AB Liderler Zirvesi'ni Spinoza'yla yorumlamak

Doç. Dr. Umut Hacıfevzioğlu, Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Geçtiğimiz hafta AB Zirvesi devam ederken Türkiye üzerine yapılan görüşmelerin tamamlanmasıyla beraber bildirinin Türkiye’ye ilişkin bölümü kamuoyuyla paylaşıldı. Söz konusu bildiride hukukun üstünlüğü ilkesine ve temel haklara dikkat çekildi.

Öyle görünüyor ki bu başlıklara ilişkin Avrupa Birliği’nin Türkiye’den beklentileri var. Temel haklar denildiğinde ilk akla gelen haklardan biri “Düşünce ve ifade özgürlüğü”dür.

Felsefe tarihinde düşünce ve ifade özgürlüğünün ilk savunucularından biri ise on yedinci yüzyıl felsefesinin önde gelen rasyonalistleri arasında yer alan Baruch Spinoza’dır. Spinoza, düşünce ve ifade özgürlüğü üzerine ortaya koyduğu düşüncelerini özgürlük kavrayışı bağlamında temellendirir. Spinoza’nın özgürlük kavrayışı ise şöyle dile getirilebilir:

Devletin temel amacı yurttaşların yargıda bulunma özgürlüğünü güvence altına almaktır. Düşünce ve ifade özgürlüğünün engellendiği koşullarda devletin varoluş nedeni ortadan kalkar. Bu nedenle siyasal toplumun temel işlevlerinden biri, düşünce ve ifade özgürlüğünü olanaklı kılmak ve korumaktır. Siyasal toplumun olmadığı bir durumda söz konusu özgürlüklerin korunması olanaklı değildir. İnsanların birbirlerine söz vererek, bir sözleşme ile siyasal düzeni kurma nedenlerinden biri bu özgürlükleri olanaklı kılmaktır.

Böylelikle “Spinoza'nın devleti”, farklı siyasal görüşlerin, inançların, mezhep ayrımlarının üstünde, bütün bunlardan özerk ve tüm farklılıkların koruyucusu olan bir siyasi bütün olarak tanımlanabilir. Bu siyasi bütüne üstün buyurma gücünü, yani egemenlik hakkını veren, yukarıda işaret edilen koruyucu niteliğidir. Spinoza, düşünce ve ifade özgürlüğü ile iktidarın meşruiyeti arasındaki ilişkiye de dikkat çeker. O’na göre, iktidarın meşruiyetinin kaynağı insanı koruyarak özgürleştirmesindedir.

O halde, Spinoza’nın düşünce ve ifade özgürlüğü kavrayışı bağlamında bir iktidarın meşru olarak tanımlanabilmesi, o iktidarın her yurttaşın aklını özgürce kullanabileceği ve inanç özgürlüğünü temel alan koşulları yaratması ile olanaklıdır. Bu yönüyle Spinoza’nın idealindeki devletin bütün farklı düşüncelerin ve inançların bir arada yaşayabileceği, bir barış ve uzlaşı düzeninin güvencesi olduğu ileri sürülebilir. Sonuçta Spinoza farklı görüşlerin, düşüncelerin kamusal alanda ifade edilebilmeleri gerektiğini savunur.

Oysa tarihin belirli dönemlerinde kimi iktidarlar deyim yerindeyse “hakikat tiranlığı”na soyunmuşlardır. Böylesi iktidarlar şu iddiayı ileri sürmektedirler: Bir hakikat vardır, söz konusu hakikat iktidar tarafından bilinmektedir ve iktidarın tekelindedir. Öyleyse herkes iktidara itaat etmeli, iktidarın “hakikat” kavrayışı sorgulanmamalıdır.

İşte Spinoza böylesi, “hakikat tiranlığı”nın egemen olduğu bir siyasal bütün kavrayışını reddeder. Aslında hakikat tiranlığının egemen olduğu bir toplumu siyasal bütün olarak tanımlamak da olanaklı değildir.

Çünkü yurttaşların politik varoluşları ancak düşüncelerini özgürce ifade edebilmeleriyle olanaklıdır. Tam da bu nedenle Spinoza’nın düşünce ve ifade özgürlüğü üzerine ortaya koyduğu düşünceleri aynı zamanda yurttaşların politik varoluşlarının olanağına işaret eder. Politik olmak her şeyden önce özgürce düşünüp, kamusal alanda konuşabilmeyi gerektirir.    

Umut Hacıfevzioğlu, Spinoza’nın Düşünce ve İfade Özgürlüğü Kavrayışı, Özne

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU