Üniversite yolun son ayrımında: Rahat etmek için biat (mı?), itiraz (mı?) (3)

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Celalettin Can: Akademik özgürlük ve akademik güvence ile ilgili kamuoyuna da yansıyan bir kısım soruşturmalarla başlasak nasıl olur Hocam…

Prof. Dr. Tahsin Yeşildere: İyi olur... Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde, "Türkiye'de Siyasal Hayat ve Kurumlar" dersini veren Yrd. Doç. Dr. Barış Ünlü, 9 Ocak 2015'te yapılan final sınavında öğrencilerine şu soruyu sordu:

Abdullah Öcalan'ın yazmış olduğu, 1978 tarihli 'Kürdistan Devriminin Yolu Manifestosu' başlıklı broşür ile 2012 tarihli 'Ortadoğu'da Yerel Sistem İnşası Olarak Demokratik Modernite' başlıklı yazıyı; sömürge, ulus devlet, devrimci şiddet, demokrasi gibi kavramlara/ olgulara olan yaklaşımları bağlamında kıyaslayınız. Bunu, aradan geçen 34 yıl boyunca dünyada ve Türkiye'de yaşanan değişimleri ve Kürt hareketinin Kürt toplumunun yaşadığı dönüşümleri içerecek şekilde yapınız.

 Barış Ünlü hakkında şikayetçi olan öğrencilerden sonra, rektörlük ve savcılık soruşturma başlattı. Ünlü hakkında "terör örgütü propagandası yapmak ile suçu ve suçluyu övmek" suçlarından 7 yıla kadar hapis istemiyle iddianame düzenlendi. İddianame, terör davalarına bakan Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi.

Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Timuçin Köprülü hakkında, çalışmakta olduğu Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin mezuniyet töreninde üzerinde "Diren" yazılı bir tişörtle konuşma yaptığı için soruşturma açıldı.

Köprülü, konuşmasında; "Yalanın hukuk, hukukun da yalan olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Son zamanlarda 'polisimiz destan yazdı' deniyor. Gösterilerde insanların öldürülmesiyle, göstericilerin kör edilmesiyle, binlerce kişinin gaza boğulmasıyla, avukatların adliye salonlarında sürüklenerek dışarı çıkarılmasıyla, ÇHD'li avukatların tutuklanmasıyla destan falan yazılmaz. Asıl destanı bu çocuklar yazmıştır. Teşekkürler" dediği için soruşturma açılmıştı.


Mersin Çağ Üniversitesinde görev yapan Yrd. Doç. Dr. Eduardo Chemin, YÖK tarafından gönderilen yazı gerekçe gösterilerek rektörlük tarafından bazı sansürlere maruz kaldığını sınıfta dile getirmişti.

Suriyeli mültecilerle ilgili sosyal psikoloji alanında görev yapan ve anket yardımıyla veri toplayan Chemin, Rektörlükle yaptığı görüşmede, 'Suriyeli mültecilerle ilgili yapmakta olduğu çalışmaların durdurulmasının istendiğini' belirtmişti.

'Sansürün sadece yapılan araştırmalara değil, derste konuştuğu konulara da getirilmek istendiğini' belirten Chemin, Rektörlüğün derslerde siyasi ve dini konuları konuşmasını istemediğini' kendisine ilettiğini söyledi.


Yaşanan tüm bu olaylar üzerine Eduardo Chemin, 'bu şartlar altında bilimsel bir eğitim ortamı olmadığını' vurgulamış ve görevinden istifa etmişti. Rektörlük tarafından istifası kabul edilerek en kısa zamanda okulu terk etmesi istenen Chemin'in öğrencileriyle vedalaşmasına dahi izin verilmemişti.

Ayrıca Chemin'e geçen yıldan beri sürdürmekte olduğu mülteciler çalışmasıyla ilgili olarak Oxford ve Brezilya'daki 3 Federal Üniversite konferans vermesi için davette bulunmuş, ancak üniversite yönetimi YÖK'ten gelen yazıyı gerekçe göstererek bu konferanslara katılmayacağını Eduardo Chemin'e iletmişti.

Chemin buna karşı, 'Türkiye'de üniversitelerin işyerine dönüştürüldüğünü, eğitimin karşılıklı bilgi alışverişi değil yukarıdan birilerinin diktasıyla yapıldığını' söyleyerek üniversitelerin geldiği durumu açıkça söyledi.


Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeynep Sayın Balıkçıoğlu'nun, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hakaret ettiği gerekçesiyle Bilgi Üniversitesi'ndeki görevine son verildi. Balıkçıoğlu'nun derste Erdoğan'a hakaret ettiği, derse giren bir öğrencinin ses kaydını yetkililere bildirmesi ile ortaya çıkmış bunun üzerine Rektörlük ve Savcılık harekete geçmişti. Üniversite Yönetimi bu ihbarı derhal değerlendirerek Balıkçıoğlu ile ilişkinin kesildiğini duyurdu.


Prof. Dr. Büşra Ersanlı olayı: PKK terör örgütünün şehir yapılanması KCK'ya yönelik yürütülen soruşturma kapsamında 140'ı tutuklu 205 sanık hakkında açılan davanın tutuklu sanıklarından Prof. Dr. Büşra Ersanlı, ''BDP ye giriş sebebim 'Türkiyelileşme' projesi ile bağlantılıdır. Hepimizi üzen, mahveden bir sorunun çözümüne katkıda bulunabileceğimi düşündüm'' dedi.

Ersanlı, Kasım 2011 de KCK davası kapsamında "örgüt üyeliği ve örgüt yöneticisi" olduğu iddiasıyla tutuklanmış ve 9 ay cezaevinde kalmıştı.

 
Ankara Üniversitesi Rektörlüğü'nün 9 Nisan 2021   tarihli   kararı ile Doç. Dr. Meltem Kayran'ın 30 yıldır mensubu   olduğu Siyasal Bilgiler Fakültesi ile ilişiği kesildi. Doçentlik kriterlerini karşılamış ve doçent unvanı almış bir akademisyenden, daha düşük unvanlı bir kadronun, yani çalıştırıldığı bir alt kadro olan …'Dr. Öğretim Üyeliği' kadrosunun kriterlerini karşıladığını gösterir dosya istenmişti.

Ancak Doç. Dr. Meltem Kayıran, söz konusu kadroya yeniden atanması için kendisinden istenen dosyanın ve bu dosyanın bir doçentten istenmesinin hukuksuzluğunu ortaya koymuş, istenilen bilgileri bu nedenle vermemişti. Bu talepleri hukuksuzdu ve YÖK'ün çıkardığı    atama yükseltme kriterlerine dahi aykırıydı.


Tutuklu öğrencilerin eğitim hakları engelleniyor. On binlerce tutuklu öğrenci olduğu söyleniyor. Disiplin yönetmeliğinin demokratik üniversite özerkliği, akademik ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerekiyor. Tutuklu yargılanan öğrencilerin serbest bırakılması, tutuksuz yargılanmaları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü açısından önemli.

Üniversite gibi özgürlüğün vazgeçilmez olduğu kurumlarda güvenlikçiler, öğrencilerin düşüncelerini özgürce ifade etmesinin önünde engel teşkil ediyor ve yukarıdan gelen talimatla şiddete başvurmakta ve şiddeti körüklüyorlar. Birçok eylem bu yüzden tırmanıyor. Üniversitede bu gibi konular nesnel değerlendirilmiyor, adeta kendi siyasi görüşüne uygun olmayan görüşlere sahip öğrencilerin eğitim hakkı engelleniyor.


AKP iktidarı tarafından 1 Eylül'de gece yarısı çıkarılan OHAL KHK'sı ile 15 bin civarında ÖYP'li araştırma görevlisi, 'güvencesizlik' anlamına gelen 50/d kadrosuna geçirildi ve ardından çıkarılan bir yasa[ ile de 50/d'lilere 33/a kadroları tahsis edilmesinin yolu açıldı. Yeni değişiklik ile de bu belirsizlik aynen devam ediyor.

Üniversiteler ve özellikle genç akademisyenler üzerindeki bu belirsizlikler, nitelikli insan gücünün üniversitelerden uzaklaşmasına neden oldu. Şimdilerde güvenceli kadroya yandaş akademisyenlerin atanmasının önü daha da fazla açıldı.
 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

- Bir önceki bölümde, 11 Ocak 2016'da Barış Akademisyenleri bildirisi süreci ile 20-21 Temmuz 2016 OHAL ve Kanun Hükmünde Kararname süreci soruşturmalarını ve ayrıca hak ve özgürlüklere olumsuz etkisi bakımından Kovid-19 Pandemi sürecini değerlendirdik. Bu çalışma için o kadarı yeterli.

Ancak aynı makalenin sonuna bir paragrafla yer verdiğim 'Cumhurbaşkanı talimatı ile kaldırılan Rektör seçimlerini ve Rektör atama yetkisinin Cumhurbaşkanı'na verilmesini' konu alan KHK'yı bir ölçüde detaylara yaysak iyi olur kanısındayım. Çünkü bu nokta epey sıkıntı yaratacak… Boğaziçi Üniversitesi direnişi de sürüyor…Buradan devam etsek...

Edelim... Son olarak üniversitelerin teslim alınması, siyasi vesayetin tam olarak uygulanması girişimi KHK'lardan biriyle gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanının talebi doğrultusunda bundan böyle vakıf üniversiteleri dahil, üniversite rektörlerinin YÖK vasıtasıyla ve doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atanacağı yolunda bir karar çıkarıldı. Ve ardından peyderpey uygulanmaya başlandı.

AKP siyasetine yakın kimi akademisyenler, önlerindeki listeden seçtikleri herhangi bir devlet üniversitesine rektör atanma talebiyle YÖK ve Cumhurbaşkanı nezdinde kuyruğa girmiş durumdalar. AKP, bu karar ile tüm üniversitelerin yönetimini ele geçirmek, aykırı sesleri engellemek, üniversiteleri kendi siyasi vesayeti altına almak amacını uygulamaya koymuş oluyordu.

Süreç içinde, yani Kasım 2017'den bugünlere 127 farklı üniversiteye 129 rektör ataması yapıldı. İlahiyat Fakültesi mezunu 13 rektör ataması dikkati çekti. Atamalarda hiçbir kriter söz konusu değildi. Yapılan bir çalışmada 196 rektör arasında uluslararası yayını olmayan 71 rektör olması da çok dikkat çekici oldu.
 

Soldan sağa Yunus Bircan, Tahsin Yeşildere, Nimet Tanrıkulu, Mehmet Servi ve Celalettin Can.JPG
(Soldan sağa) Yunus Bircan, Tahsin Yeşildere, Nimet Tanrıkulu, Mehmet Servi ve Celalettin Can


- İfade ettiğiniz 'üniversiteleri teslim alma' politikasının son örneği Boğaziçi Üniversitesi oldu ve halen direniş devam ediyor. Bu konuda ne dersiniz hocam?

Boğaziçi Üniversitesi'ne tepeden Melih Bulu Rektör olarak atandı. Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri de bu atamaya karşı direnişe geçtiler. Bu demokratik haklarıydı ve hala her öğle aralığında atanmış rektöre karşı direnişleri sürüyor. Öğrenciler de Melih Bulu'ya karşı eylem başlattı.

Bazı öğrenciler gözaltına alındı, bazıları tutuklandı. Polis üniversiteye giriş çıkışları kontrol altına aldı. Güvenlikçi baskı politikaları uygulanıyor. Yetmedi ki tepeden iki fakülte daha kuruldu ve bunlara tepeden dekan atamaları yapıldı.
 


- Üniversite kavramı içerik olarak tasfiye ediliyor, şekil olarak mı kalıyor, hatta ona da mı müdahale ediliyor, durum bu kadar ciddi mi? 

Ciddi... Hükümetin ve YÖK'ün demokratik yolları hiçe sayarak Cumhurbaşkanının talimatları doğrultusunda gerçekleştirilen uygulamalar sonucu, üniversitelerde özerklik ve demokrasi tamamıyla ortadan kaldırıldı.

Üniversitelerin 'olmazsa olmazı' olan akademik özgürlük, yani düşüncelerin özgürce ifade edilmesi, son disiplin yönetmeliğindeki değişikliklerle tepeden atanmış yandaş yöneticilerin keyfiyetine bırakıldı. Siyasi iktidar fırsatçı bir tutumla üniversiteleri, üniversiter değerlerle hiç örtüşmeyen biçimde güvenlikçi/yasakçı bir devlet kurumu haline getirdi.

Bu durum hiçbir yönü ile kabul edilebilir değildir. Artık evrensel üniversiter kriterleri uygulama gayreti içinde olan ve Dünya Üniversite Sıralama'sında yer alabilen 5-10 üniversite dışında sadece adı üniversite olan kurumlara üniversite demek söz konusu bile olamaz.

Akademik insanlar arasında iktidara yakın olma ve iktidar gücünü kullanma gibi akademik etiğe uymayan davranışlar, Üniversite'nin yozlaşmasında ve etkisizleşmesinde önemli bir faktör oldu.

Üniversite, bulunduğu bölgede yaşayan toplumdan ve   toplumsal sorunlardan uzak durmuş, kent yaşamı ile bütünleşmede varlık gösterememişti. Bir yandan da gerici bir siyasi yapılanma ve iktidar baskısı ile ileride tamiri mümkün olamayacak siyasi bir yozlaşma içinde.
 


- Çalışmamızın sonuna gelirken Türkiye'de üniversite'nin 'bu kadar ciddi olan durumu' ile ilgili somut rakamlar dayanan bir panorama çizebilir miyiz?..

Elbette… AKP döneminde yasa ve yönetmeliklerde yapılan değişiklikler sonucu üniversite özerkliğinin kırıntısının dahi kalmadığını, üniversitelerin tepeden tırnağa zapturapt altına alındığını söylemek mümkün.

Üniversitelerdeki bu hızlı değişim, yeni devlet ve vakıf/özel üniversitelere ve onlara bağlı fakülteler ve yüksek okullara, YÖK'ün rektör ve dekan ataması sonucu buraların ele geçirilmesi sağlandı.

Kendi siyasi görüş ve zihniyetine aykırı gördükleri akademisyenlere ve öğrencilere baskılar giderek artıyor.

Hukuksuz soruşturmalarla, ihraçlarla, baskıcı disiplin yönetmelikleriyle, evrensel üniversiter değerler yok ediliyor.

AKP, üniversite üzerindeki en önemli fırsatçılığını OHAL ile birlikte KHK'lar üzerinden hızlandırdı.

Böylece üniversite, özgür düşüncenin ve bilimin/liyakatın, nitelikli insan gücünün olduğu evrensel nitelikli kurumu değil, vasatlığın, dogmanın, intihalin, baskının, yasakçı zihniyetin hâkim olduğu siyasi/ideolojik bir kurumuna dönüştürüldü. 

Türkiye'de Üniversite sayısı 2020 verilerine göre 207… Bu rakamın içinde Devlet Üniversitesi 129, Vakıf Üniversitesi 73 (geçen yıl 75'ti) Vakıf Meslek Yüksek Okulu 5'tir.

Öğretim elemanı sayısı 166 bin 225'e yükselmiş ve 28 bin 572 profesör, 16 bin 705'i doçent, 41 bin 8162'si doktor öğretim üyesi var. 37 bin 697'si öğretim görevlisi ve 50 bin 844'ü araştırma görevlisi olarak görev yapıyor. 7 Mayıs 2020 itibari ile toplam Öğretim Elemanı sayısı 174 bin 980'dir.

Bu dönemde plansız programsız, hiçbir üniversiter kritere uyulmadan üniversiteler kuruldu. Öğrenci sayısı da keyfiyete göre arttırıldı.

Ancak üniversitede ders veren profesör ve doçent sayısı, öğrenci sayısı artış oranı ile aynı oranda olmadığı için nitelikli eğitimden söz edilemez.

Üniversitelerde söz konusu profesör ve doçent açığının daha çok doktor öğretim üyesi ve öğretim görevlileri ile karşılanması eğitimin niteliğinin düşmesinde önemli bir faktör oldu. Bu faktör nitelikli, özgün bilimsel araştırmalarda geriye gidişi hızlandırdı.  

Ocak 2020 itibarıyla yükseköğretimdeki öğrenci sayısı, açık öğretim fakültesi dahil 8 milyon 76 bin 615'e ulaşırken, YÖK başkanı ve AKP Avrupa'da öğrenci sayıları açısından ilk sıradayız diye övünmüştü. Öğrencilerden 7 milyon 445 bin 530'u devlet, 619 bin 793'ü vakıf üniversitelerinde öğrenimine devam ediyor.
 

 
- Bu dönemde şaibeli/sahte yayınlarda dünya sıralamasında Türkiye'nin 3. durumda olmasının da iyi üniversitelere erişimde 50 ülke arasında 39. sırada olmasının da rastlantı olmadığı anlaşılıyor. 200'ün üzerinde üniversite seviye mi bırakır… Boğaziçi, ODTÜ gibi fark yaratan üniversite ekolüne hayat hakkı tanımayan zihniyet dünyası da anlaşılıyor… Bitirirken, çözüm nedir, bunu tek cümleyle ifade etseniz, ne söylerdiniz?  

12 Eylül ile başlayan ve takip eden süreçte sistematik biçimde uygulanan politikalarla üniversitelerin asli nitelik ve işlevlerinde ortaya çıkan erozyonun telafi edilebilmesi için, siyaset, din ve piyasanın kıskacında bulunan üniversitelerin bilimsel, akademik ve yönetsel özerkliklerine sahip olmaları gereğinin vazgeçilmez olduğu bilinmelidir.


Celalettin Can: Teşekkürler Tahsin Yeşildere Hocam…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU