Afganistan sonrası ABD- Latin Amerika ilişkileri: Sam Amca “Arka Bahçe”yi de terk edecek mi?

Özgür Uyanık, Independent Türkçe için yazdı

ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi Latin Amerika’da güçlü yankı buldu. Resimde Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ABD başkanı Biden’le görülüyor.

Clinton Doktrini’nde anlatılmak istendiği gibi; küresel güç olmanın anlamı Afganistan ile Venezuela’ya aynı mesafede olmaktır. (Engagement and Enlargement)

Bu nedenle Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın, önce “arka bahçe”yi toparlamak için Latin Amerika turuna çıkması, sonra da Afganistan’dan çekilme işini kotarması birbiriyle yakından alakalı.

ABD’nin Afganistan’ı terk ettiği sırada bir başka gelişme de; Nicolás Maduro'nun başkanlığındaki hükümet ile seçimlere katılmayı reddeden Juan Guaido’nun başını çektiği Venezuela muhalefeti arasında yeni bir müzakere turunun başlamasıydı.

2.jpg

Venezuela hükümeti ve muhalefeti Meksika’da başlayan diyalog sürecinde bir “Uzlaşı Belgesi” imzaladı / Fotoğraf: Marco Ugarte/AP

 

Toplantı, Andrés Manuel López Obrador’un onayıyla her iki delegasyonu kabul eden Dışişleri Bakanı Marcelo Ebrard’ın başkanlığında Meksika başkentinde gerçekleşti.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu Venezuela hükümetinin 2017 krizinden bu yana - bildiğimiz kadarıyla- muhalefetle diyalog inşa etmeye yönelik beşinci uluslararası girişimi. Müzakerelere Norveç hakemlik ederken; Hollanda muhalefetin, Rusya ise Maduro yönetiminin hamisi olarak masada bulunuyor.

Yeni diyalog sürecinden bir anlaşma çıkması ihtimali çok düşük olsa da her iki tarafın kendine göre masada olma gerekçeleri var.

3.jpg
Sullivan Afganistan operasyonu öncesi Arjantin Devlet Başkanı Alberto Fernandez’le görüştü.

 

Maduro tarafı tek taraflı olarak 21 Kasımda yapılmasını ilan ettiği seçimleri meşrulaştırmak istiyor. Uluslararası planda tek bir Venezuela hükümeti olduğunu göstermenin bir yolu da bu toplantılar. Ayrıca yaptırımları yumuşatmanın yolu da diyalogdan geçiyor.

Venezuela’da yasal siyaset alanı dışına itilmiş muhalefetin değişik fraksiyonları ise tahterevallinin öteki ucunda olduğunu göstermeye çalışıyor.

Bu durum kimin daha lehine derseniz; bence Maduro’nun. Çünkü Juan Guaido’nun ABD’yi arkasına alıp “paralel hükümet” ilan etme girişimi aslında Maduro yönetimini tanımamak anlamına geliyordu. Oysa müzakerelerde Maduro mevcut Venezuela hükümetinin başkanı.

4.jpg
Biden yönetimi ABD’nin yakın ittifakı Brezilya’da Bolsonaro’yla yola devam etmek istemiyor.

 

Zaten masadaki durum muhalefetin istikrarsız yapısını ortaya koyuyor. Venezuela hükümetini ulusal meclis başkanı Jorge Rodriguez ve yardımcısı “Maduro Jr.” Nicolás Ernesto Maduro Guerra temsil ederken muhalefet delegasyonu 9 temsilciden oluşuyor.

Venezuela’da rejim krizi ve ambargonun yıkıcı etkilerine rağmen Maduro yönetiminin dünden daha zayıf durumda olduğunu kimse iddia edemez. Trump’un yağmadan mal kapar gibi Juan Guaido’yu “Geçici Devlet Başkanı” olarak tanıma stratejisi ise tam bir fiyaskoyla sonuçlandı. Aslında bu politikanın çöküşünü Trump, John Bolton’un biletini kestiğinde itiraf etmişti.

5.jpg
OAS başkanı Luis Almagro artık kimsenin görmek istemediği birisi.

 

Fakat Afganistan’da gördüğümüz gibi, büyük devletlerin politikalarından dönmelerinin ağır sonuçları olur. Hiç olmazsa ABD bu petrol zengini Karayip ülkesini henüz işgale kalkışmadı. Bu yüzden Afganistan’dan farklı olarak ani bir çekilme değil Venezuela’ya yönelik ABD politikalarının yumuşamasını ve yavaşça değişimini öngörebiliriz.

Belki de ABD, Venezuela muhalefetinin Maduro yönetimiyle pazarlığı sürdürmesini bir çıkış kapısı olarak görüyor.

Geçen hafta Arjantin’in yeni Savunma Bakanı Jorge Taiana’nın görevi devralır almaz verdiği mesaj buna işaret sayılabilir. Daha önce Kirchner hükümetinde Dışişleri Bakanlığı da yapan deneyimli siyasetçi Taiana sözünü sakınmadı:

“ Bölgesel entegrasyon olmazsa sürdürülebilir kalkınma olmaz. CELAC güçlendirilmeli (...) ve açıkça siyasi bir hedef olarak Bay [Luis] Almagro'nun OAS'ın başındaki görevinden, kötüye kullanma ve ahlaksızlık nedeniyle istifa etmesi gerekir."

6.jpg
Arjantin’in yeni Savunma Bakanı Jorge Taiana koltuğa oturur oturmaz ABD’ye mesaj verdi.

 

Amerikan Devletleri Örgütü’nü (ing. “OAS”) Soğuk Savaş döneminde Komünizme karşı bir blok gibi kullanmaya alışan ABD, Venezuela krizinin başlamasıyla teşkilatı yine eski kodlara döndürmeye çalıştı. Bu amaçla teşkilatın başına Uruguaylı politikacı Luis Almagro’yu “atadı”.

Almagro, OAS’ın başına geçtiği andan itibaren adeta bir Amerikan valisi gibi davrandı. Örgüt üyesi ülkelerle diyalog kurmadan tavır ve kararlar almaya başladı. Temel hareket noktası ise ABD ile sorunlu hükümetlere (esasında ülkelere) karşı cepheler oluşturmaktı. Bu da OEA’yı parçalara böldü.

7.jpg
Trump Venezuela’ya bir tivitle başkan atadığı Juan Guaido ile beraber.

 

Geçmişte Küba’nın kıtada izole edilmesine benzer biçimde Venezuela’ya karşı düşmanca politikalar geliştirdi. 2017’de içlerinde Arjantin ve Meksika hükümetlerinin de imzasının bulunduğu 12 Latin Amerika ülkesi Venezuela’ya karşı “Lima Grubu”nu kurdu.

Almagro, 2019’da Bolivya’da Evo Morales’i deviren darbeyi desteklemekle yetinmedi darbeye meşruluk kazandıracak bazı raporlar yayınladı. Darbeyle başa gelen ve şu anda hapiste olan Jaenine Añez Bolivya’yı Lima Grubu’na soktu.

8.jpg
Trump’un Venezuela’yla ilgili Ulusal Güvenlik danışmanı John Bolton bir basın açıklamasına elinde “Kolombiya’ya 5000 asker” yazılı bir kağıtla gelmişti. Bolton Kolombiya’ya asker göndererek Maduro yönetimine baskı yapılacağı imasında bulunuyordu.

 

Fakat bu köksüz politikalar kısa sürede anlamını yitirdi. Arjantin ve Meksika’da solcu yönetimler iktidara gelince Lima Grubu’ndan çekildiler. Bolivya’da Morales’in partisi yeniden iktidarı aldı. Ve belki de Almagro için daha kötüsü deklarasyona adını veren Peru’nun (başkent Lima) başına bölge ülkelerine karşı Amerikancı bir cepheye destek vermeyecek milliyetçi bir lider geldi.

Geriye kala kala Bolsonaro’nun Brezilya’sı kaldı.

Almagro, Bolivya darbesindeki başarısızlığı sonrası sessizliğe büründü. Meksika Dışişleri Bakanı Marcelo Ebrard’ın Almagro’yu “tarihin en kötü [OAS] başkanı” olarak nitelendirmesi boşuna değil.

9.jpg
Meksika Dışişleri Bakanı Marcelo Ebrard, Luis Almagro’yu OEA tarihinin gelmiş geçmiş en kötü başkanı olarak değerlendirdi

 

Arjantin Dışişleri Bakanı “Almagro liderliğindeki OAS’da müzakerenin yok olduğunu” ve “bunun Biden yönetimi tarafından anlaşılması” gerektiğini söylüyor. Taiana, örgütün bu noktadan daha geriye götürülmemesi uyarısında bulunuyor.  

10.jpg
Obama ABD dış politikasının yarım asırlık tabusunu yıkarak Havana’ya gitti ve Raul Castro’yla el sıkıştı.

 

Bakan Taiana’nın “güçlendirilmesi gerek” dediği CELAC “ Latin Amerika ve Karayip Devletler Topluluğu” ise adı üstünde ABD’yi dışarıda bırakıyor. Zaten CELAC 2010’da “Rio Grubu” toplantısında Lula’nın Brezilya’sı tarafından “ Latin Amerika ve Karayip Zirvesi” olarak formüle edilmişti. Yani başından itibaren ABD’yi öteki tarafta bırakıp “ sen dur, biz Latinler şöyle bir aramızda konuşalım” diye icat edilmişti.

Tabi CELAC tek başına bir fikir olarak ortaya çıkmadı; UNASUR, MERCOSUR, ALBA gibi “ Latin Amerikacı” entegrasyon politikalarının bir adımıydı. Kuruluşu Meksika’da ilan edilen topluluk ilk zirvesini 2013’te Şili’de, ikincisini 2014’te Küba başkenti Havana’da yaparak ABD’ye “bu işler böyle gitmez” mesajı vermişti.

11.jpg
II. CELAC zirvesinin Küba başkentinde yapılması Latin Amerika entegrasyonu için bölge ülkelerinin bir arada olması zorunluluğuna bir vurguydu.

 

Obama yönetimi durumu çabuk kavrayıp cesur bir adım atarak Havana yönetimiyle diplomatik ilişkileri yeniden başlattı. Fakat yerine gelen Donald Trump bir anda her şeyi tersine çevirip bugün Biden’in nasıl düzenleyeceğini tam olarak bilemediği bir “arka bahçe” bıraktı. (Burada bir paradoks olarak, Trump’un uygulamalarına temel teşkil eden “ Tek taraflı zorlayıcı tedbirler”in ilk olarak Obama yönetimi tarafından Venezuela’ya karşı uygulanmaya başlandığı notunu da ekleyeyim.)

12.jpg
“Lima Grubu” Venezuela’ya karşı yeni “anti-komünist” blok olarak inşa edildi. Fakat bloğun içindeki ülkelerin büyük kısmı demokratik standartları, sosyal ve siyasal dengeleri açısından Venezuela’dan beter durumda.

 

İşler o kadar karmaşık bir hal aldı ki bazı suç örgütleriyle ilişkili bir takım özel güvenlik şirketlerinin, ABD ile sorunlu ülkelerde darbe girişiminde bulunmasına kadar vardı.

Bunun en sıcak örneği 7 Temmuzda Haiti devlet başkanı Jovenel Moïse’nin evinde öldürülmesidir.

Bu suikast bir yıl önce 3 Mayıs 2020’de Başkan Maduro’yu öldürmek için Venezuela başkenti Karakas sahillerine çıkarma yapan bir grubu akıllara getirtti.  

13.jpg
Clinton’un “Kolombiya Planı” ABD dış politikasının yakın tarihteki en başarısız girişimi olarak anılıyor.

 

Venezuela’da ve Haiti’de yakalanan paralı askerlerin ortak yanı ABD’deki özel güvenlik şirketleri hesabına çalışmalarıydı.

Her iki eylemde de saldırgan sayısı aşağı yukarı aynıydı.

Venezuela’daki gruptan 8’i öldürüldü 17’si tutuklandı. Tutuklananlar arasında iki eski ABD Donanma piyadesi vardı.

 

Haiti’de ise 18’i yakalandı 4’ü öldürüldü. Eylemle ilişkili toplam 26 kişi tespit edildi.

Her iki grup da disiplinsizlikleri ve hazırlıklarının zayıflığıyla dikkat çekiyordu. İki olayda da yakalananların, amaçlarının öldürmek değil kaçırmak olduğunu söylemeleri de dikkat çekici bir başka ayrıntıydı.

Haiti’de suikastı organize eden güvenlik şirketinin sahibi Venezuelalı, paralı askerlerin tümü ise Kolombiyalıydı.

ABD’nin bölgedeki en önemli askeri ve siyasi ittifakı Kolombiya’dan bahsediyoruz.

14.jpg
IMF başkanı Christine Lagarde, Mauricio Macri’ye destek olmak için batık durumdaki Arjantin’e ödeyemeyeceği 57 milyar dolar krediyi verdi.

 

Bu noktada “Clinton Doktrini”ni ve onun yürürlüğe koyduğu “Kolombiya Planı”nı hatırlamamak imkansız. “Kolombiya Planı Yasası” 10 milyar doları bu ülkeye aktarıp uyuşturucu ve terör sorununu çözeceğini iddia ediyordu. Ama planın başlangıcından bitişine Kolombiya’da uyuşturucu üretimi birkaç kat arttı. Kolombiya aşırı derecede militarize oldu. Terör süsü verilerek 7 binden fazla sivil öldürüldü. Paramiliter çeteler yetmiyormuş gibi şimdi de Meksika’nın “Körfez Karteli” ordulaştı. İşsiz kalan Kolombiyalı askerler dünyanın her yanında suikastlarda kullanılmaya başlandı.

Ve şimdi Afganistan’dan çekilme sebebiyle Jake Sullivan’ı sorguya çekenler arasında sadece işgal yanlısı Cumhuriyetçi danışmanlar yok, Demokrat Parti yanlıları da var.

Daha da acısı, iflas etmiş Venezuela stratejisinin mimarı Trump’un Ulusal Güvenlik danışmanıyken kovulan John Bolton ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da Sullivan’a saldıranlar arasında.

Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ABD’nin Afganistan’daki “stratejik yenilgisi” ile Latin Amerika’daki “stratejik başarısızlığı” arasındaki tek köprü değil kuşkusuz. Örneğin uyuşturucu meselesi de iki olguyu birbirine yakınlaştırıyor. Zira ABD “Uyuşturucuyla mücadele”de Afganistan’da ne kadar başarılıysa Kolombiya ve Meksika’da o kadar başarılı.

Afganistan’la bir başka benzerlik de ABD’nin desteklediği yönetimlerin hemen hepsinin halktan uzak ve yolsuzluğa batmış olması. Hiçbir meşruluğu kalmayan bu yönetimler Arjantin’de Mauricio Macri hükümeti gibi çok pahalıya mal oluyor. ( IMF Macri’nin sağcı hükümetini desteklemek için 57 milyar dolar borç verdi. Bu tarihin en faydasız IMF kredisinin kısa vadede geri ödenmesi olanaksız)

Ayrıca Çin’le rekabet açısından Latin Amerika, Afganistan’dan daha fazla anlam ifade ediyor olmalı.  

Çin’in Latin Amerika ve Karayip ( LAK) bölgesinde Afganistan’dan daha az etkili olduğunu düşünmek için bir sebep yok.  

Asya devinin son 20 yılda bölgeye yatırımları 350 milyar doları buluyor.

2015’de Pekin’de gerçekleşen “CELAC- Çin Zirvesi”nde başkan Xi Jinping, Latin Amerika’ya 2025’e kadar 250 milyar dolar yatırım yapacakları sözünü verdi. 2025’te Çin-LAK ticaret hacminin 500 milyar dolara ulaşacağı tahmin ediliyor.

15.jpg
Başkanlıkları tartışmalı iki lider Jovenel Moise ve Nicolas Maduro. Her ikisine de suikast yapıldı. Moise hayatını yitirirken orduya hakim olan Maduro halen hayatta.

 

Sadece 5 Latin Amerika ülkesi Venezuela, Brezilya, Ekvador, Arjantin ve Bolivya’ya 2005’ten bu yana Çin bankalarının sağladığı kredi miktarı 150 milyar doları geçti.

Çin, LAK bölgesinden sadece hammadde ihtiyacını karşılamıyor. Hidroelektrik santralleri inşa ediyor, elektrik dağıtım şirketlerini satın alıyor, kimya tesisleri kuruyor, madenlerin çoğunu işletiyor.

Büyük alt yapı yatırımları yapıyor ve şirket satın alıyor. Brezilya’nın UBER’ i sayılan “99”u bile Çin şirketi “Didi Chuxing” satın aldı. Öyle ki Çin’in Meksika’daki şirket birleşmeleriyle ABD ekonomisi üzerinde etki sağlamaya çalıştığı konuşuluyor.

2010’dan bu yana stratejik Panama Kanalı’nı Çin şirketi işletiyor.

Çin bölgede her geçen yıl askeri ve teknolojik etkisini artırıyor. Arjantin Patagonya’sında uzay gözlem istasyonu bulunan Çin; Bolivya, Venezuela ve Nikaragua gibi ülkelerin uydularını yapıp fırlattı. Peru ve Bolivya’ya hava savunma sistemleri sattı.  

Yani Çin’in Latin Amerika’ da hükümetleri etkilemek için piyasaları kontrol etme stratejisi sorunsuz biçimde ilerliyor.

Eğer ABD Afganistan dağlarına gömdüğü 2 trilyon doların bir kısmını Latin Amerika’da yatırım olarak kullansaydı şimdi durum bu kadar aleyhine olmazdı.

Latin Amerika’daki istikrarsızlık ve aşırı bozuk sosyal denge “kırılgan devletler” yaratıyor. Ordular ve halk arasında gerilim ve çatışma olasılığını artırıyor. Uyuşturucu trafiğini ve suç örgütlenmelerini güçlendiriyor. Çetelerin hakimiyetine geçen Orta Amerika ülkelerinde halk kitleler halinde ABD’ye göç  ediyor.

Geçtiğimiz sene Latin Amerika son 120 yılın en kötü ekonomik performansını gösterdi. Tüm bunlara bir de pandemi sebebiyle gerçekleşen kitlesel ölümler, açlık ve işsizlik problemi eklendiğinde Latin Amerika, ABD’nin kucağında patlamaya hazır bir bomba gibi bekliyor.

Biden yönetimi Latin Amerika ülkeleriyle kaostan uzak ve siyasi yakınlığa dayalı bir kontrole önem veriyor gibi görünüyor.

16.jpg

Çin, Latin Amerika’da bilinenin aksine en yakın ticari ilişkileri ABD’nin yakın müttefiki olan sağ yönetimlerin egemen olduğu ülkelerde kuruyor. Fotoğrafta Kolombiya devlet başkanı Ivan Duque Çin devlet başkanıyla görülüyor.

 

Mesela Venezuela’da askeri müdahale gibi spekülatif olasılıklar masadan kaldırıldı. Maduro ile muhalefet arasında diyalogun sürdürülmesine yeşil ışık yakıldı.

Latin Amerika sağının tüm kışkırtmalarına karşın Washington, Peru'daki başkanlık seçimine müdahale etmedi.

Şili'de anayasal restorasyon sürecinde sağı cesaretlendirecek bir yaklaşımdan uzak durdu.

OEA başkanı Luis Almagro’ya rağmen Bolivya ile bir “güven ilişkisi” sürdürmeye çalışıyor.

Biden, başında sağcı yönetimlerin olduğu Brezilya ve Kolombiya gibi iki yakın müttefikine temkinli yaklaşıyor.

Sonuç olarak “Sam Amca” Latin Amerika’da durumun ne kadar hassas olduğunun farkında.

Aslında sorunun çözümü göründüğü kadar karmaşık değil. Sadece bir siyasi liderlik meselesi.

Venezuela hükümeti ile muhalefet arasındaki müzakerelerde ele alınan 7 başlık Latin Amerika’daki sorunları özetliyor: Herkes için siyasi haklar ve seçim garantileri, yaptırımların kaldırılması, anayasal devlete saygı, sosyal ve siyasal ortak yaşama kültürünün korunması, ulusal ekonomilerin güçlendirilmesi, özellikle Latin Amerika’ nın entegrasyonuna ve ortak bir demokratik standart yaratılmasına faydalı olacak anlaşmaların uygulanması ve takibi.

Bu konularda atılacak her adım tüm Amerikalılar için olumlu sonuçlar doğuracaktır.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU