir. Dini sosyolojik açıdan ele alan ilk düşünür sayılan, Émile Durkheim dinin 'kutsal addedilen şeylere yönelik inançlar ve uygulamalar sistemi' olarak tanımlar.

Max Weber ise sosyal değişim için bir güç olabileceğine inanır. Karl Marx, dini kapitalist toplumların eşitsizliği sürdürmek için kullandıkları bir araç olarak görür.

Bütün bu teoriler her toplumda şu veya bu şekilde bulunan dinin evrensel ve en önemlisi toplumsal bir kurum olduğunu gösterir. Binaenaleyh sosyolojik düşüncenin en önemli konularından biridir.

 

 

Kaynakça

  1. Barkan, S. E. & Greenwood, S. (2003). 'Religious Attendance and Subjective Well-Being among Older Americans: Evidence from the General Social Survey.' Review of Religious Research 45.
  2. Bellah, R. N. (1964). 'Religious Evolution.' American Sociological Review. 29.
  3. Berger, P. L. (1974). 'Some Second Thoughts on Substantive versus Functional Definitions of Religion.' Journal for the Scientific Study of Religion, 13.2: 125. 
  4. Christiano, K. J. & Swatos. W. H. & Rowman, P. K. (2008). Sociology of Religion: Contemporary Developments.
  5. Collin, R. (2012). 'Symbolic interactionist perspective on linking privacy and identity in social networking sites'. Konferans Bildirileri - International Communication Association.
  6. Durkheim, E. (1995). The Elementary Forms of the Religious Life. (çev. Karen E. Fields). New York: The Free Press.
  7. Fasching, D. & deChant, D. (2001). Comparative Religious Ethics: A Narrative Approach. New Jersey: Wiley-Blackwel.
  8. Johnstone, R. L. (2004). Religion in society: A sociology of religion. New Jersey: Pearson.
  9. Macionis, J. J. & Gerber, L. M. (2011). Sociology. Toronto: Pearson Canada Inc.
  10. Marx, K. (1973). Contribution to Critique of Hegel's Philosophy of Right. Cambridge: Cambridge University Press.
  11. Marx, K. 1975. Contribution to the Critique of Hegel's Philosophy of Law: Introduction, in Karl Marx and Frederick Engels, Collected Works, Volume: 3. www.marxists.org/archive/marx/works/1843/critique-hpr/intro.htm (Erişim tarihi: 24.05.2020)
  12. Weber, M. (2002). The Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism and Other Writings. (çev. Peter R. Baehr & Gordon C. Wells). New York: Penguin.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU