Eğer kendimize feminist demekten korkarsak cinsiyetçiler kazanır

Kadınları koruma mücadelesi veren bir hareketin adını anmaktan kaçınmak, yalnızca bu hareketin karşısında duran erkeklerin yararına olacaktır

Dominic Raab / Fotoğraf: The Independent

Size ırkçı olmadığımı, ama yurttaşlık haklarına da inanmadığımı söylesem, bana ne derdiniz? Peki ya desem ki, muktedir değilim ama engellilerin erişim hakkı üzerinde durmamıza da gerek yok? Veya homofobik değilim ama eşcinsel çiftler ulu orta öpüşmese daha iyi olur? Nereye varmak istediğimi görebiliyor musunuz?

Aynı tartışma birkaç yılda bir mutlaka yükselir: toplumsal cinsiyet eşitliğine inandığını iddia eden birisi çıkar ama kendisine feminist diyecek kadar ileri gitmesi de pek mümkün değildir. Son zamanlarda bunu en çok da ünlü kadınlardan duyuyoruz – çoğunlukla da kariyerlerini kadınların güçlendirilmesine adamış olanlardan.

Dolayısıyla sanırım, eski Brexit sekreteri Dominic Raab kendisine feminist demeyi tercih etmediğini açıkladığında tamı tamına sıfır kişiyi şaşırttığını söylemek mümkün. ITV’ye konuşan Muhafazakar Parti başkan adayı kendisini “feminist” yerine “eşitlik ve meritokrasi savunucusu bir kişi” olarak tanımlamayı tercih ettiğini belirtti. Eline sözlük alabilen pek çok kişi, bu sözlerin feminizmin tam tanımını yansıttığını biliyordur. Ancak Raab toplumsal cinsiyet eşitliğini reddediyor değildi; feminist sözcüğünün kendisini reddediyordu.

Elbette ki feminizm kavramına bugünkü elbisesini giydiren feministler değil. Ancak kadın düşmanlarının feminizmin kuyusunu kazmaya, feminizmi “aile değerleri için bir tehdit”, “erkek düşmanlığı”, kadınların dünyayı ele geçirme arzusu” olarak etiketlemeye yüzyıllarını harcamış olması sayesinde bu hale gelmiş bir kavram.

Liberal hareketlerin “özgürlük karşıtı” etiketiyle çerçevelenmesi, yüzyıllardır isyancı toplumsal hareketlerle gırtlak gırtlağa olanların başvurdukları bir taktik. Bugün artık feministler yalnızca hak mücadelesi vermekle kalmayıp, politik doğruculuğun, ifade özgürlüğünün militan savunucularıdır. Ancak biliyoruz ki, eşitlik mücadelesi veren her hareketin militan olacağı fikri düpedüz gülünçtür.

Dil, aşırı sağın uzun zamandır silah haline getirdiği bir araç. Kürtaj karşıtlığı “yaşam savunuculuğuna” dönüştürülürken, seçme özgürlüğü “yaşam karşıtlığı” haline getirilmiş, göçmen karşıtlığı “kontrolü geri kazanmak” olarak adlandırılırken, Meksikalılara yönelik ırkçılık “Amerika’yı yeniden harika yapmak” oluvermiş. Toplumsal cinsiyet eşitliğini savunanlar “erkek düşmanı” ilan edilmiş. Bunlar arasında en mide bulandıran da kadınlar tarafından cinsel anlamda reddedilen kadın düşmanlarının en sevdiği sözcük: “feminazi”.

Feminist etiketini reddeden bazı kadınlara ve gerekçelerine bir bakın. Sex and the City’de üçüncü dalga feminist olarak karakterize edilmiş olan Carrie rolünü üstlenen Sarah Jessica Parker bir açıklamasında “ben feminist değilim, ben bir hümanistim” demişti (kusura bakma SJP, o tamamen başka bir mevzu). Joni Mitchell, “erkeklere karşı bir duruş edinmek istemediği” gerekçesiyle feminizmi her daim reddetmişti. Kendisi bir kız gücü elebaşı olan Geri Halliwell, “feminizm sütyen yakan lezbiyenlikten ibarettir” demiş, Susan Sarandon ise insanlara “bir dünya gürültülü kaltak” görüntüsü veren feminizmi fazlasıyla yabancılaştıran bir hareket olarak addetmişti.

Anketler de aynı şekilde toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan kadınların kendilerini feminist olarak tanımlamaktan kaçındıklarını gösteriyor. 2018 YouGov anketine göre, kadınların yalnızca yüzde 38’i kendilerine feminist diyor.

Tüm dünyada toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda inkar edilemez, apaçık bir problem var. Yüzyıllar boyu baskı altına alınanlar kadınlardır – bunu kabul etmeden sorunu çözmeye nasıl başlayabiliriz? Tecavüzün kadın düşmanı bir suç olduğunu, kadın ve erkek çalışanların maaş farkları ve bundan doğan tüm çatışmaların cinsiyetçiliğin sonuçları olduğunu, kanlı, insanlık dışı kadın sünneti uygulamasının tamamen kadınları denetim altına almak olduğunu kabul etmek zorundayız. Kadınları koruma mücadelesi veren bir hareketin adını anmaktan kaçınmak, yalnızca bu hareketin karşısında duran erkeklerin yararına olacaktır.

Çünkü evet, şartları eşitlemek demek, kadın mevkidaşları eşit muamele görecek olsa bazı erkekler muazzam bir maaş tutarından olacak demek. Aynı şekilde, bir vasat erkek daha toplantı masasında nitelikli bir kadının yerine çökemeyecek demek. Belki kadınlar artık, Alabama’da kabul edilen yeni yasanın sonucunda mecbur bırakılacakları gibi, tecavüz sonucu çocuk doğurmak zorunda kalmayacak demek.

Raab’ın “eşitlik ve meritokrasi” istediğini anlattığı sözleri, ardından gelen her bir cümleyle tekrar tekrar baltalandı. 2011’de feministlerden “iğrenç yobazlar” diye söz etmesini, “ister kadına yönelik olsun, ister erkeğe … cinsiyetçilik yanlıştır” diye düşünmesine rağmen, eşitlik “ikiyüzlülükle sineye çekemeyeceğimiz kadar değerlidir” diyerek savunmuştu.

Raab’ın burada tam olarak ne kastettiği belli değil. Kadınlar eşit ölçüde bir maaş için ikiyüzlülükle mi mücadele ediyor? Ev işini paylaşmak istemeleri ya da taciz karşısında adalet talep etmeleri de mi ikiyüzlülük?

Kendisi aynı zamanda kadınların kariyer sahibi olmasını “gönülden destekleyecek” kadar eşitlikçi olduğunu iddia ediyor. Ne kadar da ilerici. Meritokrasiye inanıyorum demişti ancak ardından pozitif ayrımcılığı yerden yere vurarak ve erkek egemen sektörlere daha çok kadın çalışan yönlendirecek kota sisteminin niteliğe bakmadan maaşlandırma yapılarak gerçekleşeceğini ima ederek devam etti.

Böylesi bir yaklaşım, iktidar sahiplerinin bulundukları konuma yalnızca becerileriyle ulaştığı – ayrıcalık, ırk ya da cinsiyetlerinin ekmeğini yemekle alakası olmadığı fikrini temellendirir. Bu, nüfusun yarısının, tüm zamanların görülmüş en yüksek oranıyla yalnızca yüzde 32 kadın milletvekili tarafından temsil edildiğini düşündüğümüzde, oldukça ilginç bir yaklaşım.

Feminizm, dilini yumuşatmak ve ataerkilliğin gönlünü almak için allanıp pullanamaz. Evet, feminizm erkek egemenliği karşısında, kadının baskı altına alınması karşısında ve dünyanın her yerinde kadınların yüz yüze geldikleri son derece somut eşitsizlikler karşısında bir tehdittir – bunu inkar edecek değiliz. Ancak dünya, hareketin kendisinden bağımsız da değildir – karşısında olanların gönlünü almak için sözümüzü sakınmayı göze alamayız. Kusura bakma Dominic Raab, önünde yalnızca iki seçenek bulunuyor; ya feministsindir, ya da cinsiyetçi – ikisinin arası yok.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://www.independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: Sena Çenkoğlu

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU