Mücadele: Yeni aşamanın yeni bir altyapı talebi

Mayis Alizade Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

İsrail'in son operasyonlarına karşı Türkiye Cumhurbaşkanının sert eleştirilerinin Şubat 2009'daki Davos Zirvesi'nden sonra dünya gündeminde bu kadar kapsamlı biçimde yer aldı.

Bunun birkaç nedeni vardı: hükümet buhranı Netanyahu'nun pozisyonunu aşırı derecede zayıflattığı gibi Sayın Erdoğan'ın bu kez Filistin meselesini 'mazlum Müslümanlar' çerçevesinden çıkararak 'imha edilen insanlar' çerçevesizliğine taşımasıydı.

Doğrusu da buydu ve dünya basınının bunu fark etmesi Türkiye Cumhurbaşkanının hanesine yeni bir artı olarak yazıldı (örneğin Rus yorumcular Marianna Belenkaya ve Kirill Krivoşeyev'in 20 Mayıs tarihli 'Türkiye Cumhurbaşkanı Roma papasından daha kutsal oldu' başlıklı yazısına bakılabilir).

Soğuk Savaş döneminde de Filistin meselesi 'insanların hakları' felsefesi üzerinden savunulduğu için, iki karşıt blokun da bunu bu davayı savunmaması gibi bir durum söz konusu olamazdı.

Son günlerde yabancı basın Filistin davasında Erdoğan'ın yeni dönem için bizzat kendisinin kapı aralayarak davanın liderliğini üstlenmesini de doğal karşılamıştır…


Türkiye 14-15 Nisan 2016'da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı'nın (İİT) İstanbul Zirve toplantısında örgütün dönem başkanlığını üstlendikten sonra, her defa Filistin'deki durum karışır karışmaz olağanüstü zirve toplantıları düzenlemişti.

Aslında Sayın Erdoğan, İİT'nin durumunu Nisan 2016 Zirve toplantısında canlı yayında ifade etmek zorunda kalmış ve onun açıklamasından 56 üyeli İİT'nin 55 üyesinin (Suriye'nin üyeliği askıya alınmıştı) örgüte 160 milyon dolar aidat borcunun olduğu anlaşılmıştı.

Başbakan Ahmet Davutoğlu örgüte 2 milyon dolar hibe ettiklerini açıklayarak yüzünü zengin ülkelere tutmuş, 'pamuk elleri cebe götürmeleri' talebinde bulunmuş, fakat aldığı yanıt 'daha sonra ikilikte konuşuruz' şeklinde olmuştu.

Başkan Trump'ın 8 Aralık 2017'de 'Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıyacağını' açıklamasından sonra 13 Aralık'ta İstanbul'da yeni bir zirve organize edilmiş; fakat bir türlü etkili sonuca gidilememiş ve 14 Mayıs 2018'de başkentin Kudüs'e taşınması süreci canlı yayınlardan seyredilmişti.

Türkiye'nin İTT'yi etkili duruma getirme gayretlerindeki bir sıkıntı zengin Arap ülkelerinin hep ipe un serme politikası izlemesi ise eski Sovyetlerden ayrılan ve Müslüman dinine mensup cumhuriyetlerin de zirve toplantılarında 'ümmeti güçlendirmeden' dem vurdukları halde, ülkelerine dönünce tamamen farklı kutuplara savrulmaları başka bir sıkıntı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Örneğin 2016 İstanbul Zirvesi'nde "Tüm vasıtalarla ümmeti güçlü kılarak birliğimizi sağlamlaştırmalıyız" diyen Kazakistan'ın o zamanki devlet başkanı, bugünkü önderi Nursultan Nazarbayev ülkesine döner dönmez aynı lafları sadece unvan değiştirerek eski SSCB'yi yeniden kurma projesi olan Avrasya Ekonomi İttifakı Zirvesi'nde sarf ediyordu.

İİT'nin temel yapısındaki 'devlet olamama' eksikliği (demokrasinin 'd'sini bile telaffuz etmeye henüz çok mesafe vardır) Filistin davasında Türkiye'nin mücadelesinin omuzlanmasına katkı sağlamamaktadır.

İsimlerinin monarşi mi yoksa cumhuriyet mi olmasının farkına bakmaksızın, devlet yapısının oluşma koşullarının yerine getirilmemesi bir yandan bir ideal olarak Filistin konusunun bu ülkelerin daimi ajandasına girmesine engel olduğu gibi, öte yandan devlet yönetiminin ana hedefinin 'koltuğu koruma' hırsına endekslenmesi manevi değerleri haliyle arka plana itiyor.

İşte yetmiş küsur senelik çok partili parlamenter demokrasiye sahip Türkiye ile yerde kalan İİT ülkelerinin aynı örgüt içeresinde farklı tellerden çalmaları hedefe kenetlenmeyi engelliyor.

Ve sonuç itibarıyla Türkiye'nin gayret ve emekleri de hedefine ulaşamıyor. İşte bu çerçevede Türkiye'ye en yakın çizgide durması gereken ülke Azerbaycan toplumundan İsrail'in son operasyonlarına yönelen tepkilere baktığımızda, görüş açıklayanların en az yarısının operasyonları koşulsuz desteklediğini görebiliyoruz.

Kuşkusuz, bunun ana nedeni olarak Azerbaycan ile İsrail arasında son on yılda başta silah sanayisi olmakla beraber, farklı alanlardaki işbirliğinin en üst seviyeye çıkarılması ve kendi topraklarını ermeni işgalinden kurtarmak için başlattığı operasyonlarda sadece Tel Aviv'in değil Batı'daki Yahudi lobisinin Bakü'ye verdiği destek gösterilmektedir.

Silah alış-satışı alanındaki işbirliği hacminin basına da yansıyan kısmında sadece bir tek kontratta İsrail şirketine 1 milyar 600 milyon dolar ödendiği, birkaç gün sonra ise o şirketin hesabından komisyoncunun hesabına 155 milyon dolar ödendiği de gözükmüştü.

Bu gibi örnekler haliyle İsrail'in Azerbaycan'a desteğini pekiştiriyor. Ve bundan dolayı Türkiye'nin girişimleriyle olağanüstü toplanan ve Filistin konusunun görüşüldüğü İİT Zirve toplantılarında Azerbaycan genelde bakan düzeyinde katılmakla kalmayıp, karar alma süreçlerinde yakasını kenarda tutmaya çalışıyor.

Bunun yanı sıra kendi ülkesinin medyasına da basın toplantılarında asla İsrail'e ilişkin sorular sormaması tembih ediliyor.

İşin Filistin kısmına gelince ise, birinci süreç, ikinci süreci tamamlıyor: yani "Filistin hep işgalci Ermenistan'ı desteklediği için biz de haliyle İsrail'in saldırılarında onun yanında saf tutmakta kendimizi haklı görüyoruz" nakaratı devreye sokularak, medya tarafından eski kırkbeşlikler gibi çalınıyor.

Bu durum Filistin konusuna toplumda mevcut olan bakışı daha içinden çıkılamaz hale getirirken kimsenin aklına "Ama arkadaş, kelin yağı olsaydı, kendi kafasına sürerdi, Filistin'in eti budu ne ki Ermenistan'ı desteklesin? Filistin'in desteğine muhtaç kalmış bir Ermenistan'dan neden çekineceğiz?" demek gelmiyor ve gelmesine yönetim tarafından izin tanınmıyor.

İşte bu bahane tarzlı yönlendirmeler, Türkiye ve Azerbaycan toplumları arasında gerilimli tartışmalara neden oluyor.

Bakü yönetimi için zaten 'insan hakları', 'mazlum hakları' gibi kavramların hiçbir değeri yoktur, onun için Filistin konusunu bu kavramlar çerçevesinde gündeme getirmesi beklenemez.

Bunun yanı sıra dini kavramlara ve kutsallara karşı kayıtsızlığın bu alanda öteden beri yaratmış olduğu kaotik durum Filistin konusuna yaklaşılması gereken çerçevelerde ilgi gösterilmesini otomatikman engelliyor.

Bir anlığa gözünüzün önüne Türkiye Diyanet İşleri Başkanının Filistin konusundaki 'insan hakları, mazlum hakları, kutsal değerler' bağlamındaki açıklamalarını getiriniz ve daha sonra dönüp Azerbaycan'a ve İİT üyesi öteki Orta Asya Cumhuriyetlerine bakınız: tek kelime bile duymanız mucize olacaktır.

Bu bakımdan Rusya Federasyonu sınırları içindeki Çeçenistan'ın başkanı Ramzan Kadırov'un protesto mesajları ilgi çekiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Filistin'in hakları mücadelesini kendi omuzlarına alarak yeni bir aşamaya taşıması yeni altyapılar gerektirecektir.

İsminin 'demokrasi' olduğu bu altyapı oluşturulmadan Türkiye'nin mücadelesi bizzat kendine kardeş, dost, müttefik bildiği diktatoryalar tarafından kasten sekteye uğratılacaktır.

Filistin'in hakları konusunda Türkiye'nin kendi toplumsal dinamiklerinden endişesi bulunmamaktadır.

Öteki ülkelere gelince ise kocaman bir soru işareti boynunu bize taraf uzatıyor. Zira 'toplumsal dinamik' diye bir kavram oralar için asla söz konusu olmayıp 'öldürülmüş toplumlar' kavramını kullanmamız daha doğru olacaktır.

Allah Türkiye'nin yardımcısı olsun… 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU