Temiz toplum ve temiz siyasete giden yolda siyasi partilerin rolü

Prof. Dr. Ahmet Özer Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: YouTube

Temiz bir toplum yaratmanın yolu temiz siyasetten geçer. Temiz siyaset ise kuralları önceden belirlenmiş, ilkeli ve siyasi etik kurallarına göre işleyen bir sistem üzerinde yükselebilir ancak.

Böyle bir ortamda gelişen ve iktidara gelen siyasi partiler corroprasiden uzak temiz bir yönetim gösterebilir ancak.

Oysa bugün genellikle siyasi ve bürokratik kadroların bir kısmı siyasi iktidarı, ülkeyi yönetmenin aracı olmaktan ziyade, ganimet gibi algılamakta, devleti ise bu paylaşımın aracı olarak görmekte, kullanmakta ve ona göre yaklaşmaktadır.

Son zamanlarda ortaya çıkan mafya, siyaset, devlet (bürokrasi), medya ilişkileri bunun en bariz delili olarak ortaya saçılmış bulunmaktadır. 


Ne yazık ki bu anlayış, siyasi parti yandaşlarına ve oradan da giderek topluma yayılmakta ve çürümeye yol açmaktadır.

Halk arasında sıkça kullanılan "Bal tutan parmağını yalar", "Devletin malı deniz yemeyen domuz" gibi sözler bu durumu olağan gösteren, hatta teşvik eden, kışkırtan bir anlayışın sonucu olarak ortaya çıkmış ve yaygınlaşmıştır.

Hatta bu nevi ilişkilerle zenginleşen, güç ve iktidar sahibi olanlar yerilip dışlanmak yerine, birer rol modeli olarak özenilen aktörlere dönüşmektedirler.

Bu da sadece mevcut siyaseti ve ondan nemalanan toplumu yozlaştırmakla kalmamakta gelecek kuşakları da tehdit ederek toplumun geleceğini de rehin almaktadır. 


Kökenleri çok eskilere dayanmakla birlikte bu durumun yoğun bir gündem maddesi haline gelmesi son 25-30 yıllık bir döneme rastlar.

Bilindiği üzere 1980 sonrasında, darbenin de etkisi ile ahlaki değerlerde çok hızlı bir çöküş başladı.

Güçlünün kuralları belirlediği bir serbest piyasa anlayışı, üretmeden köşeyi dönme tutkusuna dönüşmüş, kolay yoldan para kazanmak bütün değerlerin üzerine çıkmaya başlamış, nasıl para kazanıldığı değil ne kadar para kazanıldığı sorgulanır olmuştur.

Bu süreçte adalet sisteminin oluşturduğu boşluğu mafyozi ilişikliler doldurmuş, bunlar siyaset bürokrasi üçgeninde yeni türedi zenginler ortaya çıkarmış, bu da güç dengelerini kökten değiştirmiştir. 


1. Temiz toplum temiz siyasetten geçer

Bu çalışma açısından önemli olan nokta demokrasinin temiz siyaset ve dolayısıyla temiz toplum bağlamında yaşadığı sorunlardır.

Çünkü günümüzde mafya-siyaset-bürokrasi-gazeteci dörtgeninde yaşadıklarımız tamamen siyasi kirlenmenin sonucudur.

Siyaset kirlenmeseydi işler bu duruma asla gelmezdi. Bunu görmek ve bu tespiti öncelikle yapmak gerekir. O halde bu sorunların aydınlığa kavuşturulması bakımından sorulması gereken sorular şunlardır:

Toplumsal yozlaşmayı beraberinde getiren siyasal kirlilik nasıl oluşuyor da bir türlü önlenemiyor ve bütün toplumu hegemonyası altına alabiliyor?

Üstelik bu "kirliliği" oluşturanlar geniş kitleler tarafından eleştirilmesi gerekirken bugün adeta özenilen bir model/örnek haline nasıl geliyorlar?

Bu ilişkiler ağı içindeki siyasal kirliliğin toplumsal ve siyasal sonuçları nelerdir ve bu kısır döngüden nasıl çıkılabilir?

Bu ve benzeri sorular bu çalışma açısından irdelenmesi ve cevap bulması gereken sorulardır.

Bu soruların tartışılması ve cevap bulması siyaset bilimine katkı sunmanın ötesinde toplumsal ve siyasal yaşama da işlevi olan katkılar sunacaktır diye düşünüyoruz.


Temiz toplum, genel anlamda toplumsal ve siyasal etik açısından kabul edilemez olan ilişkilerin yaşanmadığı ya da en aza indirildiği toplumdur. Temiz siyaset kavramı da bu bağlamda işin partiler ve siyasiler yönünü vurgulamaktadır.

Bu iki kavramın, bir madalyonun iki yüzü gibi, birbiriyle yakın ilişkisi vardır. Biri olmaksızın diğeri düşünülemez.

Başka bir deyişle siyaset kirlenmişse bunun toplumsal yansımaları da olacaktır. Aynı şekilde toplumsal yapıdaki kirlilik ve yozlaşmanın da şu ya da bu biçimde siyasete yansıması kaçınılmazdır.

Çünkü "siyaset" bir yerde toplumun aynasıdır. Bir kısa devre biçiminde işleyen ve bir kısır döngüyü çağrıştıran bu yapıya siyaset boyutundan müdahale ederek düzeltmek, daha rasyonel ve pratik değeri olan bir yoldur. 


Siyasi kirliliğin (ki burada gücü elinde bulunduran iktidar söz konusudur) en çarpıcı boyutu toplumu baştan aşağı saran yolsuzluklar, rüşvet, hırsızlıklar ve siyasi çeteleşmedir.

Devlet içinde çetelerin oluşması ve bu çetelerin hesaplaşmalarını kamuoyu önünde yapabilmeleri, kamu bankalarının siyasilerin kredi kaynağı haline gelmesi, örtülü ödeneğin kişisel amaçlar için kullanılması, bürokratların İsviçre hesapları, teşviklerin paylaşımı, merkezi ve yerel düzeyde kamu ihalelerinde alınan komisyonlar, değersiz arazilere siyasilerce değer kazandırılması, devlet dairelerinde rüşvetsiz iş yapılmaması, siyasilerin ve yakınlarının kaynakları hiçbir zaman açıklanmayan servetleri, özelleştirme adı altında bir kısım insanların zenginleştirilmesi, medyanın siyasi iktidarlarca yönlendirilmesi, yargının bütün bu olanlar karşısında hareketsiz kalması ve mafyanın ülkede cirit atması siyasi kirliliğin, kokuşmuşluğa varan boyutlarını ortaya koymaktadır.


Toplumsal ilişkileri bir çığ gibi saran bu çürümüşlüğü gidermek için siyaset kurumunda köklü değişiklikler yapmak gereği her gün biraz daha artmaktadır.

İlkesizlik, kuralsızlık, hırsızlık ve çeteleşmenin medyada boy gösterme hastalığı adeta toplumda yönetici konumunda olan kişilerin özellikleri haline gelmiştir.

Üstelik bu kuralsızlık ve yozlaşma karşısında "toplumsal felç" denebilecek, kimsenin bu olumsuzluklara ses çıkartmadığı ya da çıkartamadığı, siyasilerin hiçbir şey olmamış gibi işi geçiştirdikleri, kimsenin hesap vermediği bir durum yaşanmaktadır.


2. Bürokratik değil demokratik devlet!

Devleti sömüren "küçük bir elitin" bu yaptıkları adeta mubahmış gibi görünüyor ya da gösteriliyor. Birileri bir yolla toplumu bu konuda adeta ikna ediyor, toplum da olan biteni seyrediyor ama bunlar karşısında sessiz kalarak rıza göstermiş oluyor.

Walter Lippman'ın belirttiği gibi;

Azınlığı oluşturan seçkin yöneticilerin, toplumdaki konumlarını muhafaza etmeleri hatta güçlendirmeleri için çoğunluğu oluşturan sessiz 'sürüyü' ikna etmeleri gerekir. Bu çerçevede rıza üretmek bir demokrasi sanatıdır.


Zaten rıza olmayan yerde de baskı devreye girerek rıza göstermeyenler susturuluyor. İşte bu noktada işin üstüne cesurca gidecek bir muhalefet gerekiyor.

Böyle bir yönelim sadece bugünü değil geleceğin rengini de belirleyecektir. Bu olguyu bilimsel bir yaklaşımla ele alıp açıklığa kavuşturmak için öncelikle nedenlerini irdeleyecek, sonra da bunların ortaya çıkardığı sonuçlarını ele alacağız.


Esasında bütün siyasetçiler eşitlik, özgürlük, adil paylaşmayı sağlama iddialarıyla iş başına gelmelerine karşın, bu konuları çözemedikleri gibi, toplumun adalet duygularını zedeleyen uygulamalara, adil olmayan bölüşümün artmasına kendileri araç olmaktadırlar.

Burada demokratik devletten ziyade bürokratik devletin varlığı, siyasal etikten yoksunluk büyük rol oynamaktadır. 


Demokratik devlet, sermaye ve işçi sınıfının gelişebildiği ülkelerde kurulmuştur. Türkiye'de ise başlangıçta böyle bir gelişmeye yol açabilecek bir iç dinamik yoktu.  

Genç Cumhuriyetin Osmanlı'dan devraldığı toplumsal yapı ise merkeziyetçi otoriter ve kırsal niteliği daha ağır basan bir yapıydı. Böyle bir yapı üzerine kurulan devletin bürokratik olması kaçınılmazdır.

Araştırılması gereken husus bürokratik devletin neden bugüne kadar demokratik bir yapıya kavuşturulamadığı veya bugün nasıl dönüştürüleceği hususudur.


Bürokratik bir devletle demokratik devlet arasındaki temel fark, bürokratik devlette devletin faaliyetlerinin denetlenmemesi ve hesap verme mekanizmalarının olmamasıdır.

Bürokratik devlet faaliyetleriyle ilgili bilgi vermez böyle bir sorumluluk hissetmez. Hesap vermenin olmadığı, yapanın yanına kar kaldığı bir devlet usulsüzlüğü, yolsuzluğu önlemek bir yana teşvik edecektir.

Çeteler boy gösterecek, mafya cirit atacaktır. Türkiye'de de bilindiği üzere vatandaşın devlet üzerinde denetim gücü yoktur.

Denetim gücü olarak seçtiği parlâmenterler ile ve onun oluşturduğu parlâmento ise bugün kendisi denetime muhtaç bir hale getirilmiştir.


3. Mafyozi ilişkiler ve kirli siyaset

Türkiye'de mafyozi ilişkiler bakımından da dünya çapında önemli bir merkez haline gelmiş bulunuyor.

40 bin üyesi, yıllık 30 milyar dolar geliri ile Türk mafyası, 100 bin üyesi olan ve yıllık geliri 70 milyar dolar olan İtalyan mafyasının birincilik tahtını zorlamaktadır.

Üçüncü sıradaki Rus mafyası 100 bin üyesi ve yıllık 15 milyar dolar geliri ile diğer önemli bir mafya örgütüdür.

İtalyan mafyası, İtalya başta olmak üzere Lübnan, Arnavutluk, Yugoslavya, Macaristan, Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Almanya, Belçika, Hollanda, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerde etkindir; Kıbrıs, Malta, İsviçre, Monako, Fransa ve Andora'da ise para aklayıp yatırım yapmaktadır.

Türk mafyası, Türkiye, Kıbrıs, Arnavutluk, Makedonya, Yugoslavya, Almanya, Bulgaristan, Belçika, Hollanda, İngiltere ve İspanya'da etkin olup Kıbrıs, Lübnan, İsrail, İsviçre, Fransa ve Cebelitarık'ta para aklıyor ve yatırım yapıyor.

Rus mafyası ise Rusya, Doğu Avrupa ülkeleri, SSCB'den ayrılan ülkeler başta olmak üzere, Yugoslavya, Lübnan, Avusturya, Almanya, Belçika, Hollanda ve Fransa'da etkin olup, Hırvatistan, Malta, Kıbrıs, Lübnan, İsrail, İsviçre, Monako, Lüksembourg, Andora ve Fransa'da para aklıyor ve yatırım yapıyor. 

Türk mafyasının yıllık geliri olduğu ileri sürülen 30-40 milyar dolar Türkiye bütçesinin önemli bir kısmı kadardır. Üstelik mafya yurtdışında hem organizasyonlarını yönettiği merkezlere sahip hem de oralarda para aklayıp yatırım yapabiliyor.


Anlaşılan odur ki, mafyanın denetimindeki parasal güç, yurt dışına kaçırılan kara para ile yolsuzluk ekonomisi içinde dönen paraların toplamı önemli boyutlara ulaşıyor.  

Buna kayıt dışı ekonominin rakamları da eklendiğinde neredeyse bir başka Türkiye bütçesi ortaya çıkıyor. Bu da hiçbir yoruma yer bırakmayacak biçimde durumun vahametini ortaya koyuyor.


Son olayda ortaya çıkan ilişkiler ağı birkaç bakımdan irdelenebilir: Öncelikle ileri sürülen iddialara bakılırsa siyaset kurumu ile mafyanın uzunca bir süredir iç dışlı olduğunu görüyoruz.

Karşılıklı bir kollama birbirini besleme söz konusu. İkinci olarak mafyanın siyaset kurumu tarafından nasıl korunduğuna şahit oluyoruz.

Bu gerçek bize şunu söylüyor; bir ülkede iktidarı arkasına almayan hiçbir çetenin, mafyanın büyüyemeyeceğini, ülkede cirit atamayacağını gösteriyor.  

Üçüncü olarak devleti arkasına alan, devlet için iş yapan eski yeni siyasetçi ve bürokratların devleti kullanarak kendi adlarına mafyacılık çetecilik yaptığını görüyoruz. Bu iddialar araştırılmalı, doğruysa derhal gereği yapılmalıdır.

Birtakım yerlere sanki devlet ve hukuk yokmuş gibi kendileri kendi yasadışı hukuklarını oluşturarak onların tabiri ve ifşası ile "çöktüklerini" görüyoruz.

İşin içine cinayet, erin, baz morfin kaçakçılığı, adam öldürme, zengin insanları devlet gücüyle korkutarak mal mülk para elde etme, hapse atma, hatta ve hatta uluslararası petrol kuruluşlarının taşeronluğunu yapmak gibi iddialar söz konusu. İşin ucunun nereye uzanacağı da belli değil! 


Burada ibret verici asıl soru ve sorun şu: Nasıl oluyor da bütün bu iddialar ortalığa saçılmışken bir şey yapılmıyor.

İlgili bir istifanın olmaması, bir tutuklamanın gerçekleşmemesi, mecliste araştırma soruşturma komisyonun kurulmasının engellenmesi ve daha da garibi savcıların harekete geçmemesidir. Üstelik kamuoyu da yeterince harekete geçmiyor ya da geçirilmiyor. 


4. Yolsuzluk ekonomisinde siyasi aktörün rolü

Bir siyasiyi yolsuzluk ekonomisine iten nedenler nelerdir?

Bu soruya çok ve çeşitli cevaplar verilebilir. Çünkü bu sorunun bir tek değil birden çok boyutu vardır.

Bunlar siyasinin kendisinden kaynaklanan, çevresinden kaynaklanan ve partisinden kaynaklanan faktörler olarak ele alınabilir. 


Siyasi aktör(ler)den kaynaklanan sebepler:

1) Siyasi aktörün yetişme biçimi, yaşama biçimi ve siyaset yapma tarzı mutlak iktidar erki içerisinde yolsuzluğu teşvik eder niteliktedir. Bir kere lider (ya da siyasi aktör) de herkes gibi bir insandır.

Eğitilirken, yaşamını sürdürürken bu sistemin içinde büyümüştür. Mevcut sistem ise genellikle hakkı, hukuku, erdemleri, adaleti, dürüst olmayı sözde savunup gerçekte ise bencilliği kendine yontmayı, haris olmayı öne çıkaran insan tipi yetiştirmektedir.

Sonuçta suyun başında bulunanlar ondan en büyük payı almayı adeta mubah saymaya başlarlar.


2) Sistem gücü öne çıkaran, güç ve kudret sahibi olanların rağbet gördüğü bir mekanizma ortaya çıkardığından ve gücün, kudretin önemli sacayaklarından biri de ekonomik güç olarak belirdiğinden, birinci derecedeki siyasi aktörler kamu kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda sömürerek güç ve kudret sahibi olmak isterler.


3) Sistem gelecek ile ilgili sosyal ve ekonomik güvenceler sağlamadığından bireyler, gelecekleri ile ilgili sosyo-ekonomik güvenlik mekanizmalarını kendileri oluşturmaya çalışarak kendilerini, ailelerini ve çevrelerini güvence altına almak isterler.


Siyasi aktörün çevresinden kaynaklanan sebepler:

4) Birincil derecede bu rolleri üstlenen insanlar sadece kendi talepleri ve hırsları ile karşı karşıya değiller.

Aynı zamanda yakın çevreleri de bu tür kişileri kendileri için bir kurtuluş umudu olarak görüp, onlar üzerinde maddi ve manevi baskılar kurarlar.

Onlara biçtikleri öncülük ve liderlik payesi karşılığında bir pay alma beklentisi içerisine girerler. Bu da lider üzerinde önemli bir baskı oluşturur.

Böylece siyasi aktör (lider), kendini aynı zamanda yakın çevresinin de kurtarıcısı olarak görmeye başlar. Hal böyle olunca onları da bu kaynaklardan yararlandırmaya, kendisi ile birlikte çevresini de "ihya" etmeye çalışır.

Bu da kamu kaynaklarının bir kısmının liderin ailesine, yakın çevresine akmasına yol açar. Böylece merkezde (yani dairenin içinde) yer alan herkes bundan bir biçimde payını alır. Bu pay ikinci halkada yer alanların aldığı paya göre daha bir aslan payıdır.


5) Dolayısıyla lideri koruma, kollama, yüceltme ve onu lanse etme karşılığında yakın çevresi önemli bir pay alır.

Bu yakın çevre içinde kan bağı olanların yanı sıra aileye dahil olmuş muamelesi gören yakın çevre ve daha önemlisi üst düzey (öncü) partililer de yer almaktadırlar. Bu siyasi kayırmacılık çift taraflı işler.


Partiden kaynaklanan sebepler:

6) Liderin konumunu ve liderliğini sürdürebilmesi için kendisini orada tutmaya yarayan ve konumunu halkın gözünde "meşru" kılan bir güce ihtiyaç vardır.

Bu fonksiyonu parti görür, bunun karşılığında ise liderin sağlamış olduğu kamu olanaklarından nemalanır.


Sistem şöyle işler: Lider kendini seçecek olanları (il, ilçe başkanlarını) çeşitli kombinasyonlarla (atayarak, destek vererek ya da sadece adayını işaret ederek) seçer.

Bu göstermelik seçimle gelen ama aslında bir nevi atananlar, başta lider olmak üzere merkezi organları seçerler.

Diğer bir deyişle merkez kendini seçecek olanları daha önceden seçer, onlarda dönüp kendini "atamış" olan merkezi seçerler.

Bu kısır döngü böyle devam eder gider. Zamanla çevre, yani partinin taşra organları, merkezi başta tutmanın bedeli olarak çeşitli rantlar ve gelirler isterler.

Lider ve merkez kadroları da çevreyi temsil eden öncü kadrolardan başlayarak partiyi beslemeye çalışır.

İhale verme, kamu bankalarından kredi sağlama, devletin kasasından proje adı altında para aktarma "adama iş bulma" esası ile çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarına (liyakat ve ehliyet aramadan) kendi adamlarını atama; partililerin beğenmedikleri kamu görevlilerini başka yerlere (tayinlerini çıkarmak suretiyle) sürmek gibi mekanizmalarla bu çark işleyip gider.

Zaten bırakın parti içi kamuoyunu genel kamuoyu da bunları gerçekleştiren liderleri, bakanları, milletvekillerini, il ve ilçe başkanlarını başarılı olarak görmekte ve alkışlamaktadır! 


7) Bu döngü giderek bir yaşam felsefesini, bir zihniyeti ortaya çıkarır. O da "devletin malı deniz, yemeyen domuz", "bal tutan parmağını yalar" zihniyetidir.

Yolsuzluk ve umutsuzluk o kadar büyük bir ağ halinde ülkeyi sarar ki ve o denli sürekli hale gelir ki artık bu ilişkiler ve yaşananlar mubah görülmeye başlanır; sessizlik ve tepkisizlikle adeta "onaylanır"!..


8) İktidarların işletmiş oldukları başka bir mekanizma ise bürokrasidir. 

Aslında bürokrat kamu görevlisi olarak halkın işini görmek, kolaylaştırmak, devlet düzeninin işleyişini sağlamak amacı ile bir büroda görev yapan kişidir.

Ancak yolsuzluk ekonomisinin bir kanser ağı gibi yayıldığı ülkelerde durum hiç de böyle değildir.

İktidarlar tarafından atanan bürokratların bir kısmı genellikle iktidarların istek ve dileklerini yerine getirme karşılığında kendileri de rüşvet, torpil, "işi kolaylaştırma komisyonu", kredi, kayırma, atama, yükseltme vs. gibi mekanizmalarla bir düzen oluştururlar.

Halkın vergileriyle oluşan bütçeden maaş alan bürokrat öyle bir an gelir ki kendini halkın hizmetinde bir kamu görevlisi olmaktan ziyade liderin ve onun partisinin atadığı bir memuru olarak görmeye başlar.

Lider ve parti de genellikle himayesine aldığı bürokratı böyle görür. Dolayısıyla çark bu "karşılıklı psikolojik güvence" ile teminat altına alınmış olur.


Görüldüğü gibi yolsuzluk ekonomisinin oluşması için bir üçlü sacayağının oluşması gerekiyor. Tepede siyaset kurumu yolu ile iktidarı ele geçirmiş siyasi aktör, parti organları ve onun öncüleri kısacası "siyaset" yer alır.

Karşıda ise yolsuzluk ekonomisinin kaynağını oluşturan sermaye, iş adamı; işini yapmak, yürütmek isteyen kişi ve kurumlar yer alır; arada ise bu işleyişi sağlayan bürokrasi vardır.

Sacayağının bir tarafı eksik olursa yolsuzluk düzeni de bozulmuş, en azından kesintiye uğramış olur. İşleyişin sürmesi için bu üç unsurun bir araya gelmesi gerekiyor. 


Yasalardan kaynaklanan sebepler:

9) Bir kere şunu hemen vurgulamak gerekir. "Demokratik devleti" "bürokratik devletten" ayıran temel unsur şeffaflıktır.

Bürokratik devlette şeffaflık yoktur, genellikle kim ne yaparsa "yanına kar kalır". Bu da yapılacak her türlü yasa dışılığı teşvik eder.

Oysa demokratik devlette bunun tam aksine şeffaflık vardır. Kim ne yaparsa hesabını verir. Çünkü her şey kamuoyunun gözleri önünde cereyan eder.

En azından katılım ve denetim mekanizması bunu sağlar. O nedenle "iyi iş" yapanlar ödüllendirilir, "kötü iş" yapanlar ise cezalandırılır.

Bu ceza mekanizması oy sistemi ile olduğu gibi suçun nevine göre yasal mekanizmalarla da yerine getirilir. Burada devletin insanından ziyade insanın devleti/insanın hizmetindeki devlet vardır.


10) O halde yasalar burada büyük önem taşıyor. Eğer yasal mekanizma (Türkiye'deki gibi) ekonomik suç işleyenlere yaptırım getirmiyorsa bu ancak ekonomik suçu teşvik eder, arttırır.

Günümüze baktığımızda, devletin bankalarını soyanların, kamu bankalarını hortumlayanların, rüşvet verip, rüşvet alanların önemli bir yasal engellemeyle (ve ceza ile) karşı karşıya kalmadıklarını görüyoruz.

Son olayda ileri sürülen iddialara bakılırsa trilyonları götürenler, bir süre sonra çıkıp, çaldıkları trilyonların keyfini (bütün bir toplumun gözleri önünde) sürmektedirler.

Bu süreç sadece kamu kaynaklarının çarçur edilmesini teşvik etmekle kalmamakta aynı zamanda kamu vicdanını ve halkın adalet duygularını da zedelemektedir.


5. Sistem sorgulanmalıdır

Bütün bu gelişmeler sistemin çürüdüğünü, çöktüğünü göstermektedir. O halde elzem ve kaçınılmaz olan bu sistemi yeniden yapılandırmaktır.

Çünkü bu sistem eğer yolsuzluk ve hırsızlık, çetecilik, mafyacılık üretiyorsa, hırsızı ya da yolsuzluk yapanı değiştirdiğinizde sorun çözülmüş olmuyor; çünkü sistem değişmediği takdirde başka birini üretiyor.

Yolsuzluk ekonomisini teşvik eden katı merkeziyetçi, içe kapanık "bürokratik devlet" yapılanmasının panzehiri, şeffaflığı öne çıkaran, dışa dönük "demokratik devlet" yapılanmasıdır.

Bu ikinci seçenek sadece (içeride) yolsuzluk ekonomisine son vermek için gerekli değil, bu aynı zamanda çağdaş dış dünyadan kopmamak, onun çağdaş, çoğulcu demokratik değerleri ile bütünleşmek için de gerekli, hatta zorunludur.

Bu yüzden Türkiye gelinen noktada bir yol ayrımındadır. Önemli bir dönemeçte önemli bir seçenekle karşı karşıyadır.

Bu seçeneklerden biri içe kapanarak bildiği tarzda sistemi sürdürmektir ki mevcut statükodan beslenenlerin seçeneği budur.

Öbürü ise yüzünü modern dünyaya dönmüş değişimden yana olanların ortaya koyacakları (demokratik ve şeffaf devlet) seçeneğidir.


Değişim elbette kolay değildir. Çünkü mevcut sistemden beslenen statükocu güçler konumlarını ve beslendikleri kaynakları kaybetme kaygısı ve telaşı ile değişime direneceklerdir.

Ama değişimin gücü, onu isteyenlerin gücü ile orantılı olduğundan; eğer değişim isteyenler, projelerini geniş halk kitlelerine anlatarak destek bulmaları ve bu konuda ittifak yapacak kesim ve katmanların cephesini genişletmeleri gerekir.

Değişim, statükoyu korumaktan daha zor bir yoldur. Statüko hamasetle korunabilir, ama değişim reel bir durumdur, o nedenle hamasetle yapılamaz, reel durumun değişmesini gerektirir.

Türkiye'de değişimin olup olmayacağı, olacaksa yönü, hızı ve niteliğinin nasıl olacağını bu mücadele ve onun boyutları belirleyecektir.

Tabi bütün bu değişiklikleri yapacak olan kurumun da gene bizatihi siyaset kurumu olduğunu unutmamak gerekir.


6. Yolsuzluk ekonomisinin siyaset kurumunu yıpratan fonksiyonu

Yolsuzluk ekonomisi siyaseti kirleten önemli bir unsurdur. Kirlenmiş siyaset ise siyaset kurumunun ağırlığını ve saygınlığını zedeler, gerçek işlevlerinden uzaklaşmış ve saygınlığı zedelenmiş olan siyaset kurumunun siyasi aktörleri yolsuzluğa daha çok bulaşır, bu da kirliliği çoğaltır ve bu durum giderek topluma sirayet eder toplumun birer numunesi olan siyasiler de bu yapıdan çıkar.

Bu kısır döngü (bir kartopu gibi kendi etrafında dönerek ve büyüyerek) devam eder; giderek toplumda siyaset kurumuna karşı bir anti-pati oluşur ve bunun sonucu olarak bir anti siyaset durumu oluşmaya başlar.

Burada genel olarak toplum tarafından bir yanlış algılama ile "siyasetin kötü bir şey olduğu" algılaması ve kanaati gelişmeye başlar.

Oysa "kötü" olan, yanlış olan siyaset kurumu değildir, onu yanlış yapan siyasetçilerdir. Dolayısıyla yanlış siyaset yapanların şahsında siyaset kurumu yıpratılmış oluyor.

Oysa bir bilimsel etkinlik alanı olarak siyaset kurumunun kötü ve yanlış olması söz konusu olmadığı gibi sonuçta bu işleri düzeltecek olan da siyaset kurumudur.

Unutmayalım ki siyasetin bir rant dağıtım mekanizmasına dönüşmesinin sorumlusu bir kurum olarak siyaset değildir. Bütün temel meselelerde siyasetçinin, varlık sebebini fon yağmalama, devlet kesesinden avanta dağıtma ve hemşeri kollama üzerine kuran sistemi yadırgamak, sorgulamak gerekir.

Oysa siyaset bir bilimsel etkinlik olarak temelde devleti yönetmeyi halkın sorunlarını çözmeyi öngören bir etkinliktir.

En önemli işlevi de üretimi arttıracak olanakları yaratmak, yaratılan üretim ve refahın adil bir biçimde paylaşılmasını sağlamak ve nihayet bu iki etkinliği barış ve dayanışma içinde gerçekleştirmektir.

Yoksa üretimi krizlerle kesintiye uğratmak refah sadece birilerini kanalize etmek, ayrıcalıklı sınıf ve zümreleri yaratmak değildir siyasetin fonksiyonu. 


Sonuç ve öneriler

Türkiye'nin sorunları demokrasi geliştirilerek ve kamuoyunun denetimi tüm siyasal mekanizmaya egemen kılınarak çözülebilir. Bu ilkenin önünde engel görünen bazı gerçekler var:

Birincisi, Türkiye'de mevcut haliyle zaten modası geçmiş olan temsili demokrasi hem kurumsal içeriğinden hem de evrensel içeriğinden saptırılarak, sadece çoğunluğun yönetimi olarak anlaşılmakta ve uygulanmakta, böylece hem insanların temel hak ve özgürlükleri dikkate alınmamakta, hem de kamu yararı kavramı, yağmacı bir çoğunluk tarafından yok edildiği için toplum giderek yoksullaşmaktadır.

Bu nedenle çoğulcu ve katılımcı demokrasiye içerik ve işlerlik kazandırılmalıdır.


İkincisi: siyaset bu baskının ve yağmanın hem sonucu hem nedeni olmuş, iktidara gelen siyasi partiler 'örgüt-delege-lider-milletvekili oligarşisi' içinde 'yağmacı kültürün' taşıyıcısı haline gelmiştir.  

Esas sorun 'fırsatçılığın' ve ilkesizliğin rüşvet ve benzeri mekanizmalarla çete oluşumlarının yaygınlaşmasını teşvik etmesi ve bu oluşumların liderler tarafından da kendi yerlerini korumak amacıyla onaylanmasıdır.

Bütün bu nedenlerle, siyaset artık adeta ülkeye hizmet etmenin aracı olmaktan çıkmış, "kısa yoldan köşeyi dönmek isteyenlerin" kariyeri haline gelmiştir.

Peki, ne yapılabilir?


a. Siyaset yapma tarzı ve siyasi partiler yasası değişmelidir

Türkiye'de kirlenmeye neden olan unsurların başında siyaset yapma tarzı yer alıyor. Siyaset yapma tarzı aynı zamanda Anayasaya da bir ucu dayanan Siyasi Partiler Yasasının bir sonucu olarak şekillenerek ortaya çıkmaktadır.

Dolayısıyla yazılı olmayan toplumsal ve siyasal normların, davranış kurallarının, siyasal ahlakın olumlu yönde bir değişme göstermesinin önkoşulu öncelikle Siyasi Partiler Yasasını değiştirmekten geçmektedir.

Ondan sonra bu yasanın baz alınması sonucunda siyasi partilerin kendi organları tarafından oluşturulmuş olan bir ölçüde her partinin iç işleyişinin kurallar manzumesi olan tüzük ve yönergelerin değiştirilmesi gelir.

O halde birinci adım siyasi partilerin dayandığı yasal ve hukuksal çerçevenin yeniden gözden geçirilerek "temiz" ve "çağdaş" bir topluma götürebilecek biçimde değiştirilmesidir.

Yanı sıra Siyasi Etik Yasası da çıkarılmalıdır. Temiz toplumu yaratmanın yolu siyaseti temizlemekten, siyaseti temizlemenin yolu da sistemi değiştirmekten, bu da kuralları belirlenmiş bir etikten geçiyor.

Ayrıca etik bir zihniyet sorunudur. Zihniyetin değişiminde uzun vadede eğitim, orta vadede toplum, kısa vadede siyaset kurumunun bu bağlamda değişmesi önemlidir.


b. Sistem yeniden yapılanmalıdır

Türkiye'de mevcut sistem artık tıkanmıştır, işlememekte veya kötü işlemektedir. Bu durumun değişmesi, gerçek bir demokrasinin hakim kılınması çağdaş, medeni ve kalkınmış bir ülke için gerekli ve zorunludur.

Ayrıca halk da bu bozuk düzene, eskimiş kurumlara işlemeyen sisteme karşı değişim istiyor artık.

Ancak değişim ve demokratikleşme bazı kesimlerin işine gelmediğinden ayak bağı olmakta hatta engellenmektedirler. Oysa değişimin gücü yönetilenlerin değişimi isteme gücü ile orantılıdır.

Değişimin kendisinin örgütlendirilmesi ve organize edilmesi gerekir. Bunu da ancak siyasi partiler yapabilir. Fakat siyasi partilerin de karşı karşıya bulunduğu bir dizi sorun vardır.

Bunların arasında siyasal kirlilik ön sıralarda yer almaktadır.


Çarkı işletmesi gereken bürokrasi ise halkın sorunlarının çözülmesi ve çıkarlarının korunması yerine siyasi mekanizmaya endekslenerek kendi hakimiyeti peşinde koşmakta, kendi çıkarlarını korumaktadır.

Adalet sistemi tıkanmış; adalet dağıtamamaktadır. Dolayısıyla ucu iktidara ve iktidardaki herhangi bir bakana veya milletvekiline dokunacak olayların üzerine gidilmemektedir.

Mevcut sistemle bir davanın sonuçlandırılması bazen on yılları alıyor. Hal böyle olunca mafya türemekte bu gün her alanda at koşturan mafya kendine göre "adalet dağıtmaya" çalışmaktadır. 


Mafya bu ilişkilerle o kadar güçlenmiş ve gürbüzleşmiş ki artık iktidarla, güç odaklarıyla ilişkisi olmayı yeterli görmemekte bizzat iktidar olmayı istemektedir.

Susurluk olayı tıkanan sistemin bir kaza nedeniyle bütün cerahatlarıyla patlamasından başka bir şey değildi. Bugün patlayan Peker-Ağar Soylu ilişkileri Susurluk'a rahmet okutacak niteliktedir.

Türkiye çocuklarının geleceğini üç beş mafya bozuntusuna feda edemez. Bu noktada herkes muhalefetten daha cesur adımlar beklemektedir. 


Dikkat edilirse bu çürüme ve yozlaşma adalet mekanizmaları tarafından değil, "dönüş biletinin işlevsiz olması", "rantın paylaşılmaması", "kaza kurşunlarının" ve "kamyon şoförlerinin" sayesinde kazara ortaya çıkmaktadır.

Bu bile çürümüşlüğün boyutları için yeterli bilgiyi ve bulguyu ortaya koyuyor. 


Dolayısıyla sistem, adeta iktidara gelen partinin "vurgun vurması, köşe dönmesi savurganlıkla sefahat içinde yaşaması için" kurulmuş gibidir.

Yukarıdaki gerekçeler artık açıkça gösteriyor ki Türkiye'deki kamu düzeni geldiği noktada temizlenmeye ve yeniden bir yapılanmaya ihtiyaç gösteriyor. 


c. Diğer atılması gereken adımlar

Sonuç olarak bu durumu düzeltmek için yapılacak olanlar şöyle sıralanabilir: 

  • Anayasanın değiştirilerek demokratik bir öze kavuşturulması, ardından da siyasi partiler yasasının değiştirilmesi gerekir.
     
  • Parti içi demokrasi hâkim kılınarak lider oligarşisine son verilmeli; artık lider tek kurtarıcı olarak görülmemeli ve öyle takdim edilmemelidir. İç işleyiş de örgüt, kadro, tüzük ve programda buna göre düzenlenmelidir. 
     
  • Siyasi etik güçlendirilmeli, milletvekili dokunulmazlığı kürsü dokunulmazlığıyla sınırlandırılmalıdır. Sade üyeden genel başkana kadar herkes siyasi ahlak kurallarına tam olarak uymalıdır. Bunun için siyasi etik parti içi eğitimin önemli bir unsuru haline getirilmelidir. 
     
  • Parti üyeliği yeniden tanımlanmalı, naylon üyelik uygulamalarına son verilmeli, bu amaçla delege sistemi kaldırılarak siyasetin tabanı genişletilmelidir. 
     
  • Sendikalar, sivil toplum örgütleri ve başka gruplarla kalıcı, sistemli ve düzeyli ilişkiler kurulmalıdır. 
     
  • Merkeziyetçi demokratik yönetim işleyişine son verilmelidir. Parti içi demokrasi kurumlaşmalı seçimle gelen seçimle gitmelidir. Kendisi demokrat bir işleyişe sahip olmayan bir siyasi partinin ülkeye demokrasi getirmesi beklenemez.
     
  • Adaylar seçimde yapacakları harcamaların kaynağını açıklamalı, seçim ölçülerini aşan harcamalar parti organları tarafından denetlenmeli ve engellenmelidir.
     
  • Seçilmişleri izleme ve denetleme kurullarının yaygınlaşmasına çalışılmalıdır. Seçilen bir kişinin siyasi ahlaka uymayan davranışlar sergilemesi durumunda "geri çağırma" yöntemi devreye sokulmalıdır.
     
  • Temiz siyaset gerçek anlamda demokratik bir ortamda yaşama şansını bulabilir. O nedenle ülkenin genel ve yerel idari yapısı yeniden yapılandırılarak demokratik bir öze kavuşturulmalıdır.
     
  • Son gelişmelerde dahli olan kim olursa olsun yargının önüne çıkarılarak hesap vermesi sağlanmalıdır. 

Siyaset toplumu yönetme sanatıdır. Bir güç ve rant aracı haline geldiğinde sadece kendisi bozulmakla kalmaz toplumu da zamanla çürütür.

Bunu önlemek ise her kesin sorunu ve sorumluluğudur. Özgür birey, sorumlu toplum ve demokratik bir devlete yaşamak istiyorsak bu bağlamda üstümüze düşeni yapmak zorundayız. Başka da yolu yok…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU