Mistisizm ve irfan I

Prof. Dr. Mehmet Çelik, Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Wikimedia

Mistisizm genellikle tasavvuf kelimesinin eş anlamlısı olarak kullanılır. Geçek te bu, böyle midir? Bu konuya biraz değinmek niyetindeyim.  Kendi kültürel kavramlarını komşunun terimleriyle açıklamak gibi beyhude bir adlandırma gayretinin abesliğinin belirginleşmesi için kavramın bazı tariflerine bakalım önce, şöyle ki;

TDV İslam ansiklopedisi mistisizm için şu tanımı yapar:

“Mistisizm (İng. mysticism; Fr. mysticisme) Grekçe “sır” anlamına gelen musterion kelimesinden türetilmiştir. Kelimenin teknik anlamlar kazanması, eski Yunan’da pagan olan halkın dinî inanışından ayrı olarak Eleusis ve Dionysos kültlerinde temsil edilen sırların musteria terimiyle ifade edilmesi sonucunda olmuştur. Aslında Grek dinî akımlarında söylenmemesi gereken sırlarla ilgili olarak suskun kalması icap eden müntesipler için de mustai kelimesi kullanılırdı. Çünkü Grek mistik dininde sırlar herkese açık olmayıp özel bir intisabı gerektirmekteydi. Nitekim Grekçe’de “susmak, suskun kalmak” mânasındaki muein kelimesinin de Grek mistik ibadet şekillerinde intisap törenlerinin gizliliğine işaret ettiği düşünülmektedir (ER, X, 230, 245-246). Zaman ve tarih içinde gelişenden ezelî ve zamansız olana geçiş tecrübesini ifade eden mistisizmin anlamı daha sonra genişlemiş, bu terim Grek ve Doğu felsefelerinin Yeni Eflâtunculuk adı altında uzlaştırılması çabasının ardından değişikliğe uğrayarak “bütün bir hakikat problemine aklî ve daha çok sezgiye dayalı melekelerle özel biçimde yaklaşmak” mânasına gelmeye başlamıştır. Hıristiyanlığın erken dönemlerinde Yeni Eflâtunculuğun hıristiyanî fikirlerle kaynaşması sonucu -Dionysius the Areopagite’in Mistik Teoloji adlı eserinde görüldüğü gibi- mistik bir hıristiyan ilâhiyatı ortaya çıkmıştır. Fakat mistisizm, “görünenin ötesine veya görünmez olana geçme tecrübesi” şeklindeki genel anlamıyla belli bir dine özgü olmayıp bütün dinlerde rastlanan bir olgudur.

Tasavvufî hakikat algısı ile mistik hakikat algısı oldukça farklı karakterler gösterirler. Evvel emirde batı mistisizmi mutlak sırcılık kapsamı içinde deveren etmekteyken tasavvuf  mutlak hakikatin bizzat Allah olduğunu kişinin de çeşitli ruhi ve ameli tecrübelerden geçtikten sonra Allah’ı bilerek mutlak gerçeğe ereceği iddiasında ısrarlıdır. Batı da dinin batın tarafı zahirinden tamamen kopup bir sır çözümleyiciliğine dönüştüğü cok kereler görülmüştür.

Ortaçağ teologları mistik teolojiyi “tecrübî hikmet, aşkın yönlendirmeyle ruhun Tanrı’ya doğru teveccühü; ilâhî aşk sayesinde ulaşılan tecrübî bilgi” şeklinde tanımlamıştır. Alman şairi Goethe’nin tanımı ise “kalbin skolastiği, duyguların diyalektiği” biçimindedir.

“Bunların yanı sıra ünlü filozoflar üzerindeki etkisine dikkat çekmekle birlikte mistisizmin öznel olduğu ve dış dünya hakkında hiçbir nesnel doğru sağlamayacağı görüşünde olan Bertrand Russel’a göre mistisizm, evrenle ilgili inançlar üzerindeki belli bir duygu derinliği ve yoğunluğundan başka bir şey değildir.” (Mistisizm ve Mantık, s. 7).

 Neredeyse bütün mistiklere göre hakikatin varlığı aşkındır. Hal böyle olunca hakikatin bizzat insanın kendisinin içinde mevcut olduğunu öne çıkaran tasavvuf ile arasında batın bilgisi ya da Allah’a aracısız varmak ortak noktasından başka bir birliktelik aramak pek de tutarlı görünmemektedir. Bir söyleme ve adlandırma biçimi kolaylığından dolayı özellikle batılı oryantalistlerin tamamına yakınının İslam tasavvufu ile mistisizmi aynileştirme gayreti içerisine girdikleri de söylenebilir. İslam tasavvufunun deruni (içsel) yönlerini Hint, İran ve Budist mistisizme bağlamak kolaycılığının çekiciliğine kapılan batılı oryantalistlerin Yeni Eflatuncu akımlar ile İslam tassavufunu kıyaslamalarında yine İslam mistisizmi tamlaması başat bir tanım olarak varlığını sürdürmektedir. İslam tasavvufunu doğulu ya da batılı mistik akımlarla özdeşleştirme gayretinin sonucu olarak da  birçok İslam ülkesinde de mistik kelimesi “sûfî” kelimesiyle eş anlamlı hale gelmiş durumdadır. Dünyadan tamamen uzaklaşan mistikler ile hakikati insanın Allah’ın muhatabı olan insanın kendisini , sonrasında da Allah’ı bilmesi üzerine yoğunlaştıran sûfîleri aynileştirmek son derece yanlış hatta çelişik kıyaslama olacaktır. Mesela Yunûs Emre hakikatin merkezi olarak  Allah’ı  ve onu bilmenin ölçüsü olarak da kamil insanın kalbini, gönlünü işaret etmekte ve şöyle demektedir.

“Hakk’ ı arar isen kendinde ara

Kudüs’te Mekke’de Hac’da değildir.

Hakk’ı aramak, Allah’ı aramaktır. Bu böyle olunca mistisizmin muğlak yer yer Panteizme varan aşkın varlık fikri tasavvufun  “âlemlere sığmayan; ama inanan kulunun gönlüne sığan” rab anlayışları nasıl aynileştirilir. Zaten bir çok irfan ekolü insanın Allah’ın manası ve nutkunun muhatabı olarak doğduğuna inanır. Kaygusuz Abdal şöyle der:

Âdem mânâ-ı mutlak

Âdemdedir nutk-u Hak

Âdemden gafil olma

O hayal ya düş değil.

Âdem odur ey hoca

Gıdası mânâ ola

Maksud Âdemden ahi

Çöp veya tutmuş değil.

 Çünkü irfan ehli olanlar dünyaya gönderilmeği bir sürgün olarak görseler de insanın dünyaya kulağında “Ben Rabbi’niz değil miyim?” hitabıyla ve Hakk’ın teceligâhı olan arınmış gönülle yani İlâhî bilgiyle donanmış halde geldiğine inanır. Hakikat ancak kişinin kendisinin içindeki hakikati anlaması ve onu anlamsına bağlı olarak belirip yüzünü gösterecektir. Aynı irfanın temsilcisi ya da takipçisi Rıza Tevfik’e  kulak verelim:

Gel derviş beri gel yabana gitme,

Her ne arıyorsan inan sendedir,

Nefsine beyhude eziyet etme,

Kabeyse maksudun, Rahman sendedir.

Çöllerde dolaşıp, seraba bakma,

Allah Allah deyip sehaba bakma,

Talibi hak isen kitaba bakma,

Okumak bilirsen Kur’an sendedir.

İlminle bir kılı kırka yararsın,

Gördüğün rüyada sade sen varsın,

Etrafına bakıp, kimi ararsın

Bu tabayı Kutbei Kuran sendedir.

Kılı kırk yarmaya irfandır deme,

Ona yahşi buna yamandır deme,

Şuna gerçek, buna yalandır deme,

Birinin aslı yok, yalan sendedir.

Gayrıdan arayıp derdine çare,

Ne varlık verirse nur ile mara,

Cennetten çıktınsa behey avare,

Havva’yı aldatan yılan sendedir.

Hey Rıza takat yok hakkı inkâra,

Sen mahrem imişsin didara dara,

Şimdi agah oldun sırrı esrara,

Alemi yaradan vicdan sendedir.

Sonraki bölümlerde konuyu daha da belirgin hale getirmeye çalışacağımızı belirterek söz arası veriyoruz şimdi…

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU