2020 sonunda tekmili birden: Rejim ve muhalifleri

Nuray Mert Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Nature News

2020 yılını değerlendirmek için son yirmi yılı değerlendirmek lazım. Yok, korkmayın öyle bir şeye kalkışacak değilim, zaten o süreçte, yazılarımla bu değerlendirmeleri yapmaya çalıştım, daha da yapacağım.

Yıl sonu değerlendirmesi sınırları içinde, şimdilik sadece, 2020 yılı sonu, hatta son birkaç gün itibarıyla tanık olduğumuz ibret verici tablo üzerine birkaç şey söylemek istiyorum.

Benim açımdan 2011 yılında başlayan 'otoriter rejim' inşası veya inşaatı çoktan bitti. Şimdi inşa edilen karanlık evde yaşıyoruz, olan bitenlere şaşırmak zamanı çoktan geçti.

Şimdi şaşırtıcı olan, 'muhalefet' adına yapılanlar ve söylenenler. Yok, kestirmeden muhalefet eleştirisine girişmeyeceğim, haksızlık olur. Sonuçta otoriter rejimlerde, muhalefet alanı büyük ölçüde yok edilir.

Yine de, dar bir alanda da olsa ses vermek mümkün, şimdilerde benim en çok yadırgadığım, o dar alanda, muhalefet adına çıkan seslerin mahiyeti.


Muhalefet adına 'demokrasi cephesi' veya 'birliğinden' bahsedenlerin önerdiği ittifak, bence, 'imkansız' olmanın ötesinde 'ilkesiz'.

Kürt siyasetçilerin Ahmet, Mehmet ismini taşımaya hakkı olmadığını ileri süren İYİ Parti ile HDP'nin ne adına aynı zeminde buluşacağını anlamak mümkün değil.  

CHP'nin özellikle Kürt siyaseti, milliyetçi dış siyaset konusunda ne düşündüğü tam olarak bilemiyoruz.

Muhalefet adına hala, çoktan çözülmüş başörtüsü sorunu için gözyaşı dökenlerin, 'yabancı yatırımcıya güven' ve soyut birkaç laf dışında demokrasiden ne anladığını da bilmiyoruz. 

Belli ki, 'tüm bunları görmezden gelip ittifakta ısrar etmezsek, kazançlı çıkan iktidar olur' diye düşünülüyor.

Ben tam tersini düşünüyorum, 'demokrasi adına muhalefet'ten ne anlaşıldığı açıklık kazanmazsa, bu zeminde siyaset inşa edilemez ve bu rejim rahatlıkla yoluna devam eder, bence zaten bugünlere de böyle geldik.


'İlkeler' demişken, son birkaç gündür gündemde olan Boğaziçi Üniversitesi olayları ve ABD'de yaşananlar üzerine kendilerini muhalif diye görenlerin neler söylediğine dikkatinizi çekmek istiyorum.

Doğrusu, bu tartışmalar çerçevesinde, 12 Eylül darbesi sonrası kurulan YÖK sistemi ve yeni rejim çerçevesinde bu sistemin pekiştirilmesi konusu yerine, en çok 'Boğaziçi Üniversite'sinin kendine özgü kültürü'ne vurgu yapılmasını çok yadırgadım.

Bir 'Boğaziçi Üniversitesi geleneği ve kültürü' varsa, işte budur; 'hadi başka üniversiteler neyse bunu Boğaziçi'ne nasıl yaparsınız?' kültürü.

Belki de, bugünlere gelmemizin en önemli nedenlerinden birisi budur; basın özgürlüğü üzerindeki siyasal baskı 'ana akım medya'ya genişleyince, basın ve ifade özgürlüğünden söz edilmesi gibi.

Unutmayalım, Kürtlerin faili meçhullere kurban gittiği kirli günlerin Başbakanı Çiller de, Boğaziçi öğretim üyeliğinden gelmişti. İstisna deyip geçemeyiz, yaygın inanışın aksine istisnalar kaideyi bozar.

Boğaziçi Üniversitesi'nde geçmişte ve bugün demokrat, özgürlükçü düşünen pek çok isim olabilir. Ancak 'gelenek', 'kültür' diye yüceltilecek bir şey olmadığını, on beş yılını Boğaziçi Üniversitesi'nde geçirmiş biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim.

Zamanında o 'kültür' beni araştırma görevliliği kadromdan istifaya zorladı, şahsımla ilgili olmayan daha neler neler var, uzun hikaye.

Asıl önemlisi, Boğaziçi öğrencilerinin protestolarına, seçkinci laflarla gölge düşürülmemesi gerektiği.

Dahası, dönüp dolaşıp 'Boğaziçi'nin farklılığını' vurgularsanız, başka üniversitelerdeki gençleri yanınızda bulamazsınız.

Tıpkı zamanında, AK Parti'ye en hafif deyimle 'görgüsüzler' muamalesi yapmanızın bu partiyi büyütmekten başka işe yaramadığı gibi, bugün de mevcut iktidarın elini güçlendirirsiniz.


Gelelim, 'muhalif'lerin bazısının ABD'de yaşanan olaylar üzerine yaptıkları yorumlara. 'Ne alakası var?' diyeceksiniz, çok alakası var.  

ABD Kongresi baskınının ertesi günü, bir 'muhalif' TV kanalı yayınında konuşan bir gazeteci, 'sadece dört kişinin ölmesi ve Boğaziçi olaylarında gözaltına alınanlardan daha az gözaltı sayısının olmasını'; 'ABD'deki demokrasi olgunluğu'na örnek gösterdi, kulaklarıma inanamadım.

Ardından, muhalif bir ekonomist, ABD'deki Trump yanlısı protestolar için 'bu işlerin nerde duracağı belli olmaz, Biden yönetimi gerekeni yapacaktır, yapmalıdır,  konu sadece ABD'nin iç siyaseti değil, yükselen faşist dalgaya karşı ve iklim meselesi gibi diğer sorunlar konusunda, Biden küresel çapta çözüm aramalıdır', 'Trump'a turuncu tulum çok yakışacak' diye sayıklamaktaydı.  

Demokrasi meselesini 'Trump'a karşıtlık'a indirgeyen, Batı liberal ana akım söylemin, 'Trump öcüsü' üzerinden neleri temize çektiğini en iyi bilmesi gereken bir 'solcu'nun, 'mesele'yi Biden'a havale etmesinin ne kadar vahim bir durum olduğunun altını çizmeye gerek var mı, bilemiyorum. 


Gerek küresel çapta, gerek Türkiye'de demokrasi krizini, otoriter rejim ve siyasetlerin yükselişini anlamak ve bu yükselişin önünde durmak bu kafa ile mümkün değil.

Hitler'in yükselişini anlamak için 19'uncu yüzyıl Avrupa'sını, münhasıran Weimar dönemini anlamak lazımdı, İkinci Dünya Savaşı sonrası Batılı liberal resmi ideoloji, faşizmi Hitler'in şahsı üzerinden tekilleştirip işin içinden çıktı.

Şimdilerde, 'otoriter'lik meselesini, karikatür diktatör/diktatörlük parantezine sıkıştıran söylem, otoriter rejimlere muhalefet edemez, edemiyor.

Bence, 2020 sonu itibarıyla, Türkiye ve küresel ölçekte karşılaştığımız en vahim tablo bu.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU