Soğuk Savaşın Bitişi ve "Medeniyetler Çatışması"

Celalettin Can, Independent Türkçe için yazdı

Sovyet Rusya, Afganistan’da kaybetti. Çok geçmedi, çözüldü ve çöktü. Soğuk Savaş bittiğinde, savaşın kazanan tarafı olan ABD tek kutuplu dünyanın lideri olacaktı.

Devasa ölçüde gelişmiş silah sanayine sahip olan ABD’nin gerilimsiz, savaşsız, dolayısıyla düşmansız yapması mümkün değildi.

Sorun şuydu ki yeni düşman kim olacaktı?

Siyasal İslam'ın yükselişi

Afganistan'da Sovyet Rusya'ya karşı ABD emperyalizminin saflarında mevzilenen Usame Bin Ladin, Sovyet Rusya çekilince, bütün bu süreçte ilişkilendiği İslamcı, cihadist örgütlerle, dünya ölçeğinde eylemlerle mesaj vermeyi de içeren bir anlayışla El Kaide’nin kurulmasına önayak olacaktı. 

ABD için başlıca düşmanın Siyasal İslam olacağı anlamına geliyordu bu. Sırasıyla Irak, Libya, Suriye, İran, hatta uzaklardaki Kuzey Kore "şer" devletler olarak düşman kampta yer alacaktı. Bunun teorisi de yapılacaktı: "Medeniyetler Çatışması" (Samuel P. Huntington)

Bu çatışmada bütün bir İslam dünyası karşıya alınmıyordu. Merkezi çatışma alanı Ortadoğu olacaktı ve Ortadoğu'da küresel sermaye ve siyaset "yeşil" renk alacaktı. "Ilımlı" kabul edilen İslami örgütler ve ülkeler "rol model" olarak teşvik edilecek, önleri açılacaktı. Bu yönlü siyasetin başta gelen yeni işbirlikçi güçleri, Müslüman Kardeşler yanı sıra AK Parti iktidarı olacaktı.

Müslüman Kardeşler neredeyse 100 yıllık bir örgüttü ve kökleri derinlerde idi. İslami örgüt ölçülerine göre güçlü sosyal, siyasal, teorik birikimi vardı. Yeni zamanlarda ABD’ci proje örgütü olma işlevini ne kadar sürdürebilecekti, bu kuşkuluydu ama denenecekti.

Ortadoğu’da tarihsel birikimi olmayan, Erbakan’ı bile ancak ABD’nin ve 28 Şubatçıların tercihiyle aşabilmiş olan AK Parti ise ilk çıkış olarak ABD’ci proje partisi olarak temayüz edecekti.

kitap.jpg
Samuel P. Hunginton ve kitabı Medeniyetler Çatışması

 

Millî Görüş Hareketi’nin ve lideri Necmettin Erbakan’ın Müslüman Kardeşler ile yakın ilişkileri hep olmuştu.  Erbakan Başbakan olarak Mısır’a yaptığı bir resmi ziyarette, Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'ten ‘Müslüman Kardeşler üzerindeki baskının kaldırılmasını’ dahi isteyecek, ne var ki reddedilecekti.


ABD ‘ılımlı İslam’ der de Türk Genelkurmayı geri kalır mıydı?

28 Şubat 1998 sürecinde ABD'nin "Ilımlı İslam" tercihini gören Türk Genelkurmayı, FTÖ Hareketi’yle de iş birliği içinde, "Yenilikçi" grubun, yani Erdoğan-Gül grubunun önünü açacaktı.  

Böylece daha "yerli" ve "milli" görüntü veren Erbakan siyasetin dışına itilirken, Amerika’nın onayı ve Amerikancı FETÖ’nün desteğiyle Türk Genelkurmayı, ‘Yenilikçi’ grup üzerinden ABD’nin Ilımlı İslam politikasına toplumsal /siyasal zemin hazırlamış oluyordu.

Bir süre sonra Millî Görüş hareketi içindeki ayrışma su yüzüne çıkacak, ‘Yenilikçiler’ Erbakan’a bayrak açacaktı. Onlara göre ‘Erbakan’ın çizgisi İslamcıları iktidara taşımaktan uzaktı… Millî Görüş gömleğini çıkardıklarını, muhafazakâr demokrat kimlik edindiklerini…’ belirtecekler, laikliğe saygı sosu eşliğinde, içeride asker-sivil muktedirlere güven aşılamaya yöneleceklerdi.

Evet, "İçeride güven aşılamaya" yöneleceklerdi.  ABD ile verimli ilişkileri kurmuşlardı zaten. Hatta bilinir, bir Akit başyazarı çok sonraları, "Ben de vardım o toplantılarda" diye yazmaktan kendini alamayacaktı.

Sonuçta asker/sivil muktedirler daha "yerli" ve "milli" olan Erbakan'ı tasfiye edecekti.

Ancak Atatürkçü-bağımsızlıkçı asker bu, politikanın hasını yapmaz mı (?!)

Erdoğan-Gül ikilisi içinde Gül’ün dışarı ile olan ilişkileri "şüphe uyandırıcı" bulunacak, Baykal üzerinden -en iyi niyetli bir ifadeyle- CHP manipüle edilecek, Erdoğan’ın siyasi yasağı kaldırılarak siyaseten önü açılacaktı.

Akıllarınca, güçler ilişkisi ve türlü bağımlılık ilişkileri nedeniyle ABD’nin ılımlı İslam tercihine net tavır alamasalar da Erdoğan üzerinden içini boşaltmış olacaklardı. Artık gönülleri rahattı. "28 Şubat bin yıl sürecekti." (Hüseyin Kıvrıkoğlu, Genelkurmay Başkanı)
 

karadayı kıvrık.jpg

28 Şubat Genelkurmay Başkanları:  Hüseyin Kıvrıkoğlu, İsmail Hakkı Karadayı

 

Burada tarihe bir not… 

Zülfü Livaneli geçtiğimiz günlerde HALK TV’de katıldığı programda, Baykal'ın CHP’yi manipüle ederek Erdoğan’ın siyaset yasağının kalkmasını sağladığını anlattı

Anlatımı gerçek ama eksik… Bu meseleyi salt Baykal ile sınırlamak, Baykal’ın kötücüllüğüyle açıklamak yeterli olmuyor.

Sormalı, ulusalcı CHP neden öyle kolay angaje oluyor?  Ya Baykal?

Baykal bunu tek başına yapmaya muktedir mi?  Kanımca olmadığının, olamayacağının da bilinmesinde çok yarar var.

Ortada apaçık bir tercih var. Tercihi yapanlar gerçek iktidar sahipleri…

Baykal’ın, hatta CHP’nin buna direnmesi mümkün mü?

Hatırlıyorum; o dönemde 78’lilerin Yurttaşlık Hakları yasaklarının kaldırılması için karar verici kişilere derdimi ulaştırmaya çalışıyordum.  İster istemez bazı çakışmalar olduğu gibi, bazı bilgiler de gelip beni buluyordu…

Dostlarımda olan bilgi kaynaklarımın ifade ettiği kadarıyla, askerin Erdoğan'ın daha ‘bağımsız’, ‘Gül’ün daha bağımlı olduğu yönünde bir görüşü vardı ve Erdoğan’ın tercih edilmesi yönünde kamuoyunun bilmediği bir tutumdan bahsediliyordu. Baykal'ın tutumu bundan ayrı olmasa gerek. 

İşin içinde Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri olunca, CHP’nin değme laikçisinin yelkenleri suya indireceği de şüphe götürmez bir vakıa…

Baykal Erdoğan'ın önünü açmışsa ki 'açtığını' kendisi itiraf ediyor, Kılıçdaroğlu'nun payına da  Baykal'ı korumak düşecekti. 

Bu durumda Baykal'ın tutumu  dünüyle bugünüyle CHP'nin tutumu olmuyorsa ne oluyor? 

baykal.jpg
Baykal, Kılıçdaroğlu, Zülfü Livaneli

 

Böyle olmasa CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Livaneli’nin açıklamalarını kastederek sakin kişiliğine bile yakışmayan şu şiddette bir tepkiyle Baykal'ı korumaya alması  anlaşılamaz: "Mustafa Kemal Atatürk'ten bu yana CHP'de genel başkanlık yapmış olan herkesin başımızın üstünde yeri vardır. Bunu herkesin bilmesi lazım. Ortada başka olaylar varken bunu başka noktaya çekmek Türkiye'ye ihanettir."

 Zülfü Livaneli eleştirilecekse, Baykal olayını sıcağı sıcağına açıklamadığından ve meseleyi ya bilememekten ya da anlaşılır nedenlerle, salt Baykal le sınırlayıcı açıklamalarından dolayı eleştirilmelidir.

Ama Baykal gerçekliğini ifade etmeye çalıştığı için eleştiriliyor. 

Eleştiri de değil, ihanetle suçlanıyor…

Türkiye'nin hangi çıkarlarına ihanet edilmiştir açıklasalar da öğrensek…

İnsan ister istemez HDP’ye oynanan 'dokunulmazlıklar oyununu' anımsıyor.

Muhalefet oyununu da…

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

DAHA FAZLA HABER OKU