Senin aşkın ateştir

Prof. Dr. Mehmet Çelik Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Pixabay

"Ateş?" dedim.

"Ateş sevdadır" dedi. "Yani kalbin ayna olması için gerekli sır... Zaten aynanın arakasına sürülen siyah boyaya da sır derler." 

Bilirsin camı aynadan ayıran şey sevdadır. Cam, çeperi sevdaya tutulunca her aksi eksiksiz yansıtır. Ama kendisini göstermez.

Rivayet olunur ki her insanın kalbinde "süveyda" (karacık) denilen bir nokta vardır. O nokta, kalbi tamamen bürüdüğünde sevdaya dönüşür. İşte o zaman hakikat bütün cilveleriyle akseder kalp aynasına...

"Ama kalbin kararması kötü değil mi? İnsanı Hak’tan ayırmaz mı?" dedim.

 "O, ayrı iş" dedi. O müşrikler için "Onların kalpleri Allah tarafından mühürlenmiştir" hitabınca ilahî nurların onlara tesir etmediği anlamındadı.

Yoksa "sevdasız" insan eksiktir. Sevda, malum kapkara demek... Kalbin çeperi nasıl kararır, ateşle değil mi?

Ta başa dönelim, hani neyin içini dağlayan bir demir vardı ya! Ney’in içi onunla dağlandığında, ney; içindeki haşaktan, elyaftan, pamuk ve zardan kurtulup, dış alakalardan, iç hesaplardan azat olup feryada başlar ya!

Aynen öyle, sevda da insanın içine düştüğünde insanın kalbi yanar; süveyda sevdaya dönüşür. Sevda denen o ateş kalbini yakınca içindeki tüm sevgiler yok olur.

Dünya alakalarından kesilirsin... Artık senin sözün biter. Sevdiğinin sözleriyle dolarsın, onun sözlerini söylersin. Camın, aynaya dönüşür... İlahî sıfatları yansıtan bir ayna olursun.

Anlamı; dönen, dönek olan (kalp) ateşle sabitlenir. Kimileri burda başı döner sergerdan olur. Cem olur, fark kalmaz. Senin anlamakta zorluk çektiğin, sufî sözleri de asıl manasını bu makamda kavrar.

"Kendisinde güneş ışığı görünen her camın nasıl ki; 'ben güneşim' demeye hakkı varsa, ateşteki demire de 'ben ateşim deme hakkı'nı veren bu sevdadır işte..."

Sufî sözlerini yeniden tartışmak gibi bir niyetim yoktu. Ben uzun zamandır, tartışmaların kimseyi değiştirmeyeceğine inanmıştım zaten...

O, benim bu kanaatimi elbette ki bilemezdi... Üstelemedim. Ateşi öğrenme isteğimin tartışmayla heba olmasına izin vermeyecektim.

"Hz. Musâ, neden Rabbi'ni 'ateşe yaklaşıyordum sanki' niteliyor?" diye sordum.

"Bu teşbih değil mi?"

"Öncesine git daha iyi anlarsın" dedi. "Hani Musâ, Tur Dağı'na çıkıp da ey Rabbim seni görmek istiyorum dediğinde, Rabbi de ona eğer beni görmek istiyorsan dağa bak, ilahi nur dağa tecelli edince dağ haşyetinden erimeye başlamıştı."

Eriten, dağı erimiş kurşun gibi akıtan başka neye benzetilebilir ki?

Elbette ki Allah teşbih edilemez, tenzih de eksiktir zaten...

Arabî demez mi ki:

Hakk'ı teşbih eden putlaştırır. Tenzih edense yok sayar.


O halde o, teşbih ile tenzih arasındadır. Ona tefhim denir ki, beşeri lisanın zaafından çoğu kez temsil ve teşbihe, doğru kayar.

"Peki Musa'nın kavmi, Musâ Tur'da iken altın bu buzağıya, bir buzağı heykeline tapmaya başlamamış mıydı? Buna ne denir Üstat?"

"Herkesin sevdası ateş olacak değil ya! Beni İsrail'in de sevdası altınaydı. Samiri, 'Firavun'dan bir şey almayın' emrine rağmen çalmıştı Firavun'un altınlarını. Hırs ateşiyle eritiği altın rabb edindi. Onun da ateşi altın oldu. Sen yoksa altını rab edinmiş bir tek Samiri'yi mi tanırsın? Kendine ve etrafına baksana! Ateş İblis'in kendisine hayranlığı, bir nevi öztapıcılığı, ya da ırkçılığı değil mi?"

"Nasıl yani?" dedim.

"Hani Allah, Âdem'i yaratıp ona ruh üflediğinde, sonra isimlerin bilgisini öğretip onu meleklerden üstün kıldığında, Adem'e secde etsinler diye bütün melekleri çağırmıştı. Melekler, Âdem'in Allah'ın ona öğrettikleri sayesinde Âdem'e secde ettiklerinde İblis "ben ondan üstünüm, o topraktan yaratıldı, ben ateşten, ateş topraktan üstündür." diye isyan etmiş, lanetlenenlerden olmuştu. Çünkü şeytan ikrarsızdır. O, kendisinden başkasına sevdalanmamış, aşk duymamıştı. Aşk ateşiyle yananların vücudu nar(ateş) olmaz nur olur. Yunûs:

'Orda yanan aşıkların külli vücudu nur olur
Bir od ki oda benzemez hiç belirmez zebânesi.'

demiyor mu?

Ateş İbrahim'i doğuran ikinci annesidir. Nemrut'un yaktığı ateşe atıldığında ateş ilahî emrin 'Ey ateş soğu ve koru' fermanına baş eğmiş Ibrahim'e gül bahçesi olmuştu."
 

"Ateş" dedi Üstad, "Mecnun'un vücuddan kurtulup, bir rüzgarla sevdiğine kavuşma isteği, şevki ve arzusudur. Hani, Leyla'nın aşkı ile aklını cinlere emanet edince Mecnun, babasının yüreği onun haline acımış, iyileşsin; içine düştüğü aşk âteşinden kurtulsun diye, onu Ka'be'ye götürdüğünde, Mecnun, aşkının ateşinin gürleşmesi için dua etmiş cehennemi bile aşkının bir aracısı kılmış ve şöyle demişti:

'Kendi elimizle kendimiz
Cehenneme çevirdik içimizi
Sizi bilmem
Ama cehennemimden memnunum ben
Belki ateş dökülen pencerelerimden
Bir kurtuluş işareti alırım
Leyla'nın ülkesinden
Yansın ellerim kollarım ayaklarım
Belki böylece
Bir kanada kavuşurum beni Leyla'ya götürecek
Gözlerimin küle çevrilmesinden
Görünmeyen bir dünyanın sağlığına kavuşurum da
Gökten yerden
Gün ve ay gibi
Alınyazımıza yol gösteren
Tanrı nimeti yıldızlar gibi
Bana gelir Leyla
Leyla'nın gözleri'


"Demek ki ateş sadece yakmaz; arındırır da… O halde ateşin cinsine bakmalısın. Odun ateşi ile aşkın ateşi arasındaki farkı bilmiyorsan, hakikatın ateş vadilerinde yol alamazsın. Bu vadinin yorgun dervişleri bilmeyi değil ölmeyi arzular. Arzuların ölümünden doğan ateşse ışığın bizzat kendisidir."

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU